BİY

30 Mart 2011 Çarşamba

Önemli Olan 3 Puan


Milli takımımız Avusturya'yı 2-0 yenerek grupta ikincilik için iddiasını sürdürdü. Bir maç eksikle Belçika'nın 1 puan gerisindeyiz. Haziran'da Belçika ile oynayacağımız maçta alınacak bir beraberlik bizim için iyi sonuç olacak.

Milli takım maça 4-2-3-1 düzeniyle başladı. Avusturya ise top kendisindeyken 4-5-1 bizdeyken 4-6-0 şeklinde diziliyordu. Ancak bu 4-6-0 Spaletti'nin 4-6-0'ı gibi değildi. Bildiğin 6 tane adam orta sahada yan yana diziliyordu.

Milli takım maç boyunca oyun kurmakta zorlandı. Selçuk İnan orta sahada iyi pas dağıttı ancak yanında oynadığı süre boyunca Nuri Şahin neredeyse hiç bir şey yapmadı. Hamit'in performansı ortalamasının altında kaldı. Mehmet Ekici ise adeta el freni görevi gördü. Hiçbir olumlu hareketi olmadığı gibi birçok hücumda da topu çekerek Avusturya savunmasının yerleşmesine olanak sağladı. Milli takım tecrübesi bu kadar az olan bir oyuncunun böylesine kritik bir maçta oynaması bana göre hataydı.

Hal böyle olunca hücumda bütün yük Arda'nın üstüne kaldı. O da maçın başında sol tarafta Ekrem'le bir hayli boğuştu. Ardından bir ara kanat değiştirdi. 28.dakikada taçtan ofsayt olmamasının avantajıyla Ekrem'i uyutup golü attı. Bu golle birlikte rahatladık. İlk yarının son dakikalarında Avusturya bir ara baskı kursa da ilk yarıyı 1-0 önde kapattık.

İkinci yarıya Avusturya 2. santraforu alarak başladı. Biz ise değişiklik yapmadık. İkinci yarının başlarında 2. golü bulup rahatlamanın peşindeydik ancak olmadı. Olmayınca da 60'tan sonra rakip kaleye gidememeye başladık. Bu dakikalarda Hiddink oyun müdahale etmeye karar verdi. Hiçbir şey oynamayan Mehmet Ekici'nin yerine Mehmet Topuz oyuna girdi. Bu değişiklikle birlikte Nuri biraz daha ileri çıkmaya başladı. Daha sonra 72.dakikada topu ayağında Burak Yılmaz'a nazaran daha fazla tutabilen Semih oyuna girdi. 77'de de Semih-Gökhan Gönül işbirliğiyle 2.golü bulduk. Bu gol bizi rahatlatan gol oldu. Ancak 83.dakikada Hakan Balta penaltıya sebebiyet verdi. Aslında penaltı kararı ucuz bir karar oldu. Neyse ki Volkan penaltıyı kurtararak Avusturya'nın son dakikalara umutlu girmesini engelledi. Başka gol olmayınca da maç 2-0 tamamlandı.

Avusturya'yı Belçika maçında seyretme fırsatı bulmuştuk. O maçta Belçika maçın başında öne geçince kalan dakikalarda iyi kapandı. Avusturya zaman zaman pozisyonlar üretti belki o maçta ama asla iyi bir oyun ortaya koyamadı. Zaten normal şartlarda Avusturya bizim rakibimiz olabilecek bir takım olmadığı gibi şu anda bulunduğu konum da aslında tamamen fikstürle alakalı. İlk 2 maçını Azerbaycan ve Kazakistan'la oynadı. Ardından Belçika ile deplasmanda 4-4 berabere kalınca sanki iddialı bir takım gibi gözüktü. Ama aslında yetenek olarak oldukça fakir bir takım.

Bize gelince Azerbaycan yenilgisi bizim açımızdan çok saçma oldu. Kazanmamız gereken maçı kaybettik. Bugün 12 puanımız olsa en iyi ikinci olma şansımız bir hayli yüksek olacaktı. O yenilgiden dolayı da bundan sonra oynayacağımız maçları zora sokmuş olduk. Her maç final gibi oldu. Bu da haliyle oyuncularda tedirginlik yaratıyor. Avusturya gibi futbol fakiri bir takımla oynarken bile skoru korumaya çalıştığımız dakikalar oluyor.

Maçın yıldızı ise hiç şüphesiz Arda Turan oldu. Gerçekten Türk futbolu adına ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi. Uzun süren bir sakatlık döneminden sonra bu kadar iyi oynaması herkes adına sevindirici bir gelişmeydi.

Kalan 5 maçımızdan 3'ünü içeride 2'sini deplasmanda oynayacağız. Deplasmanda Belçika ve Avusturya ile oynayacak olmamız bizim açımızdan dezavantaj. İşimizi Almanya'ya bırakmamak için Bu 2 deplasmandan en az 4 puan çıkartmak zorundayız. Aksi takdirde 1982 Dünya Kupası'ndakine benzer bir olaya kurban gidebiliriz.

23 Mart 2011 Çarşamba

Milli Takımdaki Kadro Tartışmaları


Son yıllarda ne zaman bir milli maç olsa kadro açıklandığı zaman yaygara kopuyor. Özellikle Fatih Terim'in tercihleri çok fazla tartışılıyordu. Guus Hiddink'in çağırdığı oyuncular da pek farklı olmayınca tartışmalar devam ediyor.

Milli takım kadrosu 2002 Dünya Kupası'ndan beri bazen aralıklarla fakat son 3-4 yıldır sürekli tartışılıyor. Benim hatırladığım bu tartışmalar 2002'den itibaren Hakan Şükür üzerinden başladı. Kötü performansına rağmen Şenol Güneş onu ilk onbirde sürekli oynatıyor bu da tartışmalar neden oluyordu. Şenol Güneş'in ardından milli takımın başına Ersun Yanal geçti. 2006 Dünya Kupası elemelerinde Trabzon'da oynanan Gürcistan maçından sonra görevden ayrılana kadar bir daha Hakan Şükür'ü milli takıma çağırmadı. İnsanlar adeta ikiye bölündü. Hatta Hakan Şükür tartışmaları Ersun Yanal'ın işinden olmasına bile sebep oldu.

Daha sonra milli takımda 2. Fatih Terim dönemi başladı. Onun da Fatih Tekke, İbrahim Toraman gibi bazı isimlerle sorunlar yaşadığı iddia edilmiş bu yüzden bu oyuncuları kadroya dahil etmediği söylenmişti. Bunların haricinde yine Rubin Kazan'da başarılı maçlar çıkaran Gökdeniz Karadeniz kadroya alınmazken Aynı süre içerisinde Gökdeniz'in yaptıklarının yarısına bile ulaşamayan Kazım gibi oyuncular milli takıma alınıyordu. Bunlar dışında da gurbetçi oyunculardan da hiç istifade etmiyordu. Bugün Guus Hiddink de hemen hemen Fatih Terim'le aynı oyuncuları milli takıma çağırıyor. Onun kadroları da eleştirilerden nasibini alıyor.

İspanya'nın 2008'deki çıkışından sonra artık milli takımların yapısı yavaş yavaş değişmeye başladı. Birçok milli takımların teknik direktörü oyuncuların yeteneklerinden ve performanslarından önce kafasındaki sistemin uygunluğuna göre kadro oluşturuyorlar ve takıma belli bir sistemi oturtmaya çalışıyorlar. Özellikle Dünya Kupası'nda başarılı olan İspanya, Almanya, Hollanda hatta çeyrek finalde elenmesine rağmen Brezilya'da teknik direktörler oyuncularını performanslarına göre değil sisteme göre seçtiler. Aslında İspanya'yı ayrı tutmak doğru olabilir. Zira onlar hem sistemi oturtmuş durumdalar hem de oyuncuların hemen hemen hepsi mükemmel maçlar çıkarıyorlar. Ancak diğer takımlarda sezon içerisinde oyuncular çok iyi olmasalar bile milli takımda performansları artıyor.

Euro 2012'ye katılmak gerçekten çok önemli. Ancak biz Hiddink'i 2012'ye katılalım diye getiriyorsak verilen paralara yazıktır. Eğer Hiddink'i getiriyorsan belli bir oyun anlayışını yerleştirmesi için getirirsin. 2012'ye katılmak için hoca getireceksen Yılmaz Vural'ı da getirirdin. "Hadi koçum, hadi aslanım!" diyerek bizi 2012'ye götürürdü. Ama tıpkı 2008'deki gibi ne oynadığımız belli olmazdı.

Sonuç olarak Guus Hiddink milli takımda iskelet bir kadro oluşturup zaman zaman performansı artan oyuncuları kadroya dahil etmek istiyor. Burada tartışılacaksa kadro değil sürekli çağırdığı bazı futbolcuların milli takım iskeletini oluşturmada ne kadar başarılı olabileceği tartışılmalıdır. Yani büyük resme bakmak gerekiyor. Ama daha da büyük bir resim var. Altyapılarda bu kadar sistemsizlik varken üst yapıda nasıl sistem oluşacak? Aslında en başta bu problemin çözülmesi gerekiyor.

17 Mart 2011 Perşembe

Şampiyonlar Ligi 2.Tur 2/2 Çarşamba Maçları


Şampiyonlar Ligi'nde dün akşam oynanan Real Madrid-O.Lyon ve Chelsea-Kopenhag maçlarıyla birlikte tüm çeyrek finalistler belli oldu.

O.Lyon'un dün akşama kadar Real Madrid'e karşı mağlubiyeti yoktu. Kendi sahasındaki tüm maçları kazanmış deplasmandakileri de berabere bitirmeyi başarmıştı. Ancak bu sene Real Madrid ile eşleştiklerinde durum farklıydı. Çünkü Real Madrid'in başında "Special One" vardı.

Lyon'daki ilk maç 1-1 bitmişti. Bu sonuç Real Madrid için avantajlı skordu. Öyle ya 0-0'da turu geçen taraf Los Galacticos olacaktı. Böylece gol bulmak zorunda olan taraf Lyon olacak Real Madrid'e karşı kapanamayacaklardı. 90 dakika boyunca maçın hakimi Real Madrid oldu. Sağlı sollu ataklarda Lyon kalesine yüklendiler. Maç ilk yarıda bile kopabilirdi ancak Lyon kalecisi Lloris buna müsaade etmedi. Ancak yine de Marcelo kendisinden görmeye alışık olmadığımız bir biçimde takımını 1-0 öne geçirmesini bildi.

2.yarı aynı ilk yarı gibi devam etti. Real Madrid skoru 2-0'a getirip iyice rahatlamak istiyordu. Lyon ise Briand'ın yerine Gomis'le 2.yarıda gol aramayı denedi. Ancak o da 1-2 sert şut dışında varlık gösteremedi. 66.dakikada orta sahada kaptırılan top Lyon'a pahalıya mal oldu. Benzema bir kez daha eski takımına karşı gol attı. 76'da Di Maria'nın attığı gol ise işe son noktayı koydu. Böylece Real Madrid 6 sene aradan sonra çeyrek finale yükselmeyi başardı.

Diğer maçta ise Chelsea ile Kopenhag 0-0 berabere kaldı. İlk maçı deplasmanda 2-0 kazanan Chelsea bir başka çeyrek finalist oldu. Maçın 0-0 bitmiş olması sanki Chelsea ilk maçtaki skora yatmış gibi bir görüntü ortaya çıkarsa da maçın özet görüntüleri dikkate alındığında Chelsea'nin çok net 5-6 pozisyondan faydalanamadığını görüyoruz. Elbette bu pozisyonların kaçması ve maçın 0-0 bitmesi Chelsea için düşündürücü. Fakat ilk maçtaki skorun rahatlığının da bu pozisyonların kaçmasından etkisi olduğu yadsınamaz.

Bu sonuçlarla Barcelona, Shakhtar Donetsk, Tottenham, Schalke, Inter, Manchester Utd, Real Madrid ve Chelsea çeyrek finale yükselen takımlar oldular. Bu 8 takımdan sadece Inter grubunu 2.sırada bitirdi. Kuralar yarın çekilecek ve çeyrek final ile yarı finalde karşılaşacak takımlar belli olacak.

16 Mart 2011 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi 2.Tur 2/2 Salı Maçları


Şampiyonlar Ligi'nde dün akşam 2 çeyrek finalist daha belli oldu. Inter ve Manchester Utd. rakiplerini mağlup ederek çeyrek finale yükseldiler.

Inter kendi sahasında oynanan ilk maçta Bayern'e son dakikada Julio Cesar'ın hatasından yediği golle 1-0 mağlup olmuş, Yine o maçta Bayern kalecisi Kraft, birçok önemli pozisyonda gole izin vermemişti. Ancak ilk maçtaki mağlubiyete rağmen Bayern'in son haftalarda iyi gitmemesinden dolayı Inter'in çeyrek final şansı hiç de az değildi. Sonuçta alınacak her türlü galibiyet Inter'e yetecekti. Elbette Şampiyonlar Ligi gibi bir organizasyonda deplasmanda galip gelmek zordur. Üstelik rakip de Bayern Münih gibi güçlü bir takımsa. Ancak ne olursa olsun bunun imkansız olmadığını Inter dün akşam gösterdi.

Inter maça golle başladı. Samuel Etoo 4.dakikada takımını 1-0 öne geçirdi. Bu skor maçı uzatmaya götüren skordu. Golden sonrra Inter kendi yarı sahasına çekilip Bayern'i beklemeye başladı. Dakikalar 21'i gösterdiğinde Robben'in şutunu Julio Cesar bir kez daha kontrol edemedi ve yine bir kez daha Mario Gomez Julio Cesar'ın bu hatasını da affetmedi. 1-1'den sonra Bayern moral bulurken Inter de moral olarak çöktü. Bayern Münih tehlikeli pozisyonlara girmeye başladı. 31.dakikada bu kez Lucio'nun hatasında Thomas Müller pozisyonu gole çevirdi ve Bayern geriden gelip öne geçmeyi başardı. Artık Inter'e 2 gol lazımdı. Fakat moral olarak bitmiş bir Inter vardı sahada ve hiçbir varlık gösteremiyordu. Bayern ise istediği gibi top dolaştırıyor pozisyonlar buluyor oyuna adeta hükmediyordu. Orta sahada çabuk paslaşan Bayern Münih Ribery'i pozisyona soktu. Ancak kaleciyle karşı karşıya kalan Ribery pozisyonu değerlendiremedi. Yine başka bir pozisyonda Mario Gomez'in çevirdiği topa Müller biraz daha erken hareketlense bugün Inter değil Bayern Münih çeyrek finalde olabilirdi. İlk yarı 4-1 olabilecekken 2-1 bitti.

Devre arasına girilmesi Inter'in biraz daha toparlanmasını sağladı. Orta sahada rakibi biraz daha fazla rahatsız eden pozisyonlara girebilen bir Inter vardı 2.yarıda. Ancak oyunun hakimi halen Bayern Münih'ti. Özellikle Ribery'nin sol taraftan taşıdığı toplar Inter kalesinde tehlikeler yaratıyordu. Fakat ilk yarıdaki kadar etkili bir Bayern Münih de 2.yarıda yoktu. 66.dakikada Etoo'nun pasında Sneijder düzgün bir vuruşla topu köşeye yollayıp Inter'in umutlanmasını sağladı. Golden sonra Robben sakatlığı olduğu için oyundan çıkmak istedi ve yerine Hamit Altıntop girdi. Hamit defansif özellikleri Robben'e göre daha fazla olan bir oyuncu ama hücumda onun kadar etkin değil. Son dakikalara girilirken Bayern savunmasında Gustavo gereksiz yere Etoo gibi bir oyuncuyla ikili mücadeleye girmeye kalktı. Etoo da bu hatayı affetmeyerek Sneijder'den sonra Pandev'e de bir gol attırınca Inter çeyrek finale çıkması için gerekli skoru elde etmeyi başardı. Kalan dakikalar ise Bayern Münih'in doldur-boşaltlarına sahne oldu ve Inter çeyrek finale adını yazdıran ilk grup 2.si oldu. Aynı zamanda Avrupa Kupalarında yoluna devam eden tek İtalyan takımı olmayı da başardılar.

Diğer maçta ise 0-0'ın rövanşında Manchester Utd. Marsilya'yı 2-1 yenerek üst üste 5.kez çeyrek finale çıktı. Maçın favorisi olan taraf zaten Manchester United idi. Old Trafford'da 24 maçtır yenilmeyen takım ancak gollü bir beraberlik olması durumunda elenirdi. Aslında Marsilya son vuruşlarda biraz daha becerikli olabilse MANU'yu sıkıntıya sokabilirdi. Ancak Remy ve Gignac yakaladıkları pozisyonlarda çok kötü tercihler kullanınca Old Trafford gibi bir stattan galibiyetle dönebilmek mümkün olamazdı. Öte yandan Manchester Utd'de ise Rooney-Hernandez-Giggs üçlüsünün galibiyette önemli pay sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Bunların etkili oyunları sayesinde Manchester United Marsilya kalesinde birçok pozisyon buldu ve bunun sonucunda maçı kazandı demek doğru olacaktır.

Bu akşam oynanacak Real Madrid-O.Lyon ve Chelsea-Kopenhag maçlarıyla birlikte Şampiyonlar Ligi'nde tüm çeyrek finalistler belli olacak. (Aslında Chelsea %99 ihtimalle zaten çeyrek finalde.) Çeyrek final ve yarı final kuraları ise Cuma günü TSİ 13.00'te çekilecek ve eşleşmeler belli olacak.

15 Mart 2011 Salı

Schuster Gitti


Bernd Schuster yabancı hocalardan hiç de alışık olmadığımız bir şekilde istifa ederek Beşiktaş'tan ayrıldı. Schuster'in avukatı gelmişti ama Schuster Guiza için geldiğini söylemişti. İstifa beklenmeyen bir gelişmeydi.

Bernd Schuster elinde çok iyi bir kadro olmasına rağmen başarılı olamadı. Bunda ligin dinamiklerini bilmemesinin ve takımları tanımamasının çok büyük etkenleri vardı. Öte yandan Schuster rotasyonu seven bir teknik adam olduğundan takımın omurgası bir türlü oturmadı. Kalede bile ciddi bir rotasyon vardı. 3 kaleci de sezon boyunca hemen hemen eşit süreler aldılar. Öte yandan defanstaki 2 stoper ve onların önlerinde oynayan orta saha oyuncuları da sürekli değişiyordu. Hücumda ise Quaresma ve Guti'nin eline bakan bir takım vardı ve bu oyuncuların yokluğunda takım Schuster'in istediği futbolu oynayamıyordu. Bu eksikliği gidermek için devre arasında Simao, Almeida ve Fernandes transfer edildi. Ancak 5-1 kazanılan Bucaspor maçında sonra işler daha kötü gitmeye başladı. Ligde arka arkaya yaşanan puan kayıpları ve Dinamo Kiev'den alınan 2 ağır mağlubiyet sonucunda Beşiktaş'ın elinde sadece kupa kaldı.

Schuster görev yaptığı süre boyunca oldukça tartışıldı. Kaybedilen maçlardan sonra genellikle hakemleri suçladı. "Rakipler katı savunma yapıyor." diye şikayet etti. "1960'ların futbolu oynanıyor." dedi. Özellikle bu açıklaması aylar boyunca tartışıldı. Dinamo Kiev maçından sonra "Futbolumuzu beğenmeyen stada gelmesin." dedi. Oyuncularla ilişkisi hiçbir zaman iyi olmadı. Fatih Tekke ile girdiği sert tartışmadan sonra bu oyuncuyu maçlara eksik kadroyla çıkmasına rağmen kadroya almadı. 2 İbrahim'in kavgasından sonra Üzülmez'in kadro dışı kalmasını istedi. Son hafta Ernst'i 90+2'de oyuna alması da çok garipti.

Böyle geçen bir sezonun ardından Schuster'in gelecek sezon da Beşiktaş'ı çalıştırması çok büyük bir risk olabilirdi. Futbolcularla bu kadar sorun yaşayan bir teknik direktörün başarılı olması zordu.

Schuster'in istifasının ardından takımı sezon sonuna kadar Tayfur Havutçu çalıştıracak. Başarısız olması durumunda kimse kendisine fatura kesmeyecek. Ancak kupayı alırsa en azından teknik direktörlük kariyerine iyi bir başlangıç yapmış olacak.

10 Mart 2011 Perşembe

Şampiyonlar Ligi 2.Tur 2/1 Çarşamba Maçları


Dün akşam oynanan Tottenham-Milan ve Schalke-Valencia maçları ile birlikte Şampiyonlar Ligi'nde 2 takım daha çeyrek finale yükseldiler.

Tottenham doğrusunu söylemek gerekirse 180 dakika savunma yaparak Milan'ı elemeyi başardı. İlk maçı deplasmanda oynadıklarından yenilmeden eve dönmeyi planlamışlardı. Kontra ataktan buldukları golle galip fazlasını yaptılar. Bu maçta da Tottenham fazla risk almadan 3-4 kişiden fazla adamla hücum etmedi. Kendi yarı sahalarına çekilip Milan'ı beklediler. Milan ise ilk maçta aşamadığı Tottenham savunmasını yine aşamadı. Gomes iki pozisyon hariç mükemmel oynadı. Tottenham savunması da Ibrahimovic'i bitirdi.

Bu maçta Milan'ın ihtiyacı olan aslında formda bir Ronaldinho'ydu. Ya da oynama izni olsa Cassano olabilirdi. Yine Pirlo'nun yokluğu da Milan'da fazlasıyla hissedildi. Seedorf kilidi açacak oyuncu olamazdı olamadı da. Sonuçta maç 0-0 sona erdi ve Tottenham ilk defa katıldığı Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kaldı.

Diğer maçta ise Schalke Valenica'yı 3-1 yenerek bir diğer çeyrek finalist oldu. Şimdiye kadarki çeyrek finalistler arasında Schalke burada olmasını hiç ummadığım bir takımdı. Tottenham ve Shakhtar gruplarda oynadıkları futbolla buralara gelebileceklerinin işaretini vermişlerdi. Fakat aynı şeyleri Schalke için söylemek mümkün değil. Tabi buraya kadar gelmelerinde kuranın da etkisi var. Şampiyonlar Ligi'nin bu seneki en zayıf grubuna düştüler orayı bir şekilde lider bitirmeyi başardılar. Dün akşamki maçta da Valencia'nın çok net pozisyonlardan yararlanamadığını belirtelim. Maçın sonucunu da kalecilerin performansları belirlemiş. Neuer çok net pozisyonları kurtarırken Guaita adeta döküldü. Bir de Schalke'nin ilk golünde çalınan faul de bana göre yanlıştı. Bu maçta Mehmet Topal Valencia'nın golünün asistini yapmış olması bizim açımızdan sevindirci. Yalnız Mehmet Topal'ın asistine orta demek doğru olmaz. Resmen takım arkadaşının kafasına nişan almış. Sonuç olarak top Valencia'yı sevmemiş. Bir anlamda Gary Lineker'i haklı çıkaran bir maç olmuş.

Böylece 4 çeyrek finalist bu hafta belli oldu. Geriye kalan 4'ü de haftaya belli olacak. 18 Mart'ta yapılacak kura çekimiyle takımların Wembley yolunda hangi duraklara uğrayacakları belli olacak.

9 Mart 2011 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi 2.Tur 2/1 Salı Maçları


Şampiyonlar Ligi'nde 2.turun rövanş maçları dün akşam oynanan iki maçla başladı. Bu maçlarda iki ev sahibi takım Barcelona ve Shakhtar Donetsk çeyrek finale çıkan takımlar oldular.

2.turda sonucu en çok merak edilen eşleşme Barcelona-Arsenal eşleşmesiydi. Arsenal Londra'da ilk maçı 2-1 kazanmayı başarmış Nou Camp'a kağıt üzerinde skor avantajıyla gelmişti.

Maçın ilk yarısında Arsenal geçen yıldan dersini almış gibiydi. Kendi oyununu oynamaktan ziyade oyunu sıkıştırıp gol yememeyi amaçladı. Savunmayla forvet arasında 30-35 metrelik bir alan vardı. Barcelona bu kadar dar alanda etkili olamadı. Bunların üstüne de oyun çok durunca Barcelona kendi oyununu tam anlamıyla sahaya yansıtamadı. Buna rağmen 3 pozisyon üretip 1 gol atmayı başardılar. 45+3'te Messi çok şık bir golle takımını öne geçirdi.

2.yarıda Arsenal gol bulmak zorundaydı. Bunun için de en uygun yol duran toplardı. 50.dakikada Arsenal korner kazandı. Bu korner sonucunda Sergio Busquets topu kendi ağlarına gönderince Arsenal yeniden skor avantajını elde etti. Ancak 56.dakikada van Persie atılınca Arsenal eksik kalmanın yanı sıra moral olarak da çöktü. Barcelona pozisyonlar bulmaya başladı. Barcelona'nın gol atacağı bariz bir biçimde ortadaydı. 69.dakikada David Villa'nın birkaç pozisyonda yapamadığını Xavi yaptı ve Barcelona skoru 2-1'e getirdi. 2 dakika sonra da Pedro'nun yerde kaldığı pozisyonda hakem Busacca önce kale vuruşunu gösterdikten sonra yardımcılarından birisinin uyarısıyla penaltı verdi. Messi penaltıdan skoru 3-1'e getirmeyi başardı. Sonraki dakikalar Barcelona üstünlüğüyle geçti. Maçın sonlarına doğru Adriano'nun hatasından topu kapan Arshavin Bendtner'i gördü ama Mascherano sakatlanma pahasına pozisyonu engellemeyi başardı ve belki de turu getiren adam oldu.

Hakem Massimo Busacca çok kötü bir maç yönetti. İlk yarıda Barcelona'nın açık penaltısını vermedi. Robin van Persie'yi böyle bir maçta çok kolay bir şekilde oyundan attı. Barcelona'nın penaltısında ise önce kale vuruşunu gösterdi sonra pozisyona daha yakın olmasına rağmen yardımcısına uydu.

Diğer maçta ise Shakhtar Donetsk ilk maçta 3-2 yendiği Roma'yı evinde de 3-0 yenerek tarihinde ilk defa çeyrek finale çıktı. Maçın özetinden anladığımız kadarıyla Roma elinden geleni yapmış. İlk maçı 3-2 kaybettikten sonra deplasmanda bundan daha iyisi olmazdı. Ancak penaltı kaçması ve Mexes'in atılmasından sonra fazla yapacak bir şey yoktu. Shakhtar Donetsk de yakaladığı istikrarın meyvelerini toplamaya devam ediyor. 2009'da UEFA Kupası'nı kazandılar şimdi de Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finaldeler. Çeyrek finalde Barcelona dahil her rakibe sorun yaşatabilecek potansiyelleri var.

Şampiyonlar Ligi'nde 2.tur maçları bu akşam oynanacak olan Tottenham-Milan ve Schalke-Valencia maçlarıyla devam edecek ve iki çeyrek finalist daha belli olacak.

8 Mart 2011 Salı

Beyazlar İçinde


Dün Trabzonspor'un Beşiktaş galibiyetinden sonra bu akşamki Gençlerbirliği maçı Fenerbahçe için çok daha kritik bir hale gelmişti. Özellikle Gökhan Gönül'ün ve Selçuk Şahin'in yokluğu ve Gençlerbirliği'nin son haftalarda yükselişe geçmiş olması ayrıca hava şartları Fenerbahçe'nin işini zorlaştırabilirdi.

Fenerbahçe geçtiğimiz maçların aksine bu maça iyi başlamadı. Ancak doğru dürüst pozisyona girmeden 2 gol bularak geçen maçlardaki geleneğini sürdürüp ilk yarım saatte maçı koparmak için ciddi bir şans yakalamıştı. Bu arada ilk gol ofsaytken 2.golde de hakem ucuz bir penaltı çaldı. Tabi pozisyonda Niang'ın kurnazlığının yanı sıra Serdar'ın da hatası var.

Fenerbahçe 2-0 öne geçmesine rağmen maçı izleyen herhangi biri Gençlerbirliği'nin gol atma şansının bir hayli yüksek olduğunu çok rahat görebilirdi. Öyle ki Gençlerbirliği'nin 2 topu direğe çarpıp dışarı gitmişti. Özellikle Dia'nın oynadığı sol tarafta Andre Santos'un yalnız kalması Gençlerbirliği'nin o kanadı çok rahat kullanmasını sağladı. Gençlerbirliği maç 2-0 olduktan 2 dakika sonra gol atarak maça tutunmayı başardı. 2-1'den sonra Fenerbahçe oyunun kontrolünü elinde tutmaya çalıştı. Ancak hücuma çıkarken kaptırılan toplarda Gençlerbirliği tehlikeli kontra ataklar geliştirdi. Bu atakları kesen isim ise süpriz bir şekilde Özer Hurmacı oldu. Yine bu kontra atakların birinin ardından Gençlerbirliği köşe vuruşu kazandı. Ceza yayına düşen topa Hurşut mükemmel vurdu ve skor 2-2'ye geldi. Devrenin sonlarında atılan bu golle ilk yarı beraberlikle sona erdi.

Devre arasında işler Fenerbahçe'nin aleyhine dönmüş gibi gözüküyordu. Üstelik karın şiddetini artırması da işleri zorlaştıracaktı. Mehmet Topuz-Emre Belözoğlu ikilisi rakibe yeteri kadar direnç gösteremiyordu. Fakat Gençlerbirliği kendisine beraberliği yeterli görünce Fenerbahçe rahatladı ve oyuna hükmetmeye başladı. Yoğun kar yapışı nedeniyle saha beyaza bürünmüştü. Ancak Gençlerbirliği yarı sahasında yer yer çimler belli olurken Fenerbahçe tarafında çimler görünmüyordu. 60.dakikada Aykut Kocaman maç berabere olmasına rağmen hücumcu Dia'yı çıkarıp savunmacı Cristian'ı oyuna soktu. Dia o kadar etkisizdi ki onun yerine orada başka birisi de oynayabilirdi. Bu değişiklikten 3 dakika sonra Alex'in ara pasına hareketlenen Niang Fenerbahçe'yi tekrar öne geçirdi. 5 dakika sonra da hem organizasyon hem de vuruş olarak Andre Santos güzel bir gol daha atarak skoru 4-2'ye getirdi ve maçı kopardı. 4-2'den sonra Gençlerbirliği 2 net pozisyondan yararlanamayınca maç da bu şekilde bitmiş oldu.

Fenerbahçe bu maçta Gökhan Gönül'ü çok aramadı. Bekir İrtegün her ne kadar son haftalarda maçlara sonradan girip sarı kartlar görse de bu maçta sağ bekte sırıtmadı. Ancak Selçuk'un yokluğunda Aykut Kocaman Dia'dan vazgeçemeyince Fenerbahçe son haftalardaki dirençli orta sahasını kaybetti. Bu da özellikle ilk yarıda sıkıntı yarattı. Güiza'nın oyuna girmesi ise yürekleri ağızlara getirdi. Lugano ve Santos ise sarı kart görerek gelecek hafta oynanacak Konya maçında cezalı duruma düştüler. Böylece sakatlanmadıkları takdirde Galatasaray maçında bu iki futbolcu da oynayabilecekler. Ancak Gökhan Gönül Konyaspor maçında da oynayamazsa Fenerbahçe'nin ideal savunma 4'lüsünden 3 isim oynayamayacak.

Gençlerbirliği takımını ilk yarıda çok beğendim. Özellikle hücumda çabuk çoğalan bir takım haline gelmişler. Bu maçta da Fenerbahçe'yi yenebilecek pozisyona gelmişlerdi. Ancak 2.yarıya kazanmak için değil de berabere kalmak için çıkmış gibiydiler. Böyle olunca da Fenerbahçe'nin zaaflarından yararlanmayı pek düşünmediler. Eğer bu iskeleti koruyabilirlerse ve doğru ellere emanet edilirlerse gelecek yıllarda ligin dişli takımı Gençlerbirliği'ni tekrar görürüz diye düşünüyorum.