BİY

30 Kasım 2010 Salı

Mourinho Savunma Oynatabilir miydi?


Dün akşam Real Madrid 5-0 kaybedince Jose Mourinho'nun tıpkı geçen sene Inter'deyken yaptığı gibi bir savunma yapması gerektiği söylenmeye başladı.

Öncelikle geçen seneki yarı final maçlarıyla ilgili olarak şunları söylemek gerekiyor. Her iki maçta da hakemlerin tartışmalı kararları vardı. Hatta yanlış hatırlamıyorsam ilk maç sonunda Mourinho geçen sene de Barcelona'nın hakem hatalarıyla Chelsea'yi elediğini söylemişti.

Ayrıca Barcelona'da oynanan rövanş maçını Inter kaybetmiş, sadece turu geçecek skoru elde etmişti. Yine Barcelona'nın hakemin tartışmalı kararıyla sayılmayan bir golü de vardı. O maç için o futbol doğruydu. Sonuçta tek farklı mağlubiyetten bir şey olmazdı. Fakat dün akşam Real Madrid'e tek farklı mağlubiyetten fazlası lazımdı. Kaldı ki Real Madrid'in geçen sene Inter'in yaptığını yapması kolay değildi.

Ayrıca Real Madrid Inter'in oynadığına benzer futbolu 5 maçlık serinin ilk maçında oynamıştı. Schuster'in "Barcelona'yı yenemeyiz." açıklamasından sonra Juande Ramos takımın başına getirilmiş, Real Madrid oyunu tamamen kendi yarı sahasında kabul etmiş Casillas penaltı kurtarmış fakat son dakikalarda yenilen gollerle 2-0 mağlup olmuştu. Yani benzer bir futbol daha önce denenmiş fakat başarıya ulaşamamıştı. Öte yandan o maçla bu maç arasında iki takımın durumları bakımından farklar var. O zaman Barcelona her kulvarda tozu dumana katarken Real Madrid başarısız sonuçlar alıyordu. O maç öncesinde tarihi fark beklentisi vardı. Tıpkı bu seneki Fenerbahçe-Galatasaray derbisine benziyordu. Fakat bu sene Real Madrid Nou Camp'a namağlup lider gitti ve Mourinho ve futbolculardan insanların farklı beklentileri vardı. O yüzden savunma oynayamazdı.

Ortada böyle örnekler varken benzer bir anlayışla çıkıp kaybedeceğime kendi oyunuma bakarım diye düşündü ama fena çuvalladı. Jose Mourinho Porto, Chelsea ve Inter'de şampiyonluklar kazandı ama Real Madrid ile kazanacağı bir La Liga şampiyonluğu hiç kuşkusuz kariyerinin en önemli şampiyonluğu olacaktır.

Rüzgar Eken Fırtına Biçer


Bu akşamki El Clasico için söylenebilecek atasözlerinden bir hiç tartışmasız herhalde budur. Mourinho ile Barcelona arasındaki rekabete 6 senedir Şampiyonlar Ligi bazında tanık oluyorduk. Geçen sene Inter'in başındayken finale çıktığında orta sahaya koşup deliler gibi sevinen Mourinho, yine Chelsea'nin başında olduğu zamanlarda da Nou Camp'ta atılan gollerden sonra delicesine seviniyordu. Tabi tüm bunlar Barcelona ile Mourinho arasındaki gerginliği daima artırdı. Mourinho'nun takımlarının Nou Camp'ta hep eksik kalması hiç şüphesiz tesadüf değildir. Bu akşam da bu gelenek Sergio Ramos ile devam etti.

Geçen sene El Clasicolarda hem Pellegrini hem de Guardiola bazı ofansif oyuncularından feragat etmiş maçlar beklentinin altında geçmişti. Bu akşam da Mourinho'nun da orta sahaya Xabi Alonso ve Khedira'nın yanına Lassana Diarra'yı da eklemesini bekliyordum. Fakat Mourinho Higuain hariç ideal 11'iyle sahaya çıktı. Guardiola'nın da geçen seneden esinlenerek orta sahaya Mascherano'yu koymasını bekledim ama o da ideal 11'iyle sahaya çıkmayı tercih etti.

Maçın 0-0'lık ilk 10 dakikalık bölümünde Real Madridli oyuncular top Barcelona'dayken 11 kişi topun arkasına geçip savunmayı da önde kurarak oyunu 30 metreye sıkıştırmaya çalıştılar. Ancak Barcelona o 30 metrelik aralıkta bile inanılmaz işler yaptı. Zaten daha maçın başında Messi'nin mükemmel vuruşu direkten dönünce maçın Barcelona için sıradan bir La Liga maçı gibi geçeceği belli olmuştu. Bir tarafta Barcelona vardı ama karşısındaki takıma Real Madrid demeye 1000 şahit lazımdı.

18 dakikada maç 2-0 olunca Real Madridli oyuncular oyun disiplininden koptular. Cristiano Ronaldo bir şeyler yapmanın derdine düştü. Guardiola ile yaşadığı gerginlik Real Madrid'i biraz canlandırsa da birkaç korner dışında Real Madrid bir şey üretemedi.

2.yarıya Jose Mourinho Diarra-Mesut değişikliğiyle başladı ama o dakikadan sonra allame-i cihan olsanız -ki Mourinho belki de öyledir- maçı çevirmesi mümkün değildi. Yıllardır Barcelona'yı yakından takip ediyorum. Öne geçip kaybettiği bir bu sene Süper Kupa'daki Sevilla maçını hatırlıyorum kaldı ki rövanşta kazandılar. Onun dışında sanıyorum 1-2 tane içeride oynadıkları Villareal maçında berabere kaldılar. Yalnız bu kadar konsantre olmuş bir Barcelona'nın bu maçı kazanamaması için mucizelere ihtiyacı vardı "Special One"ın.

Real Madrid 2.yarıya golle başlayıp maça ortak olmanın peşindeydi. Ancak Messi buna izin vermedi. İlk önce kendisi bir şut denedi savunmadan döndü. Baktı ki yine Mourinho'nun takımlarına karşı gol orucunu bozamayacak "Ben de asist yapar perişan ederim." diye düşünmüş olacak ki 3 dakikada yaptığı 2 asistle Villa'ya 2 gol attırdı ve maç 4-0'a geldi. Bu dakikadan sonra Barcelona Real Madrid ile adeta "alay" etti. Topuk pasları mı istersin, bacak arası mı istersin, arka arkaya 30-35 pas mı istersin? Hepsini yaptı Barcelona. Tabi bunda Mourinho'nun Real Madrid'ine karşı oynamanın da verdiği duygunun payı büyüktü. Bu takım deplasmanda 6-2 kazandığında ya da Roma'da Şampiyonlar Ligi şampiyonu olurken bu tip işlere kalkmamıştı. 5-0 olunca da beklenen oldu. Hakem ne kadar kırmızı kart çıkarmamak için uğraşsa da Sergio Ramos kayış kopardı gitti Messi'ye arkadan daldı arada Diarra'yı da götürdü ve kırmızı kart gördü. Yine milli takımdan arkadaşları Puyol ve Xavi'ye yaptığı hareketler de terbiyesizceydi.

Jose Mourinho'ya eleştiri yapmak çok garibime gidiyor ama bu akşam kesinlike kendi oyununu oynamaktansa Barcelona'yı durdurmanın yollarını aramalıydı. Maç 5-0 oldu diye böyle yazıyor değilim. Çünkü dünya üzerindeki hiçbir takımın Nou Camp'a gidip de kendi oyununu oynayarak oradan başı dik ayrılması mümkün değil. İddia ediyorum Barcelona dışındaki takımlardan bir Dünya Karması oluşturun Nou Camp'ta Barcelona'nın karşısına koyun kendi oyununu oynamaya kalkarsa perişan olur. Hele bir de Barcelonalı oyuncular bu maça konsantre oldukları gibi konsantre olurlarsa hiç şansları olmaz. O yüzden Jose Mourinho'nun öncelikle rakibi durdurması gerekirdi. Çünkü Real Madrid diğer takımlara ne kadar çok gol atarsa atsın Barcelona ile aşık atacak düzeye henüz gelemedi. Zaten buna zaman da yok. Adamlar sadece Guardiola dönemini saysak bile 2,5 yıldır bu futbolu oynuyor. Kaldı ki Rijkaard ile birlikte evveliyatı var. Oysa Jose Mourinho sezonun ilk haftasından itibaren sayarsak 3 aydır Real Madrid'in başında. 3 aylık bir takımın 2,5 yıllık bir takıma böylesine üst düzey bir maçta oyununu kabul ettirmesi eşyanın tabiatına aykırı.

Barcelona'da tüm futbolcular mükemmel oynadılar. Real Madrid'de ise sadece Pepe'yi beğendim. O da Messi'den çalım yemediği için. Casillas ise çaresizdi.

Son olarak maç yüksek tempolu seyir zevki yüksek bir maçtı. Maçın başından kalkıp mutfağa çay almaya gidemedim. Tabi zaman zaman gerginlikler de yaşandı. Ronaldo ile Guardiola arasındaki gerginlikte iki tarafta suçlu gibi ama Ronaldo daha suçlu. Çünkü topu almaya giden adam sadece topu almak ister adamı itmez. Öte yandan Messi gibi bir futbolcudan Carvalho'yu attırmak için bu kadar ucuz numaralara girmesini beklemezdim. Maç 2-0 bitseydi o pozisyondan Jose Mourinho'ya iyi malzeme çıkardı. Sergio Ramos ise hakemin tüm çabalarına rağmen kırmızı kart görmeyi başararak Mourinho'nun geleneği devam ettirdi. Maçın hakemi de oyunu fazla kesmemeye özen göstererek temponun yükselmesine katkı sağladı. Ancak Real Madridli oyuncuları atmamak için de bir hayli uğraştı.

Maçtan önce Jose Mourinho'nun takımı 5-0 mağlup olacak diye 100 kişiye sorsalar "Olmaz öyle şey." derlerdi. İşte Barcelona bugün "olmaz" denileni yaptı. Bu 5-0'lık skor kolay kolay hazmedilecek bir skor değil. Başlıkta "Rüzgar eken fırtına biçer." dedik. Acaba 2. maçta karma felsefesi devreye girer de bu fırtına kasırgaya dönüşür mü, merak içindeyim.

29 Kasım 2010 Pazartesi

El Clasico Zamanı


Barcelona ile Real Madrid bu akşam TSİ 22.00'da Nou Camp'ta karşılaşacak. Dünyanın gözü bu maçta olacak. Maç NTV Spor'dan canlı yayınlanacak.

Bu maç için bir tahmin yürütmek hakikaten çok zor. Bir tarafta öve öve bitiremediğimiz Barcelona diğer tarafta ise Mourinho'nun Real Madrid'i. Maçın kaderine tesir edecek o kadar çok adam var ki tahmin yapmak imkansız hale geliyor.

Bu maçın değerlendirmesine Real Madrid cephesinden başlamak daha doğru olacak diye düşünüyorum. Öncelikle Real Madrid Barcelona'ya lider geliyor ve ben Mourinho'nun ilk etapta buradan lider ayrılmanın hesapları içinde olabileceğini düşünüyorum. O yüzden bir beraberlik Real Madrid'i üzmeyecektir. Bunun için de Mourinho'nun öncelikli amacı Barcelona'yı durdurmak olacaktır. Ancak bunu geçen sene Inter'deyken yaptığı gibi 9 kişiyi ceza sahasına çekerek yapacağını düşünmüyorum. Çünkü buradan duyduğumuz, bildiğimiz kadarıyla Real Madrid camiasının basınıyla, taraftarıyla bu tip bir futbol anlayışını kabul etmesi mümkün değil gibi gözüküyor. Öyle ki sene başında maçlar kazanılmasına rağmen gol yollarında sıkıntılar yaşandığından Mourinho özellikle Marca Gazetesi'nden eleştiriler almış, statta homurdanmalar duyulmuştu. O yüzden Inter'in 2.maçta oynadığı futbola benzer bir oyun ortaya çıkacağını sanmıyorum. Geçen sene ilk maçta oynadığına benzer bir oyun çıkabilir belki ama o maçta da Eyjafjallajökull'un ve hakemin bazı hatalı kararlarının da payı vardı. Öyle ki maçtan sonra Mourinho "Geçen sene de Barcelona Chelsea'yi hakem hatalarıyla eledi." demişti.

Bu maçta Mourinho savunmaya hiç şüphesiz biraz daha öncelik verecektir. Çünkü Xabi Alonso ve Khedira'nın sadece ikisi Barcelona'yı durdurmaya yetmez. Di Maria'nın kısıtlı yardımları da yetmeyecektir. Bu yüzden savunması hiç olmayan Mesut Özil'i bu maçta kullanmayabilir onun yerine Lassana Diarra'yı oynatabilir Mourinho. Çünkü C.Ronaldo ve Higuain savunmaya hiç yardım etmiyorlar. Bir de Mesut oynarsa bu lükse kaçar.

Son olarak Real Madrid'in bu maçtaki en önemli hücum silahlarından biri duran toplar olacaktır. Çünkü Barcelona kısa bir takım ve bu tip toplarda sıkıntı yaşayabilecek bir takım. Öyle ki 6-2'lik maçta yanlış hatırlamıyorsam Real Madrid 2 golü de duran toptan atmıştı.

Barcelona ise sistemi belli olan bir takım. Her maça aynı anlayışla çıkıyorlar. Ama o sistemi mükemmel uyguluyorlar. Ancak bu sistemin de bir dezavantajı var, sıkıntıya düştüğün maçlarda alternatifini üretemiyorsun. Ancak Guardiola geçen sene Real Madrid maçlarında bir takım değişiklikler yapmıştı. Örneğin geçen sene Nou Camp'taki maçta Ibrahimovic'i kenarda bekletmiş, Santiago Bernabeu'daki maçta ise Dani Alves sağ açık gibi oynamıştı. Ama Inter maçlarında Mourinho'nun tuzağına düşmüş gerekli değişiklikleri yapmayınca finale çıkamamıştı. Guardiola Real Madrid maçlarına fazla kafa yorduğundan Villa-Messi-Pedro üçlüsünden Pedro'yu kesip oraya Iniesta'yı koyup, orta sahaya mücadeleci Mascherano'yu koyabilir. Bunun dışında bir değişiklik yapacağını sanmıyorum.

Geçen yıl oynanan El Clasico maçları bol gollü geçmesi beklenen ama kısır geçen maçlar olmuştu. Umarım bu maç en azında TGS 4-6 biter. İddaa TGS 4-6 oynamadım sadece temenni.

Her Maçın Canı Ayrıdır


Galatasaray ile Beşiktaş Ali Sami Yen'deki son derbide karşı karşıya geldiler ve son maçı Beşiktaş 2-1 kazanarak şampiyonluk yarışına az da olsa tutunmuş oldu. Galatasaray ise bu sezon 7. mağlubiyetini alarak sezonu kapattı. Bana sorarsanız aslında 2. hafta sonunda Galatasaray sezonu kapatmıştı.

Maç öncesinde Beşiktaş'ın bu maçı kazanmasını çok zor görüyordum. Çünkü ileri uçta oynayan oyuncuları formsuzdu ve Beşiktaş'ın bu adamlarla gol bulabilmesi kolay gözükmüyordu. Öte yandan Hagi'nin gelmesiyle daha defansif oynayan Galatasaray'ın derbilere uygun bir oyun formatı var gibi gözüküyordu ve bunun Galatasaray için bir avantaj olabileceğini düşünüyordum. Ayrıca istatistikler de Galatasaray'dan yanaydı.

Ancak böyle olmadı. Ali Turan'ın yaptırdığı penaltı bütün dengeleri alt üst etti. Gol atmasını ummadığım Beşiktaş 1-0 öne geçti. Hiç kimse kusura bakmasın ama Ali Turan'ın Galatasaray'da sağ bek oynaması korkaklıktan başka bir şey değildir. Hıncal Uluç gibi oldum ama öyle. Bu adam sene başında Sabri'nin yokluğunda sağ bek oynarken rakipler o bölgeden adeta maden bulmuş gibi saldırıyor, pozisyonlar buluyor, goller atıyordu. Böyle bir durum varken, elinde de Sabri varken hala Ali Turan'ı orada oynatıyorsan sende sıkıntı var demektir. Zaten hücumda çoğalma sıkıntısı yaşıyorsun. Galatasaray'ın yakaladığı pozisyonlarda kadrajda en fazla 4 sarı kırmızı forma giyen adam görebiliyoruz. Bir de sen hücum edebilen bekini orta sahaya çekip stoperden bozma sağ bek oynatıyorsun. Hakan Balta da fazla çıkan bir adam değil. 4 tane adam kafadan gitti zaten. Cana ile Ayhan da hücuma katılmıyorlar 2 adam da ordan gitti. Kalıyor geriye 4 adam. 4 kişiyle gidip de maçı çevirmen için ancak rakibin Ali Turan gibi bireysel hatalar yapması gerekiyor. Ersan 2 pozisyonda hata yaptı ama ileride gol atabilecek adamın olmadığından onları değerlendiremedin. Yalnız bu konuda Hagi'ye eleştiri getirmek doğru değil. Mehmet Batdal olsa golleri atardı diyemeyiz. Baros da sakatlıktan yeni çıktı. Burada suç santrafor transfer etmeyen yönetimde veya sene başında santrafor transferi istemeyen Rijkaard'ta.

Beşiktaş da öyle inanılmaz işler yapmadı. İlk yarıda penaltı haricinde pozisyonu yok. Ama Hagi'nin yaptığı her değişiklik Beşiktaş'ı ileri götürdü. Önce Pino'yu esas yerine çekip Mehmet Batdal'ı oraya soktu böylece özellikle Ersan'ı çok rahatsız eden Pino yerine markajı kolay Mehmet Batdal oyuna girdi ve Beşiktaş'ın stoperleri rahatladı. Daha sonra Servet'i çıkarıp Barış'ı aldı böylece Nobre rahatladı etkili olmaya başladı. En sonda Elano çıkıp Baros girince Schuster Necip'i orta sahaya koydu ve Guti rahatladı. Böylece Beşiktaş 2.golü de buldu. 90+1'deki gol ise en azından Galatasaray'ın gol orucunu bitirdi.

Maçın hakemi Cüneyt Çakır 2-3 sene öncesine kadar kartına çok başvuran bir hakemdi. Örneğin Hilbert'in sarı kartı varken yaptığı bir hareket var ki eski Cüneyt Çakır Hilbert'i 2.sarıdan atardı. Yine Bazı Beşiktaşlı taraftarlar da Cana'nın atılması gerektiğini savunuyorlar.

Bu sonuçla beraber uçurumdan aşağı düşen Beşiktaş tutunacak bir dal yakalamış oldu. Şimdi Beşiktaş'ın yapması gereken o dala sıkı sıkı tutunup yukarıya tekrar çıkabilmek. Galatasaray ise artık lige havlu attı. Yazının başında da belirttiğim gibi bana göre Galatasaray ilk 2 maçını kaybedince zaten şampiyon olamayacağı belliydi. Çünkü bir çok zor maçını oynamamıştı. Belki mağlup olması beklenen bazı maçlarda Galatasaray daha sonra mağlup olmadı ama sonuçta 7 mağlubiyete ulaştı. Son yıllarda ligde şampiyon olan takımlar maksimum 6 mağlubiyetle şampiyon olmuşlar. Bu da demektir ki tepeden tırnağa radikal kararlar almanın zamanı geldi.

Son olarak Harry Kewell hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Galatasaray taraftarının sevdiği oyuncuların başında Harry Kewell geliyor şüphesiz. Tabi sevilmeyecek adam değil de bu ilginin aşırı olduğunu düşünüyordum. Çünkü sürekli sakatlıklar yaşayan sezon boyunca oynanan maçların ancak yarısında forma giyebilen bir oyuncu. Ama dün akşam ceza sahasındaki bir pozisyon sonrasında neden bu kadar sevildiğini anladım. Harry Kewell ceza sahası içersinde yerde kalmasına rağmen pozisyonu devam ettirip gol atmaya çalıştı. Başka bir futbolcu olsa devam etmez hakemden penaltı bekler ve birçok hakem de o pozisyonda penaltıya hükmedebilirdi. Gerçekten de çok asil bir davranıştı. Keza Neill'ın Nobre'nin sarı kart gördüğü pozisyonda hakeme "Sarı kartlık bir şey yok." şeklindeki hareketi de centilmenceydi.

28 Kasım 2010 Pazar

FM 2011 Değerlendirmesi


Her FM serisinde olduğu gibi yine ilk önce Fenerbahçe'yle oyun açtım. Taktik, antrenmandı derken ayarları yaptıktan sonra düşük transfer bütçesi nedeniyle sadece Manisaspor'dan Okay Yokuşlu'yu cüzî bir fiyata transfer ettim.

Şampiyonlar Ligi ön elemesinde ilk turda Unirea Urziceni ile karşılaştım. İçeride 3-1 deplasmanda 2-0 kazanarak Zenit'in rakibi oldum. Lige de Bucaspor galibiyetiyle başladım. Zenit ile ilk maçımı deplasmanda oynadım ve 0-0 berabere kaldım. Fakat maçın çok sert geçmesi sebebiyle birçok oyuncum haftasonu oynayacağım Gaziantep maçına hazır değildi ve ben de geniş kapsamlı bir rotasyon yapmak zorunda kaldım. Bu rotasyonun faturasını 3-1 yenilerek ödedim. Rövanş maçında da içeride kontradan yediğim golle 1-0 mağlup oldum ve Avrupa Ligi'nin yolunu tuttum. Avrupa Ligi'nde Basel, Rosenborg ve Dundee Utd. ile eşleştim ve 5 galibiyet 1 beraberlikle gruptan çıktım. Bu arada içeride 0-2 geriye düştüğüm Dundee Utd. maçını 3-2 kazanmasını da bildim.

Ligde de işler iyi gitti. Fikstürde Trabzonspor'u takip ediyordum. Bursaspor ise lige 8'de 8'le başladı. Ben ise aldığım bir mağlubiyet yüzünden onları 3 puan geriden takip ediyordum. 9.haftada Trabzon Bursa'yı deplasmanda yendi, ben de içeride yenince 10.hafta sonunda Bursa'nın 3 puan önüne geçmiş oldum. Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzon'la ilk yarıda içeride oynadım ve hepsini yendim. İlk yarının son haftası ise ligin 15.si Manisaspor'a deplasmanda çok kötü bir maçın ardından 1-0 yenilerek Bursa'yla aramdaki farkı 9'a çıkaramadım.

Ara transfer döneminde Güiza'yı satılık, Bilica'yı ise kiralık olarak Lazio'ya gönderdim. Sözleşmelerinin bitimine 6 ay kaldığından Mahamadou Diarra ve Selçuk İnan'ı beleşe aldım. Transfer dönemi bittikten sonra Lugano "Hoca ben gitmek istiyorum bana yardımcı olursun." dedi. Ben de "Yaza gönderirim." dedim. Onun alternatifi hazır zaten. Freiburg'dan Ömer Toprak.

Türkiye Kupası'nda da çok kolay bir gruba düştüm. Orduspor, Denizli, Kayseri Erciyes ve Altay'la oynadım. Orduspor maçındaki rotasyondan dolayı berabere kalınca diğer maçlara as oyuncularla çıkıp rahat kazandım. Ardından çeyrek finalde Galatasaray ile eşleştim. İlk maçı içeride oynadım. Galatasaray'ın birçok önemli oyuncusu eksikti ve ben de bundan en iyi şekilde yararlanmalıydım. Kadıköy'de seyirciyle birlikte rakibi baskı altına aldık ve 2-0 kazandık. Rövanşın ise zor geçeceği belliydi. Galatasaray 90 dakikayı 2-0 önde kapattı ve maç uzadı. Uzatmalarda Semih skoru 2-1 yapmayı başardı. Galatasaray 3. golü attı ama Semih'in attığı golle yarı finale çıkan taraf ben oldum.

İkinci yarıya Bucaspor deplasmanında aldığım galibiyetle başladım. Trabzon maçına kadar tüm maçları kazandım. Trabzon deplasmanında sarı kart cezalısı Lugano'nun yokluğunu hissettik ve 1-0 kaybettik. Avrupa Ligi'nde de Rapid Wien ile eşleştik. İki maçı da kazanıp bir sonraki turda Şampiyonlar Ligi'nden gelen Bursaspor'u eleyen Juventus'a rakip olduk. İlk maçta Krasic'i durduramayınca içeride 2-1 yenildik. Deplasmanda ise yardımcı antrenörün tavsiyesine uyup 4-2-3-1 oynadık. Fakat savunmada yaptığımız hatalardan dolayı 3-2 kaybettik ve Avrupa defterini kapadık.

Arka arkaya oynadığımız maçlar oyuncuları kötü etkilemeye başladı. Alex yokları oynuyordu ve maçları zar zor kazanabiliyorduk. İçeride Kayserispor'u 3-2 yendikten sonra maç sonu oyunculara "Yeteri kadar iyi değilsiniz." dedim. Hay demez olaydım. Squad Harmony'nin içine ettik. Bekir'le Emre mutsuz oldular. Bekir'i bir şekilde hallettik de Emre geldi rest çekti. Ben de "Haddini bil, hocan var karşında." falan deyince, "Pişman olacağım şeyler söylemek istemiyorum." dedi çekti gitti. Sonra transfer listesine konmak istedi. Ben de reddettim. Bu olaydan sonra Emre'yle her maç öncesinde ayrı motive etsem de bir daha benle konuşmaya yanaşmadı. Beyefendinin bana tahammülü yokmuş. Herhalde göndermek zorunda kalacağız.

Tabi takım kötü oynamaya başladı. Ligin zayıf ekiplerinden Konya'yla deplasmanda oynadığım maçı duran toplardan attığım 2 golle 2-0 kazandım. Kötü oynamamıza rağmen oyuncuların moralini yükseltmek için "Aferin iyi oynadınız." falan dediysem de kâr etmedi ve bir sonraki hafta Tita ve Necati Ateş içeride bizi perişan etti. 2.sıradaki Gaziantep'in nefesini yavaş yavaş hissetmeye başladım. Çünkü zor maçlar geliyordu takım iyi oynamıyordu. Ardından deplasmanda Bursa ile berabere kalıp içeride Karabük'ü yendikten sonra yaptığı transferlere rağmen taraftarlarına hayal kırıklığı yaşatan Beşiktaş'a konuk oldum. Beşiktaş hakkaten çok kötü gitti. Öyle ki Türkiye Kupası'nda gruplara bile kalamadılar. Beşiktaş Schuster'i gönderip "bizim evladımızdır" deyip Rıza Çalımbay'ı teknik direktörlük koltuğuna oturttu. Bu maçta fazla iyi oynamasam da 3-4 kez rakip kaleye gitmeme rağmen attığım 2 golle 2-1 galip geldim. Bu sonuçla artık şampiyonluğa çok yakındım fakat Gençlerbirliği ile içeride 2-2 berabere kaldım. Tabi bunda haftaiçi Trabzonspor ile oynayıp 2-0 kazandığım Türkiye Kupası yarı finalinin de etkisi vardı. Devre arasında 3 değişiklik yapınca Alex'in sakatlanmasıyla maçta 10 kişi kaldım. 2-1 öne geçer geçmez 2.golü kalemde görünce yıkıldım. Fakat şampiyonluk için kalan 4 maçta 4 puan bana yetiyordu. Belediye'yi deplasmanda Sivas'ı da içeride 4-0 yenip ligin bitimine 2 hafta kala şampiyon oldum. Yarı final rövanşında da Trabzon'u yardımcı antrenörün tavsiyesine uyarak 2-0 yendim ve finaldeki rakibim Sivasspor oldu.

Türk Telekom Arena'ya ise şampiyon sıfatıyla geldim 33.haftada. "Galatasaray taraftarı Fenerbahçe'yi alkışlar mı?" tartışmalarının döndüğü maç birçok defa hakem tarafından durduruldu. Şaka şaka öyle şeyler olmadı. Sadece maç öncesi Rijkaard ile polemikler yaşadım o kadar. Türkiye Kupası'nda oynayacağım finali düşünerek Niang,Alex, Emre gibi önemli oyuncuları oynatmadım ve Semih-Kazım ikilisi ile ileri uçta goller aradım. Semih'in(2) ve Kazım'ın golleriyle 3-2 kazandım ve son hafta içeride Manisa'yı çok kötü bir sezon geçiren Özer'in golüyle 1-0 yendim. Böylece ligi 82 puanla 2. Gaziantepspor'un önünde 10 puan farkla lider bitirdim. Enteresandır ilk yarıda da 41 puan topladım, ikinci yarıda da 41 puan topladım. Galatasaray ligi 5. Beşiktaş ise 7. tamamladı ve ikisi de Avrupa Kupaları'na katılamadı. Türkiye Kupası finalinde ise Sivasspor'u rahat bir maçın ardından 3-0'la geçip kupaya uzandım. Zaten ancak oyunda oluyor. Böylece seneyi çifte kupayla kapattım.

Fenerbahçe oyunda gerçekten çok güçlü olmuş. Özellikle Niang şov yapıyor. Sezonu toplamda 47 golle tamamladı. Öte yandan maç içinde yapılan değişikliklerin de bir hayli etkisi oluyor. Zorlandığım birçok maçta yaptığım değişikliklerle kazanmayı başardım. Özellikle bu konuda Uğur Boral bir hayli önemli rol oynadı.

Onun dışında menajerler gelip oyuncu öneriyor ama ben onlara pek itimat etmedim. Antremanlar da daha kapsamlı hale gelmiş. Taktik çalışma ve normal antrenman olarak ikiye ayrılıyor. Onun haricinde Match Preparation olayı da "A planı B planı" tartışmalarına son noktayı koymuş durumda.

11.1.1 patchiyle oyun biraz daha toparladı. Yalnız hala maçlarda çok sakatlık yaşanıyor. Ayrıca sakatlıktan çıktıktan sonra rezerv takıma gönderdiğim bazı sakat oyuncular rezerv ligde ilk oynadıkları maçta tekrar sakatlandı. Ayrıca bazı oyuncular çok kaprisli. "Git şu abinden bir şeyler kap diyorum." "Ben ne kapıcam o benden öğrensin." diyorlar. Menajerler mukavele pazarlıklarında inanılmaz yüksek fiyatlar çekip sonra yarısına anlaşıyorlar. Bunların da düzeltilmesi şart.

Son olarak Fenerbahçe ile oyun açacaklar için şunu söylüyorum:
"cCc Niang Reyiz cCc"

25 Kasım 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi 5.Hafta Çarşamba Maçları


Şampiyonlar Ligi'nde 5.hafta A,B,C ve D Gruplarında oynanan maçlarla tamamlandı ve gruptan çıkan takımların arasına, Tottenham, Inter, Schalke, Lyon, Manchester Utd, Valencia ve Barcelona da eklenmiş oldu. Bayern Münih, Chelsea, Marsilya, Real Madrid ve Milan'ın da üst turu garantilemesiyle geriye sadece 4 bilet kaldı.

A Grubu'nda Inter Twente'yi 1-0'la geçip kötü gidişe "dur" dedi. Maçtan önce Massimo Moratti, bu maçın sonucunun Benitez'in geleceği açısından önemli olduğunu belirtmişti. En azından Benitez bu maçı alarak biraz kredi kazandı. Ancak bu şekilde giderse Inter şampiyonluğu bu sene kazanamayacak gibi gözüküyor. Tottenham ise Werder Bremen'i baştan sona üstün oynadığı maçta yenerek Inter'le birlikte gruptan çıktı. Bu grupta son hafta liderlik mücadeleleri yapılacak. Tottenham Hollanda'da Twente'ye Inter Almanya'da Werder Bremen'e konuk olacak. İki takım da aynı sonuçları alırsa lider Tottenham olacak.

B Grubu'nda haftanın en kârlı takımı hiç şüphesiz Schalke oldu. Hem Lyon'u yenerek liderliğe yükseldiler. Hem de Hapoel'in Benfica'yı yenmesiyle gruptan çıkmayı garantilediler. O maçı Benfica kazansaydı son hafta kendi sahalarında Schalke'yi yenip gruptan çıkabilirlerdi. Öte yandan O.Lyon da Schalke'ye 3-0 yenilmesine rağmen Benfica'nın mağlup olmasıyla gruptan çıkmayı garantiledi. Son hafta onlar Hapoel'i ağırlayacak, Schalke ise Portekiz'e gidecek. Liderlik için daha avantajlı gözüken taraf geride olmasına rağmen O.Lyon.

Bursaspor'un da grubu olan C Grubu'nda Valencia-Bursaspor maçından daha önce bahsetmiştik. Diğer maçta ise Manchester Utd. Rangers'ı deplasmanda 1-0'la geçti. Bu klasik bir Manchester Utd. maçıydı. Deplasmana gidip tek golle galip gelip dönmek. Yıllardır bunu yapıyorlar. Ancak yine de MANU'ya verilen penaltının doğru karar olduğunu söylemek gerekir. Hatta hakem insaflı davranıp sarı kart vermiş, o pozisyon kırmızı bile olabilirdi. Son hafta Old Trafford'da Manchester Utd. ile Valencia liderlik için mücadele edecek. Ama Manchester %95 lider demek herhalde doğru olacaktır.

D Grubu'nda günün ilk maçında Rubin Kazan Kopenhag'ı 1-0'la geçti ve üst tur şansını son maça taşıdı. Saha ve hava koşullarından dolayı oldukça sıkıcı geçen bir maçtı. Rubin Kazan penaltıdan attığı golle kazandı. Diğer maçta ise Barcelona bu seneki ilk deplasman galibiyetini Panathinaikos'tan aldı. Aslında ligde deplasmanda oynadığı tüm maçları kazanan Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi'nde deplasmanlarda bu kadar zorlanması ilginç bir durum. Bu sonuçlarla Barcelona liderliği de garantiledi. Gönül rahatlığıyla belalısı Rubin Kazan'la son maçı oynayabilirler. Kopenhag ise son maçta Panathinaikos'u ağırlayacak. O maçı aldıkları takdirde diğer maçın sonucuna bakılmaksızın üst tura çıkacaklar.

Şampiyonlar Ligi'nde son hafta maçları 7-8 Aralık haftasında oynanacak. H Grubu'ndan gelecek iki takımla birlikte D ve E Gruplarından gelecek birer takımla son 16 takım belli olacak.

Önce Tecrübe Sonra Kalite Sorunu


Bursaspor dün akşam Valencia'ya deplasmanda 6-1 mağlup olmak suretiyle çok ağır bir yenilgi aldı. Maç 0-0 giderken girdiği iki pozisyondan yararlanamazken, arka arkaya yediği gollerle perişan oldu.

Dün akşamki maçın ilk 15 dakikasında Bursaspor bir kez daha tecrübesizliğinin kurbanı oldu. Çok net 2 fırsattan yararlanamadı. Özellikle Sercan'ın kaçırdığı pozisyon mutlaka gol olması gereken bir pozisyondu. Daha sonra Ömer Erdoğan ceza sahasında rakibini düşürüp penaltıya sebebiyet verince Bursaspor için de maç o anda bitti. Daha sonra arka arkaya atılan goller de 6-1'lik sonucu doğurdu.

Maçın geri kalan 75 dakikası futbolumuzun durumunu özetler nitelikteydi. Valencia adeta futbol dersi verdi ve "tempolu" oynandığında ligimizin az gol yiyen takımlarından biri olan ve savunması öve öve bitirilemeyen Bursaspor'un ne kadar çok hata yaptığını adam kaçırdığını gördük.

Şampiyonlar Ligi'nde puanı olmayan takımlar Bursaspor, Zilina ve Partizan. Türk takımının yanında Slovakya'dan ve Sırbistan'dan katılan iki takımın puanı yok. Bizim burun kıvırıp beğenmediğimiz Hollanda Ligi'nden katılan takımlardan Twente Avrupa Ligi'ni garantiledi. Çok büyük ihtimalle Ajax da katılacak. İsrail takımı Hapoel dün akşam Benfica'yı üçledi. Kopenhag son maçını kazanırsa bir üst tura çıkacak.

Digitürk bu bu ligin yayın haklarını elde etmek için 321 milyon USD'yi gözden çıkardı. Ama bırakın 321 milyonu, 100 milyon USD'lik top oynanmıyor ligde. Yavaş, yürüyerek oynanan, aheste bir futbol. Kötü statlar ve bir o kadar kötü zeminler. Dolmayan tribünler. Sertliğe aşırı müsamaha gösteren hakemler ve tüm bu olumsuzluklara rağmen "futbolun marka değeri" palavrasını ağzından düşürmeyen futbolun sorunlarından bihaber federasyon ve kulüp yönetimleri.

Öncelikle bu UEFA kriterleri midir, nedir? Bunlar adam gibi uygulansın kardeşim. Borç içinde yüzen kulüpler Avrupa Kupalarına gidemesin. Kendine çeki düzen versin. Statlar 2020 adaylığı için değil kendi futbolumuzun geleceği için yapılsın. Adamlar 321 milyon USD verdi. Futbolun içindekiler o paraya değdiklerini kanıtlasın. Hariçten gazel okumakla bu işler yürümez.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi 5. Hafta Salı Maçları


Şampiyonlar Ligi'nde 5.hafta dün gece oynanan maçlarla başladı. Daha önce gruptan çıkmayı garantileyen takımların arasına Marsilya, Milan ve çok acaip bir olay olmazsa Shakhtar Donetsk de eklendi.

E Grubu'nda ki Roma-Bayern maçını yazmıştık. Diğer maçta ise Basel Cluj'u 1-0'la geçerek 2.tur şansını sürdürdü ama işleri artık çok zorlaştı. Özet görüntülere bakacak olursak Basel'in maçta baştan sona üstün olan taraf olduğu gözüküyor. Daha farklı da bitebilecek bir maçmış. Bu sonuçla Basel 2.tur şansını sürdürdü ama deplasmanda son maçta Bayern'i yenip, Roma'nın da mağlup olmasını beklemek zorundalar. Fazla bir şansları kalmadı doğrusu.

F Grubu'ndaki Spartak Moskova-Marsilya maçından da bahsettik. Diğer maçta ise Chelsea bir hayli zorlandığı maçta Zilina'yı yenerek liderliğini tescilledi. Özetlerden anladığımız kadarıyla ilk yarıda sahada istediklerini yapmakta zorlanan bir Chelsea vardı diyebiliriz. İkinci yarıda ise girdikleri birçok pozisyonu cömertçe harcamışlar. 2.golün daha erken gelmesi gerekirmiş aslında. Bu sonuçlarla bu grupta herkesin yeri de belli olmuş oldu.

G Grubu Şampiyonlar Ligi'nin ölüm grubu olarak nitelendiriliyordu ama favoriler Real Madrid ve Milan bir sürprize izin vermediler. Real Madrid Ajax deplasmanında çok rahat bir galibiyet elde etti. Tabi El Clasico'nun Pazartesi oynanacak olması Jose Mourinho'nun as oyuncularını kullanmaktan kaçınmamasını sağladı. Bu maçta dikkat çeken şey Xabi Alonso ve Sergio Ramos'un zaman geçirmek suretiyle gördükleri taktiksel kırmızı kartlardı.

Diğer maçta ise Milan Milan'lığını yaptı. Kaleyi yokladıkları iki şutla iki gol bulup gruptan çıkmayı başardılar. Bu grupta bir tek Avrupa Ligi'ne gidecek takım belli değil. O konuda Ajax daha avantajlı gözüküyor. Çünkü onlar Milan'a Auxerre ise Real Madrid'e konuk olacak. Jose Mourinho'nun takımları içeride maç kaybetmiyorlar. Ancak bir beraberlik alıp Ajax'ın mağlup olmasını beklemeleri gerekiyor. Ajax'ın da beraberlik alması bu oyunla zor. Ancak Auxerre'in işi hiç kuşkusuz daha zor.

H Grubu'nda ise Shaktar Partizan'ı 3-0'la geçip %99 ihtimalle gruptan çıkmayı başardı. Gruptan çıkamamaları için Braga'ya kendi sahalarında 4 farklı yenilmeleri ve Arsenal'in de Partizan'ı yenmesi gerekiyor. İkincisi olur da ilki için herhalde mucize demek yanlış olmaz. Arsenal ise Braga'ya mağlup olarak liderliği hemen hemen kaybetmiş durumda. Son maçta Partizan'ı yenseler bile Braga Shaktar'ı yenemediği takdirde gruptan 2. çıkacaklar. Braga'nın az önce belirttiğim gibi Shaktar'ı deplasmanda 4 farklı yenmesi, ya da Arsenal'in Partizan'a takılması durumunda gruptan çıkma ihtimali var.

Roma 3-2 Bayern Münih


E Grubu'nda gruptan çıkmayı 4. maçlar sonunda garantileyen Bayern ile düşe kalka giden Roma, Roma Olimpiyat Stadı'nda karşı karşıya geldiler. Roma maçta 2-0 geriye düşmesine rağmen 3-2 kazanmayı başararak gruptan çıkma konusunda önemli bir avantajı eline geçirmiş oldu.

Maç aslında dengede gidiyordu. Bayern gruptan çıkmanın verdiği rahatlıkla oynarken, Roma kazanmak zorunda olmanın verdiği duyguyla daha istekli görünüyordu. Nitekim bu durum 84.dakikada Totti'nin penaltı golüyle meyvesini verdi.

Bayern Münih Dünya Kupası'ndan en olumsuz etkilenen takımdır hiç şüphesiz. Alman milli takımında oynayan birçok oyuncusundan yararlanamazken final oynayan Hollanda'dan da önemli iki oyuncusunu kullanamıyor. Bir de bunlara Olic ve Ribery'nin de sakatlıkları eklenince özellikle ligde çok sıkıntılı günler yaşıyorlar. Ribery bu maçta oynadı ama ilk goldeki pozisyon haricinde kendisini pek göremedik.

Roma 1-0 mağlupken bir de savunmadaki hatayla 2-0 geriye düştü. Ancak 2. yarının başında gelen golle maça ortak olmayı başardılar. O gol çok kritik bir dakikada atıldı ve Roma o gol sayesinde maça tutundu. Zaten 2. yarıda top oynayan takım Roma'ydı. 81'de De Rossi'yle, 84'te de Totti'nin penaltısıyla maçı 3-2 kazanmayı başardılar.

Son maçta Cluj deplasmanında alınacak bir beraberlik Roma'ya yetiyor. Bayern'e de tek farklı mağlubiyet bile grup liderliği için yeterli olacaktı. Onlar da 2-0 öne geçmelerine rağmen yenildiler ama grup liderliğini garantilemeyi başardılar.

Spartak Moskova 0-3 Marsilya


F Grubu'nda gruptan çıkacak 2. takımı belirleyecek maçta Marsilya ilk maçta kendi sahasında 0-1 yenildiği Spartak Moskova'dan rövanşı almasını bildi ve Chelsea'nin ardından gruptan çıkan 2. takım oldu.

Doğrusunu söylemek gerekirse maç öyle 3-0'lık bir maç gibi değildi. Ancak Marsilya deplasmanda nasıl oynanması gerekiyorsa öyle oynadı. Girdiği gol pozisyonu adedinden çıkarabileceğı azami gol sayısını çıkarmasını bildi. Şampiyonlar Ligi gibi organizasyonlarda olması gereken de budur zaten. Girdiğin pozisyonu gol yapacaksın. Aksi takdirde sadece dizini döversin. Bu da tecrübeyle elde edilen bir olgu.

Spartak Moskova çok büyük bir avantajı yitirdi. Arka arkaya oynadığı 2 Chelsea maçı onlar için çok büyük bir şanssızlıktı. Onlar 2'de 0 çekerken Marsilya Zilina'dan 6 puanı cebe indirdi. Şanssızlık bu maçta da devam etti aslında. İlk yarının sonunda iki Spartaklı oyuncu kale önünde topa dokunamazken, Marsilya'nın 2. golünde Loic Remy topa vuramadı fakat önündeki savunmacıyı yanlışlıkla geçti. Sonra da top iki direğe de çarpıp ağlara gitti. Sonra Rus ekibi 10 kişi kaldı ve 3. gol işi bitirdi.

Bu sonuçla bu grupta lider de, gruptan çıkacak 2. takım da, Avrupa Ligi'ne gidecek takım da belli oldu ve son maçların hiçbir önemi kalmadı, ülke puanlarına katkı dışında.

23 Kasım 2010 Salı

Ciddiyet vs. Ciddiyetsizlik


Fenerbahçe rahat geçmesi beklenen maçta Bucaspor'u gerçekten de çok rahat geçti ve önündeki olsun, arkasındaki olsun birçok takımın puan kaybettiği haftada 3 puanı hanesine yazdırdı.

Bucaspor maçtan önce ligin az gol yiyen takımlarından bir tanesiydi ama bu kadar kötü bir savunmayla bu işi nasıl becermişler çözemedim. Daha 35.saniyede bir gol yediler ki akıllara zarar. 2. gol ondan komik. 3. gol daha da komik. İnanın Fenerbahçe akşam mükemmel oynamadı. Azıcık kıpırdandığı zaman gol attı Fenerbahçe.

3.golden sonra Fenerbahçe de lakayıtlık, laubalilik başladı. Futbolcular maçı bıraktılar ve Bucaspor pozisyonlara girmeye başladı. Neyse ki Volkan işin ciddiyetinin farkındaydı da bu maçta bile birçok önemli kurtarışa imza attı. 65.dakikada Bucaspor golü atınca Fenerbahçeli oyuncular yeniden maça dönmeye karar verdiler. Niang'a atılan dirsek daha sonra Gökhan Gönül'ün Mulemo'yla tartışması tansiyonu yükseltti. 76'da oyuna giren Semih 81'de Niang'a asist yaptı, 5 dakika sonra Niang Semih'e asist yaptı 5-1 oldu. Birlikte oynadıkları 10 dakikada bu ikili 2 gol ürettiler. Daha sonra yine oyun disiplinin kaybolduğu bir anda Buca 2. golünü attı ve maç 5-2 sona erdi.

Bu maç gösterdi ki Fenerbahçe'nin en büyük sorunu ciddiyetsizlik. Aslında geçen sene de böyleydi. Hatta ondan önceki 2 sezonda da böyleydi. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynanan sezonda oyuncuların maç seçtiği hep tartışıldı. Ondan sonraki sezon yine derbileri kazanan diğer maçlarda olmayan bir Fenerbahçe vardı. Geçen sene lige fırtına gibi başlayan iyi oynamasa da ortaya koyduğu mücadeleyle maçları kazanan bir Fenerbahçe vardı. Sonra işi saldılar puan kayıpları yaşandı. Ardından 2.yarıya iyi başladılar. Sonra yine laubailik ve puan kayıpları, ardından ciddiyet ve 9 maçlık galibiyet serisi fakat son maçta hüsran. Tablo çok net. Fenerbahçe'nin transfer, sistem, diziliş, oyuncu tercihleri gibi sorunlarından ziyade lakayıtlık, laubalilik, ciddiyetsizlik sorunları var. Dün akşam maçı ciddiye aldıklarında gol buldular, almadıklarında gol yediler. Fenerbahçe bu sorunu çözmediği sürece başarılı olamaz. Çünkü futbol ciddi bir iştir.

22 Kasım 2010 Pazartesi

0-0'a Rağmen


Aslında ben Galatasaray'ın lig maçlarını pek takip etmem. Ancak yapacak bir şey olmadığından arkadaşlarla gidelim izleyelim dedik. Doğrusu iyi de etmişiz. Gol olmamasına rağmen güzel maç oldu. Dünya'nın herhangi bir liginde 0-0 bitip de zevkli geçen maç bulmak kolay olmuyor. Oldukça yüksek tempolu, bol pozisyonlu bir maç oldu.

Geçen hafta Galatasaray Manisa'ya yenilince bu maç sıkıcı geçer fazla pozisyon olmaz diye düşünüyordum. Ancak Galatasaray'ın yüksek tempoda oynaması Kayseri'yi bir hayli zorladı. Savunmada birçok yerleşim hatası yaptılar ve Galatasaray böylece önemli fırsatlar yakaladı. Ancak Galatasaray'ın santraforsuz oynaması bu pozisyonların gol olmasını engelledi. Pino enteresan adam. Ceza sahası dışından olur olmaz yerlerden şutlar çekerken, ceza sahasında yakaladığı net fırsatlarda topa vurmayı bir türlü beceremiyor. Onun dışında Galatasaray'da zaman zaman orta sahadan gelen Sabri ve Barış Galatasaray'ın hücuma daha fazla adamla çıkmasını sağladı ama, beklerin hücuma katkısı neredeyse sıfırdı. Zaten Ali Turan sağ bek olmadığı için onun hücuma çıkıp bir şeyler yapması mümkün değil. Hakan Balta da fazla çıkmayınca beklerden hiç katkı gelmedi. Zaman zaman Servet ve Neill çıktı ama onlar da spontane gelişen olaylardı.

Kayserispor beklediğimden daha kötüydü. Ligin en az gol yiyen takımı olarak daha iyi savunma yapmalarını beklerdim. Ama maçın temposu yüksek olunca ve orta sahada üstünlüğü Galatasaray'a kaptırınca Kayserispor bayağı bocaladı. 2. topların hemen hepsini Galatasaray kazandı. Ayrıca hücuma çıkarken birçok defa da top kaybettiler. Kayserispor'u bu yüzden pek beğenmedim.

Galatasaray liderin puan kaybı yaşadığı hafta farkı biraz olsun indirmek için bir fırsat elde etmişti ama kullanamadı. Ama zaten Galatasaray'ın bu sene şampiyon olması için üstündeki 3-4 takımın puan silme cezası alması gerekiyor. Bence Galatasaray Türkiye Kupası'na yoğunlaşıp, en azından bu kötü sezonda bile bir kupa almayı hedeflemeli. Hiç değilse o kulvarda herşey Galatasaray'ın elinde.

11 Kasım 2010 Perşembe

Saygı


Geçenlerde derbi öncesinde Tribün Dergi güzel bir tanıtım filmi hazırlamıştı. Yaşanan saha olaylarıyla ilgili "Sahada işini yapanlara saygı, tribünde centilmenlik." diyordu tanıtımda. UEFA'nın da yine "Saygı" ile ilgili çalışmaları var. Avrupa Kupaları maçlarının devre aralarında reklamlarda rastlıyoruz. Ayrıca formalara "respect" yazılı stickerlar koyuluyor maçlarda. Bunlar genelde taraftara yönelik mesajlar olsa da sanırım bizim ülkemizde futbolun diğer tüm unsurlarının da bu işten nasibini alması gerekiyor.

Schuster Kasımpaşa maçından sonra "Hakemlerin Beşiktaş'a saygısı yok." dedi ve yaşanan puan kayıplarını hakemlerin aleyhlerine çaldığı düdüklere bağladı. Ancak aklı selim sahibi her futbolsever Beşiktaş'ın puan kayıplarının hakemlerle alakası olmadığının farkındadır. Kaldı ki hakemlerin saygısızlıklarından ziyade kulüplerin hakemlere saygı göstermediği ülkemizde yadsınamaz bir gerçektir. Siz hiç bir maçın ardından hata yapan hakem için bir yöneticinin "Hakem kararlarına saygılı olmalıyız." dediğine şahit oldunuz mu? Schuster burada sadece bir örnek. Türkiye'deki hiçbir kulübün hakemlere saygılı davrandığını söyleyemeyiz. Sen onlara saygılı davranmıyorsun ama senin takımına saygısızlık etmedikleri halde saygısızlıkla itham ediyorsun. Ne yalan söyleyeyim hiç çekilmiyorsun.

Hakemlerin yönetiminden ben de memnun değilim. Ama Schuster gibi değil. Sertliğe inanılmaz derecede müsamaha gösteriliyor. Her fırsatta ligin marka değeri diye avaz avaz bağıran TFF'nin ve ona bağlı MHK'nın bu sertlik konusunda önlemler almasını rica ediyorum. Zaten temposuz, yavaş bir futbol var. Bir de buna sertlik eklenince hiç çekilmiyor.

9 Kasım 2010 Salı

Kartal İrtifa Kaybediyor


Sezona iyi başlayan, sansasyonel sonuçlar alan, iyi maçlar çıkaran Beşiktaş'ın yerinde bu haftalarda yeller esiyor. Bu durumun birçok sebebi var hiç şüphesiz. Sakatlıklar ve yorgunluk Beşiktaş'ı kötü etkiliyor. Özellikle Querasmasız geçen günleri Beşiktaşlıların yaşanmamış kabul ettiğini düşünüyorum.

Beşiktaş'taki bu kötü gidişin sebeplerinden biri sezonu erken açmaya bağlı form düşüklükleri olarak gösteriliyor ama ben pek bu görüşe katılamıyorum. Benim düşünceme göre fizik olarak yorgun bir takım 75 dakika çok kötü oynadığı maçta son dakikada rakip kim olursa olsun maçı çevirecek şanslar bulamaz. Dün Beşiktaş kötüydü. Ama son dakikada penaltı kaçmasa galipti. Keza Manisaspor maçında da Ernst 90'da golü atıp skoru 2-3'e getirdi. Duraklama dakikalarında Beşiktaş öyle pozisyonlar yakaladı ki maçı 4-3 bile kazanabilirdi. Fiziksel yorgunluk taşıyan bir takımın maçların son dakikalarını böyle oynaması normal değil. Beşiktaş'ta yorgunluk var, doğru. Ancak futbolcular bana göre kafa olarak yorgunlar, maçlara yeteri kadar motive olamıyorlar ve bu oyunlarına da yansıyor.

Beşiktaş'ın belini büken konulardan biri de yaşanan sakatlıklardı. Beşiktaş o kadar çok sakatlıkla boğuştu ki Schuster İstanbul'daki Porto maçında 18'i ya tamamlayamadı ya da A2 takımındaki oyunculardan tamamladı. Ancak bu sakatlıklar arasında en önemlisi şüphesiz Querasma'nın sakatlığıydı. Quaresma geldiğinden beri oynadığı maçlarda Beşiktaş'ın aldığı galibiyetlerde önemli rol oynuyor. Gerçekten çok iyi bir oyuncu ve onun sahadaki varlığı bile rakiplerin oyunu kendi yarı sahasında kabul etmesine yetiyor. Bu da Schuster'in işini kolaylaştırıyordu. Ancak Quaresma ve alternatifleri arasında kalite ve performans olarak uçurum olunca Schuster'in sistemi işlememeye başladı. Aslında bu da sene başında bir kısım spor yazarı zevatın Beşiktaş'ı sistem takımı olarak nitelendirmesinin ne kadar yanlış olduğunu gösterdi. Beşiktaş o zaman da sistem takımı değildi şimdi zaten hiç değil. Kesinlikle Quaresma'ya endeksli bir takım.

Beşiktaş sene başında Avrupa Ligi'ndeki zayıf takımları yenerek iyi bir rüzgâr yakalamış lige de Belediye mağlubiyeti dışında iyi bir başlangıç yapmıştı. Ancak rüzgâr tersten esmeye başladı. Şu anda Beşiktaş'ın en çok ihtiyaç duyduğu şey milli takım arası ancak Mart'a kadar resmi maç yok. Devre arasına da daha 6 hafta var ve Beşiktaş'ın önünde zorlu bir fikstür var. O yüzden Beşiktaş camiasına burada çok büyük görevler düşüyor. Sezon başındaki ortamı sağlamak zorundalar. Bunu başarabilirlerse Beşiktaş zirve mücadelesine dönebilir. Ancak bugünkü konjonktürde sadece gazla, havayla, rüzgârla şampiyon olunabilecek gibi gözükmüyor.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Real Madrid 2-0 Atletico Madrid


Madrid derbisinde değişen bir şey olmadı. Real Madrid Atletico Madrid'i bir kez daha mağlup edip Barcelona'nın önünde namağlup liderliğini devam ettirdi.

Bu maç aslında Şampiyonlar Ligi'nde Milan'la oynanan maçın birebir aynısıydı. Real Madrid o maçın da 13.dakikasında öne geçti. Bu maçta da Carvalho takımını aynı dakikada öne geçirdi. Milan maçında Mesut Özil bir dakika sonra golü atmıştı. Bu maçta 6 dakikalık bir rötar vardı. 20. dakikadan itibaren ise maç Real Madrid'in kontrolünde devam etti. Atletico Madrid'in ileride ki 4 oyuncusu Reyes, Simao, Aguero ve Forlan çok top ezdiler özellikle ilk yarıda. Real Madrid de 2-0'dan sonra duraklama dönemine girdi.

Rıdvan Dilmen'in her zaman söylediği bir şey vardır. "2-0 en tehlikeli skor." der kendisi. Haksız da sayılmaz. Rakibiniz bir gol bulduğu anda maça ortak olur. Mourinho da bunun bilincinde olduğundan oyuncularına 2.yarının başında gol için yüklenmelerini telkin etmiş olmalı ki Real Madrid 2.yarıya iyi başladı. Ancak Milan maçında olduğu gibi bu maçta da 3.golü bulamadı Real Madrid. Atletico Madrid'in ise Forlan'la bir topu direkten döndü ve maç 2-0 sona erdi.

İlk haftalarda Valencia, Villareal ve Atletico Madrid gibi takımlar ligin zirvesinde kendilerine yer edinmişlerdi. Ancak La Liga yavaş yavaş rayına oturmaya başladı. Real Madrid ve Barcelona bundan sonraki haftalarda rakipleriyle arayı açacaklardır. Enteresan bir şey olmazsa da El Clasico'ların şampiyonluğu belirleyeceği bir sezon daha geçiririz.

Liverpool 2-0 Chelsea


Bu sezon her kulvarda sıkıntı yaşayan Liverpool Anfield Road'da ligin lideri Chelsea'yi ağırladı. Fernando Torres'in harika performansıyla rakibini Londra'ya eli boş gönderdi.

Maç dengede başladı. Liverpool Benitez dönemindeki başarılı savunmasını uygular bir görüntü içindeydi. Rakibe fazla boş alan bırakmadılar. 11.dakikada Dirk Kuyt'ın uzun pasını Torres harika kontrol etti ve Cech'in sağından topu ağlara gönderip takımını 1-0 öne geçirdi. Sonraki dakikalarda Chelsea etkili olmaya çalıştı ama Drogba olmadan fazla bir şey yapmaları mümkün değildi. Anelka ve Malouda çabaladılar ama sadece ikisiyle bu işin olmayacağı belliydi. Devrenin sonunda Torres ceza sahasının sol çaprazında çalımlarla açısını düzeltip mükemmel bir vuruş yapınca skor 2-0 oldu ve Liverpool 2 farklı üstünlükle soyunma odasına gitti.

2.yarıya Ancelotti Kalou-Drogba değişikliği ile başladı. Bu değişiklikle beraber Chelsea Liverpool kalesinde daha etkili olmaya başladı. Ancak Reina'nın çok net 2 pozisyonda gole izin vermemesi skoru 2-0'da tuttu. Anelka'nın da bir şutunu da Reina kucağından kaçırmasına rağmen top üst direkten dönünce Chelsea'nin ne yaparsa yapsın gol bulamayacağını anlamış olduk.

Liverpool mükemmel oynadı diyemem. Ancak Torres mükemmel oynadı, Reina da 2.yarıda oldukça başarılıydı. Şu maçı izledikten sonra Premier Lig'de oynanan futbola hayran olmamak mümkün değil. Maçın çok yüksek tempoda oynanmasının yanı sıra oyuncuların tamamı da iyi niyetliydi. Her sert faul pozisyonundan sonra abartmıyorum istisnasız her futbolcu rakibinden özür diledi. Ellerinden geldiğince hakem Howard Webb'e yardımcı oldular. Murat Kosova'nın da dediği gibi "İşte Premier League bu." dedirttiler.

Lazio 0-2 Roma


Dün Avrupa'da birçok ligde önemli maçlar oynandı. Kronolojik olarak gidersek bunlardan ilki Roma derbisiydi. Bu sezon başarılı sonuçlar alan Lazio ile istediklerini gerçekleştiremeyen Roma Olimpiyat Stadı'nda karşılaştılar. Futbol kalitesi olarak vasatı aşamayan maçta hakemin verdiği ve vermediği penaltılar ön plana çıktı.

İlk yarıda iki takım da savunma güvenliğini bırakmadan rakibin hata yapmasını bekledi. Bu bana 2003 yılındaki Şampiyonlar Ligi finalini hatırlattı. Milan ile Juventus karşılaşmış ve pozisyonsuz geçen maç tarihe en sıkıcı "Şampiyonlar Ligi finali" olarak geçmişti. Bu maçta da hakem Roma'ya ilk penaltıyı verene kadar oldukça sıkıcıydı.

2.yarıda hakem Roma'ya ilk penaltısını verdi. Bu pozisyonlar son yıllarda çok sık yaşanmaya başladı. Çok yakın mesafeden çekilen sert şutlarda kimi hakem penaltıya hükmederken kimi de defans oyuncusunun kasıtlı olarak elle oynamadığını düşünüp penaltıyı çalmıyor. Bu pozisyonlarda bariz bir standartsızlık var. FIFA'nın bu işe çözüm üretmesi gerekiyor. Golden sonra Lazio beraberliği yakalamak için rakip kaleye daha fazla yüklenmeye başladı. Aslında önemli fırsatlar da yakalamalarına rağmen girdikleri pozisyonlarda gole ulaşamadılar. Roma'ya penaltı verilen pozisyonlardan daha çok penaltı olan pozisyonlarda hakem onlara penaltı çalmadı. Maçın sonlarına doğru Baptista'nın hareketini yiyen hakem Roma'ya bir penaltı daha çaldı ve maçı Roma 2-0 kazanmayı başardı.

Maçtan sonra Emidio Morganti'yle ilgili ufak bir araştırma yaptım. FIFA kokartlı bir hakem değil kendisi. Maçı da zaten kötü yönetti. Cumartesi akşamı oynanan Inter-Brescia maçında da hakem Inter'e uydurma bir penaltı çalmıştı. Bu maçlar bizim ligimizde oynansaydı kıyamet kopardı. Acaba İtalyanlar ne alemdedir?

Geçen sene Jose Mourinho Inter'i çalıştırırken Seria A'nın yine biraz izlenebilirliği vardı. O da Inter'den ayrılınca artık hiçbir cazibesi kalmadı. Geçen hafta oynanan Milan-Juventus maçında da futbol yoktu sadece sertlik vardı. Böyle giderse sene sonunda Almanya İtalya'yı ülke sıralamasında geçecektir.

5 Kasım 2010 Cuma

Telafi


Beşiktaş İstanbul'da yenildiği Porto ile deplasmanda berabere kalarak kağıt üzerinde alması gereken 1 puanı deplasmanda almış oldu. CSKA Sofya da Rapid Wien'i deplasmanda mağlup edince Porto gruptan çıkmayı garantiledi. Beşiktaş da çok önemli bir avantajı ele geçirdi.

Öncelikle şunu söyleyeyim maçın ilk yarısı inanılmaz sıkıcıydı. İlker Yasin'in eşsiz anlatımının da bunda katkısı büyüktür. Porto ciddi rotasyona gitmemişti ama Benfica maçını düşünerek kendilerini fazla yormamaya gayret gösteriyorlardı. Oyunu kontrol eden ancak tempoyu yükseltmeyen bir Porto vardı. Beşiktaş da ilk yarıda iyi değildi. Aurelio'nun performansı ilk yarıda çok yetersiz kaldı. Guti'yi de orta sahada pek top kaparken göremeyince Ernst tek başına mücadele etmek zorunda kaldı. Bu da Porto'nun orta sahayı her defasında rahat geçmesini sağladı. 35. dakikada savunmanın arkasına atılan topa Falcao hareketlendi. Büyük ihtimalle topa yetişemeyecekken hatta Falcao düşüşe geçmişken Hakan Arıkan gitti Falcao'yu düşürerek Porto'ya bedavadan penaltı kazandırdı. Penaltıyı gole çeviren Falcao Porto'yu 1-0 öne geçirdi.

2.yarıya Schuster Tabata-Holosko değişikliği ile başladı. Ama Beşiktaş'ı hareketlendiren bu değişiklik değil, İbrahim Üzülmez ve Cristian Rodriguez arasındaki sürtüşmenin ardından Porto'nun 10 kişi kalmasıydı. O dakikaya kadar varlık gösteremeyen Beşiktaş pozisyonlara girmeye başladı. Önce Holosko'nun vuruşu direkten döndü. Sonra Nihat mükemmel bir gol attı. Ancak golden 4 dakika sonra İbrahim Toraman da kırmızı kart görünce oyun yine dengelendi. Kalan dakikalarda yüksek tansiyonlu heyecanlı bir maç izledik. İki takımın da karşılıklı pozisyonları vardı. Özellikle Porto'nun çizgiden çıkarılan bir topu var ki Ersan'ı tebrik etmek gerekir.

Beşiktaş'ta az önce de bahsettiğim gibi Ersan başarılıydı. Ben kendisini ilk defa izliyorum ama sadece bir kez topu ayağının altından kaçırdı. Onun dışında çok çabuk yerinde ve kritik müdahalelerde bulundu. Türk futbolu için çok önemli bir stoper haline gelebilir. Onun dışında İbrahim Üzülmez yine bildiğimiz gibiydi. Keza Ernst de öyle. Nihat golü attıktan sonra biraz daha iyi oynamaya başladı. Bobo bir hayli uğraştı, Holosko da fena değildi.

İlker Yasin'e değinmeden olmayacak. Daha maçın başı sanki Beşiktaş 2-0 gerideymiş gibi anlatıyor. Sürekli oyuncuların isimlerini yanlış söylüyor. Değişik değişik futbolda olmayan terimler kullanıyor. Futbolda "kafa darbesi" diye bir şey var mı? Kick Box mücadelesi mi bu? Kendisine burdan şunu söylemek istiyorum. Allah aşkına bir mevkidaşlarına bak senden başka maç anlatan spor müdürü var mı?

Sonuç olarak Beşiktaş alması gereken 1 puanı İstanbul'da değil de Porto da almış oldu. Bundan sonra oynayacağı 2 maçtan birini kazandığı takdirde gruptan çıkma hakkını elde edecek.

4 Kasım 2010 Perşembe

Şampiyonlar Ligi 4. Hafta Çarşamba Maçları


Şampiyonlar Ligi'nde 4. hafta maçları E,F,G ve H Gruplarında oynanan maçların ardından tamamlandı. Dün akşam alınan sonuçlarla birlikte gruptan çıkmayı başaran ilk takımlar Bayern Münih,Chelsea ve Real Madrid oldu. Partizan ve Zilina ise bu matematiksel olarak Avrupa Kupaları'na veda ettiler. Bursaspor ve Hapoel'in de Şampiyonlar Ligi'ne devam etme şansları matematiksel olarak da kalmadı.

E Grubu'nda Bayern Münih Romanya'ya ancak 15 futbolcu götürebilmişti. Bu yüzden Bayern için "Bu maçın günahı olmaz, herşey olabilir." diyordum. Özellikle ilk maçta da Clujlu oyuncular Bayern'e gol bulmasında epey yardımcı olduktan sonra "Bayern kazanamazsa sürpriz olmaz." dedim. Ama Bayernli oyuncular üzerlerindeki formanın hakkını veren bir oyun ortaya koyarak 4-0 gibi bir galibiyet elde etmeyi başardılar. Özellikle çok gol kaçırdığı için eleştirilen Mario Gomez eline geçen fırsatı değerlendirip hat-trick yaptı. Bu tip durumları fırsata dönüştürebilecek oyunculara sahip olmak bir takım için çok önemli.

Diğer maçta ise Roma kendi evinde yenildiği Basel'i deplasmanda yenip içerideki mağlubiyeti bir nevi telafi etmeyi başardı. Tabi Basel'in çok net fırsatları değerlendirmediği birçok pozisyon da maçın içinde mevcut. Roma'nın attığı gollerin biri penaltıdan. Diğerleri ise ilginçtir Romalı bir oyuncu yerde kaldıktan sonra diğerinin gelip tamamlamasıyla atılmış. 3. golde Boriello'nun penaltı bekleyip kıvranırken takım arkadaşı golü attıktan sonra at gibi koşması gözlerden kaçmadı bu arada.

Bu sonuçlarla Bayern Münih 12 puan yapıp gruptan çıktı. Roma da 2. sıraya yükseldi. Basel ve Cluj ise takibini sürdürüyor. 5. haftada Roma Bayern'i Basel Cluj'u ağırlayacak. Basel Cluj'u yendiği takdirde üst tur şansını son haftaya taşıyacak.

F Grubu'nda Chelsea beklenildiği gibi Cüneyt Çakır'ın yönettiği maçta Spartak Moskova'yı yendi. İlk yarıda gol bulamadılar ama 2. yarıda bir hayli pozisyona girdiklerini söyleyebiliriz. Hakem Cüneyt Çakır da Chelsea lehine bir penaltı çalmış ki verdiği karar doğru gibi duruyor. Bu sonuçlar Chelsea gruptan çıktı. Çünkü Spartak Moskova ile Marsilya'nın kendi aralarında oynayacağı bir maç olduğundan matematiksel olarak ikisi birden Chelsea'yi geçemez. Ayrıca Chelsea %99.99 ihtimalle de lider olacak, zira bir sonraki maçı Londra'da Zilina'yla. Diğer maçta ise Marsilya Zilina'yı tabiri caizse paramparça ederek Şampiyonlar Ligi tarihinin en farklı deplasman galibiyetini elde etti ve ilk maçta yenildiği Spartak Moskova'yı yakaladı. Böylece bir sonraki Şampiyonlar Ligi haftasında Moskova'da oynanacak maç daha kritik hale geldi.

G Grubu'nda Milan-Real Madrid maçını yazmıştık. Auxerre de Ajax'ı yenerek kendisi için hayati öneme haiz bir 3 puan aldı. Eğer bu maçı kazanamasalardı Avrupa Ligi'ne gitmeleri için son 2 maçı kazanmaları gerekecekti ki bir anlamda şanslarını mucizelere bırakacaklardı. Yalnız Ajax'ın maçı 1-1'e getirene kadar Auxerre üzerinde kurduğu baskıyı görünce Ajax sanki hala daha avantajlı gibi gözüküyor. Kaldı ki puan olarak da öndeler.

Bu grupta bir sonraki hafta Ajax gruptan çıkmayı garantilemiş Real Madrid ile oynayacak. Sanırım onu takip eden hafta El Clasico var. Bu Ajax için avantaj olabilir. Auxerre ise Milan'ı ağırlayacak.

Son olarak H Grubu'nda Shaktar Donetsk Londra'da 5-1 yenildiği Arsenal'i yenmeyi başardı. Özet görüntülerden anladığımız kadarıyla ilk yarıda Shaktar takımı hakkaten Shaktar gibi oynamış. 2. yarıda Arsenal daha etkili gözükmüş ama kaleci Pyatov'un performansı ev sahibi takıma 3 puanı getirmiş. Diğer maçta ise Braga Partizan'ı deplasmanda da yenmeyi başardı. Braga 6 puana çıktı ama Shaktar ve Arsenal'i zorlamasını beklemiyorum. Bu sonuçlarla Shaktar liderliği kovalayabilecek duruma geldi. Partizan'ın son 2 maçından puan çıkarmak için mücadele etmesi gerekecek.

Şampiyonlar Ligi'nde 5.maçlar 3 hafta sonra oynanacak. Çünkü arada milli takımların hazırlık maçları olacak. Acaba gruptan çıkmayı garantileyen takımların arasına kaç takım daha eklenecek?

AC Milan 2-2 Real Madrid


Benim İtalya'da tuttuğum takım Milan'dır. Geleneklerine bağlı yani muhafazakar bir yapısı vardır. Ama şike skandalından beri iyi değiller tabi. 2007'deki Atina'da oynanan finalden beri piyasada yoklar. Böyle giderse de bir sezon daha kupasız geçecek gibi gözüküyor. İtalya Kupası'nı alırlarsa bilemem.

Dün akşam Real Madrid de çok iyi değildi belki ama oyunun büyük bölümünde Milan'dan daha iyi olduklarını gösterdiler. 45'te öne geçtiler ama aslında Di Maria ve Higuain'in çok net pozisyonları vardı. Üstünlük golünü daha erken de bulabilirlerdi.

2.yarıda Real Madrid oyunu rölantiye almak istedi. Ama oyuna sonradan giren Inzaghi buna izin vermedi. Inzaghi oyuna girerken "Lan bu adam mı kurtaracak Milan'ı?" dedim. Son dakikada Pedro Leon golü atmasa başarıyordu veteran golcü.

Milan'ın bütün hücum planı Ibrahimovic üstüne kurulu. Sürekli topu onunla buluşturma çabası içerisindeler. O da sağolsun güçlü fiziğiyle havadan yerden her topu alıyor. Bir zamanlar bizim milli takım böyleydi. Sürekli Hakan Şükür'e top şişirirdik. Ama o İbo gibi her topu alamazdı.

Dün akşam her ne kadar Milan'ın kazanmasını istesem de galibiyeti hakedecek bir oyun oynadıklarını söylemek zor. Biri Pepe ve Casillas'ın hatalarıyla, diğeri de ofsayttan bir golle 2-1 öne geçtiler. Futbol da zaten bu yüzden güzel. Sen bir şey yapamasan bile bazen rakip oyuncular ve hakemler senin için bir şeyler ayarlayabiliyorlar.
Sonuç itibariyle heyecanlı bir maç izledik. Belki inanılmaz bir futbol yoktu ama iki takımın adı zaten maçı izletiyor. Zaman zaman özellikle Gattuso kaynaklı sertlikler yaşandı. Howard Webb oyuncuları sahada tutmaya özen gösterdiğinden kırmızı kart çıkmadı. Başka bir hakem olsa Milan maçı 11 kişi tamamlayamayabilirdi.

Bu beraberlikle Real Madrid gruptan çıkmayı başardı. Çünkü Milan ve Ajax'ın kendi aralarında oynayacağı bir maç var. Bu da demek oluyor ki ikisi birden Real Madrid'i geride bırakamazlar. Milan ise 2 Real Madrid maçından 1 puan çıkarabilmesine rağmen 2. sırada kalmayı başardı. Gruptan çıkacak diğer takım büyük bir sürpriz olmazsa Milan olur. Ama kura yardım etmezse çeyrek finali göreceklerini sanmıyorum.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi 4.Hafta Salı Maçları



Şampiyonlar Ligi'nde 4.hafta A,B,C ve D Gruplarında oynanan 8 maçla başladı. Özellikle Gareth Bale ve Fabio Coentrao'nun performansları dikkat çekiciydi. Sol kanat oyuncularının gecesi oldu desek yanlış olmaz.

A Grubu'nda Tottenham Inter'i 3-1'le geçmeyi başardı. Maçın adamı ise geçen maçta olduğu gibi Gareth Bale'dı. Birçok futbol otoritesine göre Dünya'nın en iyi sağ beki olarak gösterilen Maicon'un kanadı Gareth Bale tarafından koridora çevrildi. Tottenham bu galibiyetle ikili averjda Inter'in önüne geçip liderliğe yükselmeyi başardı. Werder Bremen-Twente maçında ise futbolun "atamayana atarlar" prensibi vücut bulmuş desek yanlış olmaz. Twente'nin de maçta pozisyonları var ama Werder Bremen özellikle Hugo Almeida salaklığına doymasın. Onun yüzünden bizim kupon da yattı.

Bu sonuçların ardından bu grupta Werder Bremen büyük ihtimalle sonuncu olup Avrupa kupalarına veda edecek gibi gözüküyor. Bunun önüne geçmeleri için son şampiyon Inter'in 3-1 mağlup olduğu Londra deplasmanından 3 puan çıkarmaları şart. Tottenham ise hem gruptan çıkmak için hem de liderlik için avantaj elde etti. Lider çıkmaları durumunda çeyrek final görmeleri kolaylaşacaktır.



B Grubu'nda Benfica kendisi için hayati öneme haiz maçı kazanmayı başardı. Maçın 4-0'dan 4-3'e kadar gelmesi ilginç. Bu maçta Coentrao attığı 2 golle galibiyete önemli katkı sağladı ama attığı ilk golde bana göre ofsayt vardı. Ayrıca maç 0-0 iken Lyon'un iki golü ofsayt gerekçesiyle sayılmadı ki iptal edilen 2. gol nizamiydi. Kısacası yardımcı hakemleri gördüğü ve göremediği ofsaytlar maçın kaderini etkiledi. Schalke ise Tel Aviv'den 1 puanla döndü. Maçı kazansalardı önemli bir avantaj ele geçireceklerdi. Ancak özetlere bakılacak olursa Schalke 2 puan kaybetmemiş, 1 puan kazanmış.

5.maçlarda Schalke kendi evinde Lyon'u yenmek zorunda. Tabi Benfica İsrail deplasmanında kazanabilecek mi, bilemeyiz. Lyon son maçı içeride Hapoel ile oynayacağından 12 puan yapıp gruptan çıkacaktır. Schalke ile Benfica arasındaki işler ise epey karışık

C Grubu'nda Bursaspor Manchester Utd. maçını yazmıştık. Diğer maçta ise Valencia Glasgow Rangers'ı farklı mağlup edip 2. sıraya yükseldi. Açıkçası bu grupta işler olması gereken duruma geldi. 5.maçlarda enteresan bir sonuç çıkmazsa Valencia ve Manchester Utd. gruptan çıkmayı garantileyip son maçta Old Trafford'da liderlik mücadelesi yaparlar. Bursaspor ise son maçta Avrupa Ligi'ne gitmeyi garantilemiş Rangers'ı evine eli boş gönderebilir.



D Grubu'nda Barcelona deplasmanda Kopenhag ile 1-1 berabere kaldı ancak liderliğini sürdürdü. Barcelona Şampiyonlar Ligi'nde deplasmanlarda oldukça zorlanıyor. Geçen sene de yanlış hatırlamıyorsam deplasmanda sadece Dinamo Kiev'i yenmişlerdi. Ondan önceki sene de şampiyon olduğunda eleme turlarında deplasman galibiyeti alamamıştı. Genellikle deplasman maçları berabere bitiyor aslında. İddaa'da kovalamak lazım. Diğer maçta ise Rubin Kazan birçok pozisyon bulduğu maçta Panathinaikos ile yenişemedi. Panathinaikos'u anlamak mümkün değil açıkçası. Beraberlik hiçbir şekilde kendisine yaramadığı halde neredeyse 90 dakika savunma yapmışlar.

D Grubu'nda 5.maçlar oldukça kritik. Rubin Kazan-Kopanhag maçı gruptan çıkacak 2. takımı belirleyecek maç olacak. Barcelona'nın ise kötü deplasman karnesine karşın Atina'dan galibiyet çıkaracağını düşünüyorum. Çünkü Atina'daki Olimpiyat Stadı bizim Atatürk Olimpiyat Stadı'na çok benziyor. Misafir takımlar için tehdit oluşturmuyor.

Şampiyonlar Ligi'nde 4.hafta maçları bu akşam E,F,G ve H Gruplarındanki maçlarla tamamlanacak. Hakemimiz Cüneyt Çakır ise F Grubu'ndaki Chelsea-Spartak Moskova mücadelesinde düdük çalacak. İlginçtir 2. Şampiyonlar Ligi maçında kendisi 2.defa bir Rus takımının maçında görev alacak.

Bursaspor 0-3 Manchester Utd.


Bursaspor dün akşam Şampiyonlar Ligi'ndeki 4.maçında Manchester United ile bu kez Bursa'da karşılaştı. İlk yarıda MANU ile başa baş oynayan Bursaspor ikinci yarıda yediği gollerle sahadan 3-0 yenik ayrıldı.

İlk yarıda daha önce Şampiyonlar Ligi maçlarında göremediğimiz bir Bursaspor vardı. İstekli, hırslı, mücadeleci bir takım vardı sahada. Taraftarının da desteğiyle iyi oynuyorlar pozisyonlara giriyorlardı. Hatta ilk yarıda Bursa'nın Manchester'dan fazla pozisyon bulduğunu söyleyebilirim. Özellikle Evra'nın hatasından kaynaklanan pozisyonda Turgay'ın o golü atması gerekirdi. O gol atılmış olsa taraftar desteğiyle de Bursaspor Manchester'ı boğabilirdi. Tıpkı 3 sene önce Beşiktaş Liverpool'u 2-1 yenerken olduğu gibi. Hatırlayacak olursanız o maçta Beşiktaş çok iyi oynamış Liverpool o atmosfer karşısında çaresiz kalmıştı. Benzer bir şey dün akşam Bursa'da da olabilirdi ama olmadı.

İkinci yarının hemen başında Vederson'un hatası sonucu Manchester golü bulunca ilk yarıdaki Bursaspor gitti yerine bambaşka bir takım geldi. O istekli, hırslı oyuncular gitmiş ayaklı cenazeler sahada dolaşır olmuştu. Seneler önce İstanbul takımları da böyle oluyorlardı. Dün akşam maçtan sonra Bursaspor taraftarı çok övüldü fakat maç 1-0 iken hiçbir tezahürat yoktu. Hepsi sus pus olmuştu. Ancak skor 2-0 olduktan sonra tezahürat başladı. Böyle durumlarda takım moral olarak çökünce birisinin çıkıp takımı hareketlendirecek bir şey yapması gerekiyor. Mesela Tuncay Fenerbahçe'de oynarken daima maçın 90 dakika olduğunun bilincinde olarak oynar bu durum takım arkadaşlarını da hareketlendirirdi. Dün akşam Bursa'da kenardaki Ertuğrul Sağlam dahil bu duruma isyan edecek birisi yoktu. Her korner oluşunda korneri kullanan futbolcunun tribünleri hareketlendirecek el kol hareketleri yapmasını bekledim ama yapmayı akıl edemediler. Zaten maç 2-0 olunca iş tamamen koptu. Daha sonra da Bebe gol perdesini kapadı ve maçı 3-0 Manchester Utd. kazandı.

Hep konuşulan tecrübesizlik faktörü Bursaspor'un oyununda etkili olmaya devam ediyor. Özellikle pasların zamanlamaları çoğunlukla yanlıştı. Birçok pozisyonda ya erken pas attılar ya da geç. Mesela bir pozisyonda Insua denilen adam önünde bomboş alan varken markaj altındaki Sercan'a uzun top atmaya kalktı.

Dün akşam Bursa'da ilk yarıda iyi bir Bursaspor vardı. Bu iyi Bursaspor'da Sercan Yıldırım ve Volkan Şen'in performansları bana göre gayet başarılıydı. Takımın ilk yarıda rakip kalede etkili olmasında önemli pay sahibiydiler.

Gruptaki diğer maçı Valencia 3-0 kazandı ve grupta herşey normale dönmüş oldu. Eğer 5.maçlar olması gerektiği gibi giderse son maçta Bursa'ya üst tura çıkmayı başaramamış ama Avrupa Ligi'ne katılmayı garantilemiş bir Glasgow Rangers gelecek. Bu da Bursaspor'a ilk puanlarını kazanması için bir fırsat yaratmış olacak.

2 Kasım 2010 Salı

Bursaspor v. Manchester Utd.


Bursaspor bu akşam Şampiyonlar Ligi’ndeki 4. maçında Bursa’da Manchester Utd. ile karşılaşacak. Bursaspor ilk puanlarını almak ve ilk golünü atmak için Manchester ise gruptan çıkma konusunda avantaj elde etmek için sahaya çıkacak.

Bursaspor deplasmana giderken birçok insan fark beklentisi içerisindeydi. Ama Alex Ferguson’ın oyuncu tercihleri bu beklentileri boşa çıkardı. Etkili Hernandez yerine tecrübesiz Macheda tercihi United’ın gol pozisyonu üretmesini zorlaştırdı. Bu akşam ne yazık ki Macheda yok. Eğer oynarlarsa, Hernandez-Berbatov ikilisi Bursa’nın başını yakabilir.
Bursa özellikle kanatlardan etkili olan bir takım ama bu sene Ozan İpek geçen seneki formunda değil. Volkan Şen Bursa’nın etkili oyuncularının başında geliyor ama geçen maçta Patrice Evra gibi bir oyuncuyla karşılıklı oynaması gerekti ve doğal olarak etkili olamadı. Elbette bu maç için taktik değerlendirmelerde bulunmak abesle iştigal etmek olur ama en azından Ertuğrul Sağlam’ın Volkan Şen’i Evra’dan kurtarması lazım. Hiç değilse hücumda alternatif bir şey üretmiş olunur.
İlk maçtaki 1-0’lık skor kimseyi aldatmamalı. Çünkü o maç baştan sona Bursa yarı sahasında oynanmıştı. Ayrıca Manchester Utd. çok rahat ve inanılmaz sabırlı oynayan bir takım. Hiçbir şey yapmıyorlar gibi gözüktükleri birçok maçı bu şekilde kazandıkları vakidir. Hayaller kurmak güzeldir ama gerçekçi olmakta fayda var. Bu akşam alınacak muhtemel bir beraberlik yeter de artar bile.