BİY

30 Ekim 2009 Cuma

Komik Olmayın !!!



Yine bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisinden oynadıktan sonra maçta yaşananlar yüzünden tartışmalar bitmek bilmiyor. Fakat durum bu kez biraz daha farklı. Galatasaray tarafından "Fenerbahçe'nin oyununa geldik." gibi bana göre komik iddialar geliyor. Özellikle Rijkaard ve Keita'dan.

Bu iki insan "Fenerbahçe'nin oyununa geldik" gibi açıklamalar yaptılar. Ya arkadaş! Fenerbahçe'nin maçı kazanmak için ortamı germeye ihtiyacı mı var? Daha önce 9 kere yenmiş zaten niye uğraşsın ki böyle şeylerle. Maçtan önceki kavga tamamen spontane gelişen bir olay. Belki o olay sinirlerini bozmuş olabilir futbolcuların. Ama tribün olayları ilk defa olmuyor. Sen buna oyuncularını hazırlayamadıysan senin kabahatin demektir. O yüzden böyle "Fenerbahçe'nin oyununa geldik" gibi şeylere girmeyin. Komik oluyorsunuz. Haldun Üstünel'in açıklamaları ise sadece sistemin bir gereğidir. O zırvaların üzerinde durmak abesle iştigal olur.



Cezalara gelince... Maçtan önceki hadisenin başrol oyuncuları Cristian ve Arda'ya herhangi bir ceza gelmemiş olması enteresan. Bilica ve Keita'nın cezaları da normal. Seyircisiz oynama cezası ise bana göre 3 maç olmalıydı. Neden bana göre diyorum? Hatırlayanlar vardır. Şampiyonlar Ligi'nde Roma-Dinamo Kiev maçı vardı. Hakem Anders Frisk'in başı yarılmıştı. O maçtan sonra Roma'ya 3 maç seyircisiz oynama cezası verilmişti. Bu olay düşünüldüğünde ceza 3 maç olabilirdi. Ama hafifletici sebepler de var. Sonuçta orada yapılan saldırı aslında direkt hakeme değil. Biraz "Kim vurdu?"'ya gitti Tarık Ongun.

Sonuç olarak verilen cezalar da çok anormallik yok. Kalkıp yaygara yapmaya da gerek yok. Ayrıca Tahkim'in sanki mecburmuş gibi cezalarda indirime gitmesine de gerek yok.

28 Ekim 2009 Çarşamba

ööle bi topçu...

Rijkaard'ı Anlayabilmek


Fenerbahçe maçındaki Galatasaray ilk onbirini görünce sene başında bildiğim fakat hem Fenerbahçe'nin hem Galatasaray'ın lige iyi başlamasından dolayı unuttuğum bir gerçeği hatırladım. O gerçek Frank Rijkaard'ın Galatasaray'da aslında ne yapmak istediğiydi.

Ankaragücü maçı ile başlayan eleştiri yağmurları Fenerbahçe maçından sonra yine Rijkaard'ın üstüne yağmaya başladı. Eleştiriler de genel olarak belli zaten. 4 tane hücum oyuncusuyla Kadıköy'de maça çıkılır mı? A,B,C planı falan filan...

Frank Rijkaard Türkiye'ye gelmiş farklı hocalardan biri. Belki de en farklısı. O yüzden bu farklı adamı iyi tanımak gerekiyor. Tanımak derken kariyeri değil tabi. Galatasaray'daki birincil amacını bilmekten bahsediyorum. Rijkaard'ın asıl amacı kafasındaki oyun sisteminin takım tarafından sahada başarılı şekilde uygulanması. "Ben bu takımı nasıl şampiyon yaparım." değil. O yüzden B planı, oyun şablonu gibi kavramlar üzerinden yapılan eleştiriler havada kalıyor. Pazar günü oynanan derbi de benim bu gerçeği hatırlamamı sağladı. Rijkaard Galatasaray için en zor deplasmanda oyun sisteminden hiçbir şekilde taviz vermedi. Belki de bu muhafazakar anlayış Galatasaray'a maçı kaybettirdi. Ama takımın her maç aynı oyunu oynayabilmesi için maç ve rakip ayırt edilmeksizin aynı düzen içerisinde sahaya çıkması gerekiyordu ve Rijkaard da bunu yaptı.

Tabi bu klişeleşmiş eleştirileri yapanları da mazur görmemize sebep olan bir ülke gerçeği var. O da "Galatasaray'ın her zaman şampiyonluğa oynaması" gerçeği. İşte bu gerçek üzerinden yola çıkıldığında bu tip eleştirilerin olumsuz sonuçlar alındığında yapılması normal. Eğer bu eleştirilerin yapılmasından rahatsız olunuyorsa anlamayanlar için yetkili birisinin çıkıp açık açık "Bizim ilk hedefimiz kafamızdaki oyun anlayışının sahada başarılı bir şekilde uygulanması, şampiyonluk ve kupalar daha sonra geliyor." demesi lazım. Ama Galatasaray'da kim çıkıp böyle konuşabilir merak konusu.

Burdan çıkarılacak iki sonuç vardır. 1-) Rijkaard eleştirilemez bir hoca değildir. Ama onu eleştirmek için ağızlara sakız olmuş laflardan sıyrılıp onun ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekir. Daha sonra bu kadronun Rijkaard'ın isteklerine ne derece cevap verebileceği üzerinden eleştiriler yapmak daha doğru olacaktır. 2-) Sene başında şampiyonluğun en önemli iki favorisi olarak gösterilen Fenerbahçe ve Galatasaray arasında temel bir fark vardır. O da birinin hocasu şampiyonluğu hedefleyip takımını buna göre oynatırken, diğerinin hocası oynaması çok zor olan fakat oynandığında izleyene keyif veren bir oyun anlayışını takıma oturtmaya çalışmaktadır.

27 Ekim 2009 Salı

RİVER-BOCA

İKİ RESİM ARASINDAKİ FARK

Fenerbahce-Galatasaray maçı öncesi

Ertelenen Marsilya-PSG maçı öncesi

KİMDE NE VAR


Real Madrid'li oyuncuların kış sezonu arabaları Audi tarafından verildi.Madrid'de kış bu kadar sert diil ama gene de yakışır delikanlılara.

Raúl: Q7

Diarrá: R8 (5200 V10)

Higuaín: R8 (4200 V8)

Dudek: RS6 Avant Familiar Ranchera

Van der Vaart: A6

Benzema: A5 Coupé Cabrio

De la Red: A5 Coupé Cabrio

Kaká: RS6 Avant Familiar

Cristiano Ronaldo: RS6

Metzelder: Q5

Granero: Q5

Casillas: Q5

Van Nistelrooy: Q7 3000 tdi

Marcelo: Q7 3000 tdi

Pepe: Q7 3000 tdi

Gago: Q7 3000 tdi

Albiol: Q7 3000 tdi

Garay: Q7 3000 tdi

Guti: Q7 3000 tdi

Xabi Alonso: Q7 3000 tdi

Sergio Ramos: S5 S4200

Adán: A5 Cabrio

Drenthe: A5 Cabrio

Arbeloa: A5

26 Ekim 2009 Pazartesi

İŞTE BÖYLE.....



Muhabir: "Mesela sen hiç hayatında Fenerbahçe galibiyeti gördün mü? Galatasaray'ın buradaki en son galibiyeti 1999 yılında"
Sabri: "Görmedim abi‚ ben o zamanlar alt yapıdaydım"

Fenerbahçe 3-1 Galatasaray


Ligin zirvesindeki iki takımın Kadıköy'deki mücadelesinde 9 yıldır olduğu gibi kazanan yine Fenerbahçe oldu. Maç öncesine baktığınız zaman her iki takımın taraftarı da takımına güveniyor ve inanıyordu. Bundan daha doğal bir şey de olamaz. "İnanmıyorsan güvenmiyorsan niye bu takımı tutuyorsun?" diye sorarlar zaten.

İlk onbirlere baktığınız zaman Galatasaray her maç oynadığı oyunu oynamaya çalışan Fenerbahçe ise Galatasaray'ın bu oyunu oynamasını engellemeye yönelik bir kadro ile çıktı sahaya. Oyun da böyle oynandı zaten. Fenerbahçe'nin amacı rakibi oynatmamaktı. Maçın başından itibaren çok mücadele edip rakibi bozdular. Orta sahadaki baskı golü de getirdi. Erken gelen gol hiç şüphesiz Fenerbahçe'ye avantaj da sağladı. Bu gol dışında ilk yarıda pozisyonlara giren taraf yine Fenerbahçe'ydi. Ama pozisyonların tamamı duran toplardan ya da Leo Franco'nun hatasından kaynaklandı.


İkinci yarıya baktığınız zaman Fenerbahçe yine Leo Franco'nun hatasından istifade edip bir penaltı kazandı. Skor 2-0 olunca Fenerbahçe işi bitirdi diye düşünüyorduk ki Hakan Balta'nın golü Galatasaray'ı maça döndürdü. Fakat golden sonra Fenerbahçe Galatasaray hücumlarını başarılı bir şekilde bertaraf etmeyi başardı. Keita'nın atılmasıyla da Fenerbahçe futbolcu sayısı olarak da üstünlük kurdu. Son dakikada Güiza'nın attığı gol ile Fenerbahçe maçtan galip ayrılmayı başardı.


İki takımın daha önce oynadığı maçlara baktığınız zaman Fenerbahçe Galatasaray'a nazaran daha dengeli bir takım. Buna karşın Galatasaray Fenerbahçe'ye göre hücum zenginliği daha iyi olan bir takım olmasına rağmen savunması daha zayıf. Rijkaard da bu savunmaya bir önlem almayı pek düşünmemiş. Zaten oyun anlayışından, dizilişinden taviz vermesini de beklemiyordum maçtan önce. Hatta ilerideki 4 hücumcuyu da oynatmasına sevinmedim desem yalan olur. Buna karşın Daum son haftalarda iyi oynamayan ve fizik açıdan iyi olmayan Andre Santos'u yine sakatlıktan yeni çıkan Güiza ve Semih'i ilk onbire almayarak rakiple kora kor mücadele edecek bir takım çıkardı sahaya ve başarılı oldu. Kısacası dersine iyi çalışan Daum uzun vadeli düşünen Rijkaard'ı mağlup etti.

Bünyamin Gezer iyi maç yönetmemiş olabilir. Ama hiç bir Galatasaraylı insan evladı kalkıp "İyi bir hakem olsa bu maçı kaybetmezdik veya kazanırdık." demesin. Girilen gol pozisyonları ortada. Belki sarı kartların Galatasaray'da daha fazla olması maçın dengesini değiştirmiş olabilir. Ama yine de Fenerbahçe haklı bir galibiyet aldı bence.


Bir de bazı futbolculardan bahsetmek istiyorum. Önce maçtan önce çıkan kavgayı konuşalım. Hayatımda ilk defa böyle bir olaya şahit oldum. Bir daha da olacağımı zannetmiyorum. Lafı da kıvırmaya gerek yok olayın bir numaralı sorumlusu Cristian. Fakat enteresan olan bir şey var bu kavgaların olmazsa olmaz ismi Lugano oyuncuları ayırmaya sakinleştirmeye çalışıyordu. Keita'nın yaptıkları da hiç hoş değil. Yanına su şişesi düşmüş yüzünü tutuyor. Ondan sonra topu alıp saha kenarındaki temsilcilere su şişesini götürmesi son derece komik ve kendini küçük duruma düşüren hareketler. Mahalle maçlarında vardır böyle tipler. "Top benim oynatmıyorum." deyip topu alıp giderlerdi. Bu da aynı ona benziyor. Ayrıca attığı yumruk yüzünden de ciddi bir ceza alacaktır. Onun dışında Alex'in hakkını teslim etmek lazım. Attığı iki golle galibiyetin baş mimarı oldu.


Dediğim gibi günlük düşünüp dersine iyi çalışan Daum, uzun vadeli düşünüp sistemini iyice oturtmaya çalışan Rijkaard'ı mağlup etti. Ancak Fenerbahçe'nin bu maçın rehavetinden sıyrılıp önümüzdeki haftaki Kayseri maçına iyi konsantre olması lazım. O maçtan alınacak 3 puan İnönü'ye çıkıldığında ikincinin en az 5 puan önünde olmak anlamına geliyor. Galatasaray ise mağlup olmak bir yana dursun çok önemli iki futbolcusunu da kaybetti. Keita'nın en az 3 maç ceza alacağı ve Baros'un ilk yarıyı kapattığı düşünüldüğünde Galatasaray bir maçtan daha fazlasını kaybetti.

23 Ekim 2009 Cuma

Bİ TOPÇUN OLSUN İSTER MİSİN?


İspanya'da bir şirket Norveçli bir genç oyuncunun satış haklarını satın aldı ve bunu halka satacağını duyurdu.Oyuncu, Daniel FORLANDSAAS adında bir norveçli.Nıke'ın "MAKE THE DIFFERENCE"turnuvasında Norveç'te ilk 4'e girmiş.Şimdilerde İspanya'da bu yılı geçirebileceği bir takım arıyor.Marca ile röportajında "insanların bana güvenerek yatırım yapmak istemeleri çok gurur verici. diyor.

Futblcunun haklarını MYFOOTBALLPLAYER adlı siteden alıyorsunuz.Yani Tevez'in haklarını alan MSI şirketi siz de ordan yatırımınızı yapyorsunuz.Forlandsaas'ın %5i 1000 euro civarında mesela.Siz futbolcunun transferinden payınız kadar alacak,daha sonra maaşında artış olursa da para almaya devam edeceksiniz.
Tabii bunların gerçekleşebilmes için de futbolcunun önce klüp bulması gerekiyor.Çünkü sitede şu anda Santander'de bulunan futbolcunun daha sözleşme imzaladığı bi klüp yok

D-Smart vs Digitürk


D-Smart ile Digitürk arasında D-Smart kurulduğundan beri ciddi bir rekabet var. Hatta öyle ki Turkcell Süper Lig yayın ihalesi devam ederken D-Smart yetkilileri ortaya astronomik rakamlarla çıkıp sözleşmenin 2010'da biten sözleşmenin yenilenmesini talep etmiş ilk kurşunu sıkmıştı.

Bu akşamki Steaua Bükreş-Fenerbahçe maçıyla bu kavga ayyuka çıktı. Maçın şifresiz yayınlanıyor olması ve TNT kanalının Digitürk'te mevcut olması işleri karıştırdı. D-Smart sürekli başka dijital platformlarda maçın izlenemeyeceğini söylese de Digitürk kullanıcıları maçı şifresiz izledi.

Mantık olarak baktığınız zaman DYH Şampiyonlar Ligi'nin de yayın haklarına sahip. Şampiyonlar Ligi maçlarının da dijital platform hakları D-Smart'a ait. Ama Star TV Digitürk'ün de bünyesinde bulunan bir kanal ve Şampiyonlar Ligi maçları yayınlandığında Digitürk üzerinden de bu maçlar izlenebiliyor. Pekala bu maç da Digitürk'ten izlenebilir.

İkincisi de TNT'nin web sitesindeki ifade. Bu akşamki maçın tanıtımı yapılırken seçenekler arasına Digitürk de konulmuş durumda. Yani orada izlenebileceği söyleniyorken hala neyi savunuyorsunuz kardeşim? Adama sorarlar "Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?" diye.

Sonuç olarak bunların kavgaları bitmeyecek. Hele siz 3 ay sonra yapılacak Turkcell Süper Lig yayın ihalesinde görün bunları. Birbirlerine girecekler. Gazetelerinde, televizyonlarında birbirlerine çemkirecekler. İşte asıl kapışma o zaman yaşanacak.

Steaua Bükreş 0-1 Fenerbahçe


Maç öncesi beklentim Fenerbahçe'nin bu maçtan herhangi bir başarılı sonuç alamayacağı yönündeydi. Fakat futbol sürprizler oyunu boşuna söylenmiş bir laf değil işte. Bazen hiç ummadığınız sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Yanıldığımı kabul ediyorum.

Maçi iki bölümde incelemek lazım. 1.bölüm 0-1 olana kadar. Bu bölümde iyi olan taraf Fenerbahçe idi. Orta sahada iyi mücadele eden, basan, koşan ve bunun sonucunda da üstünlük kurmayı başaran Fenerbahçe vardı. Bunda Steaua Bükreş'in kötü oyunun da etkisi oldu. Arada Steaua Bükreş pozisyonlara girse de bunlar tamamen Fenerbahçeli oyuncuların basit hatalarından kaynaklandı. Fenerbahçe ise Andre Santos ile girdiği net pozisyonlarda golü bulabilseydi daha erken öne geçebilirdi. 59'da Kazım'ın golüyle Fenerbahçe öne geçince işin rengi değişmeye başladı.

Golden sonra Steaua Bükreş canlandı. Oyunda üstünlüğü ele geçirdi, ofansif gücünü artırmaya çalıştı. Zaman zaman tehlikeli de oldu. O dakikalarda üst üste 3 pas yapamayan bir Fenerbahçe, bir topu direkten dönmüş Steaua vardı sahada. Doğrusunu söylemek gerekirse Fenerbahçe'nin bu şekilde devam ederek skoru koruması pek mümkün değildi. Daum da bunu görmüş olacak ki oyuna Vederson'u alarak orta sahada daha çok top tutulmasını sağladı. Yalnız çıkan adam Özer değil de Andre Santos olsaydı daha doğru bir değişiklik yapılmış olacaktı. Daha sonra Selçuk ve Ali Bilgin de girince Steaua baskısı biraz azaldı ve Fenerbahçe deplasmandan 3 puanla dönmeyi başardı.

Fenerbahçe'de Semih,Güiza ve Alex'in yokluğunda Kazım ileri uçta çok başarılı işler yaptı. İyi futbolunu attığı golle taçlandırdı. Emre ve Cristian da iyi oynadılar. Fenerbahçe bu deplasmanda aldığı 3 puanla gruptan çıkma konusunda ciddi bir adım attı. İçeride oynayacağı maçları da kazandığında toplamda 12 puana ulaşılacak ki böyle bir şey gerçekleşirse Fenerbahçe grup lideri olarak gruptan çıkacaktır.

22 Ekim 2009 Perşembe

Steaua Bükreş-Fenerbahçe Maçı Öncesi


Fenerbahçe bu akşam TSİ 20.00'de UEFA Avrupa Ligi 3. maçında deplasmanda Steaua Bükreş ile karşılaşacak. Ama haftabaşından beri konuşulan haftasonu oynanacak olan derbi. Bu maçı sallayan yok.

Olmaması da normal zaten. Cümle alem biliyor Fenerbahçe'nin Avrupa'yı sallamadığını. Sallamadığını demeyelim de lig kadar sallamadığını. Üstelik haftasonu derbi de olunca bu maç iyice arka planda kaldı. Bir de Alex'in yokluğu var tabi. Alex olmayınca Fener zorlanıyor deniliyor. Ama Fenerbahçe Alex olmadan da çok önemli maçlar kazandı. Hatta bu sene deplasmanda Diyarbakır'ı yine Alex olmadan yendi. Keza geçen sene içerde Galatasaray'ı dışarıda Beşiktaş'ı yendiğinde Alex yine yoktu. O yüzden "Alex olmadan Fenerbahçe kazanamaz." tezi çok da doğru değil. Ama yine de bu akşam olmayacak olması büyük bir dezavantaj.

Bu akşam Fenerbahçe'den herhangi olumlu bir işaret beklemiyorum. Sebeplerini de saydım zaten. Ama baştan şunu söyleyeyim Fenerbahçe'nin bu akşamki oyunu derbi için ölçü olmaz.

Şampiyonlar Ligi 3. Hafta

Şampiyonlar Ligi'nde 3. hafta geride kalırken birçok grupta da karışıklıklar çıkmaya başladı. Başaltı takımlar seribaşlarını bir hayli zorlayacak, belli oldu. Zürih gibi Debrecen gibi APOEL gibi Maccabi Haifa gibi zayıf takımlar olsa da yine de önceki senelere nazaran daha çekişmeli grup maçlarına şahit olacağız gibi son 3 maçlarda.



A grubunda 3. torbadan gelen Bordeaux takımı Bayern'i yenip liderliğe yükselmeyi başardı. 4. maçta Almanya'da Bayern'e yenilmemeyi başarabilirlerse gruptan çıkma adına çok önemli bir adım atmış olacaklar. Bu arada dün akşam oynanan maçta da 2 penaltı kaçırdıklarını belirtelim. Bayern de 9 kişi kaldı. Juventus ise dün akşama kadar galibiyete ulaşamamıştı. Maccabi ile arka arkaya iki maç oynamaları onlar için bir fikstür avantajı olabilir. Eğer Bayern Bordeaux'yu yenemezse Juventus da deplasmanda Haifa'yı yenerse son 2 maç öncesi Bordeaux ile birlikte ciddi bir avantaj yakalayabilirler. Tabi kritik bir Fransa deplasmanı var onlar için.

Beşiktaş'ın da grubu olan B grubunda 3'te 3 yapan 4 takımdan biri olan Manchester United 2 hafta sonra gruptan çıkmayı matematiksel olarak garantileme şansına sahip. CSKA'yı yenerlerse Beşiktaş da içerde Wolfsburg'a yenilmezse Manchester liderliği de garantilemiş olacak. Manchester'ın liderliği garantilemesi ve kendilerinin yoğun maç trafiği düşünüldüğünde Beşiktaş'ın avantajına olabilir. Beşiktaş için içerdeki Wolfsburg maçı çok kritik olacak. Alınacak 3 puan altın değerinde. Hem de 24 ayar.

C grubunda 6 puanlı iki takım var. Ac Milan ve Real Madrid. Görünen o ki Marsilya kendisinden beklenen sürprizi gerçekleştiremeyecek. Milan ve Real'in bir sürprize izin vereceklerini zannetmiyorum.

D grubunda 3'te 3 yapan bir diğer takım Chelsea var. Onları da 6 puanlı Porto takip ediyor. Atletico ve APOEL'in puanları 1. Tablo herşeyi anlatıyor zaten üstüne uzun uzun yazmaya gerek yok. İnsan Atletico Madrid'in durumuna üzülüyor doğrusu.



E grubu karışan gruplardan bir tanesi. Grubun favorisi Liverpool zor durumda. Lyon ise 3'te 3 yapan 3.takım Şampiyonlar Ligi'nde. Lyon'un ardından 2.sırada Fiorentina var. Liverpool ise 3 puanda kaldı. 4.maçlarda Liverpool Lyon deplasmanına gidiyor. İşleri kolay değil. Bir beraberlik bile alsalar Fiorentina içerde Debrecen'i yendiğinde aradaki fark 5'e çıkacak. Daha sonra Fiorentina ile Lyon Floransa'da berabere kalsa, Liverpool da Debrecen'i deplasmanda yense aradaki fark 3'e inecek. Bu durumda Liverpool'un Fiorentina'yı ikili averajda geçmesi gerekebilir son maçta. Bu da 3 farklı bir galibiyet demek ki çok kolay değil. Liverpool'un üst tura çıkma ihtimali düşük görünüyor.



Kuralar çekildiğinde F grubundaki iki takım Rubin Kazan ve Dinamo Kiev'in çok şanssız olduğu düşünülüyordu. Barcelona ve İnter ile mücadele etmeleri birçok insana göre imkansızdı. Fakat İnter henüz galibiyetle tanışamadı ama mağlubiyetle de tanışmadı. Barcelona ise kendi sahasında mağlup oldu. Kuralar çekildiğinde belki de akıbeti en net olarak görülen grup Şampiyonlar Ligi'nin bu seneki en karışık grubu oldu. Benim tahminim hala Barcelona ve İnter'in gruptan çıkacakları yönünde. Ancak bu iş o kadar kolay olmayacak.



G grubunda 3'te 3 yapan 4. takım Sevilla var. Bu grup zaten Şampiyonlar Ligi'nin gelmiş geçmiş en kıytırık grubu. 1. torbadan Sevilla geldi. Tamam iyi takım ama aynı torbadaki diğer takımlara baktığınız zaman 1-2 gömlek aşağıda. Glasgow Rangers çok iyi bir takım olmamasına rağmen değişen ön eleme sistemi sayesinde 2.torbaya girdi. Stuttgart bu sene çok kötü durumda. Unirea Urziceni ise kendisi için lokum gibi bir gruba düştü. 1 galibiyet 1 beraberlik almayı başarabilirlerse grubu 2. bile tamamlayabilirler.

Son grubumuz H grubu. Bu grubun liderliğinde bir anormallik yok. 3 maçta alınan 7 puan gayet normal Arsenal için. Grubu lider bitireceklerdir. Olympiakos ise 6 puanda. Az Alkmaar'ın 2 Standart Liege'in 1 puanı var. Olympiakos kendi evinde 2 maç oynadı ve kazandı. İçeride tek maçları kaldı o da grubun favorisi Arsenal'le. Belçika ve Hollanda deplasmanlarına gidecekler ki direkt rakibi olan iki takımla deplasmanda karşılaşacak. Yani anlayacağınız Olympiakos'un grup ikinciliği zorlu yollardan geçiyor. Ama puan olarak ciddi avantajları var.

İlk paragrafta da belirttiğim gibi bu sene (ve hatta bundan sonraki seneler için de aynı şey geçerli) Şampiyonlar Ligi'nde zayıf takımlar olsa da Bordeaux, Lyon, Fiorentina, Rubin Kazan ve Dinamo Kiev gibi takımlar sayesinde çekişmeli grup maçları da izliyoruz. Son olarak da bir kehanette bulunayım. Yarı finalde en az iki İngiliz takımı olur bu sene. Tabi buna kehanet denirse.

Şampiyonlar Ligi Takımı


Ac Milan transfer politikasıyla olsun, kadrosunun yaş ortalaması olsun, oynadıkları futbol olsun bu sezon çok fazla eleştirilen bir takım. Doğrusu bu eleştirlere katılmamak elde değil. Fakat iş Şampiyonlar Ligi'ne geldi mi işler hemen değişebiliyor.

Ac Milan takımına baktığımız zaman son 6 senede 1 Seria A şampiyonluğu olduğunu görüyoruz. Fakat bu süre içerisinde 2 Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu 1 finali 1 yarı finali 1 çeyrek finali var. Yani Şampiyonlar Ligi dendiğinde Ac Milan takımı bir başka oynuyor. Ya da bir başka oynamıyor da daha başarılı sonuçlar alıyor diyelim en azından bu sene için.

Ac Milan takımı bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı 3 maçta 2 galibiyet 1 mağlubiyet aldı. Galibiyetleri deplasmanda Marsilya ve Real Madrid'e karşı. Mağlup olduğu takım ise Zürih. Gerçi o maçta dünyaları kaçıran bir Milan vardı. O maçı da almış olsalardı belki de 3'te 3 yapmış bir takım da Manchester ve Chelsea ile birlikte Milan olacaktı.

Son olarak Real Madrid maçından bahsedelim. Özet görüntülerden anladığımız kadarıyla Milan 1-1 olana kadar pek pozisyon bulamamış. Fakat daha sonra Real ile başa baş mücadele etmiş. Tabi birer golde kalecilerin karşılıklı ikramları da var. Ama Milan'ın 3.golünde o Marcelo ne iş yapar bilmiyorum açıkçası.

Beklentileri Yükseltmek


Fatih Terim'in geniş çaplı basın toplantısını doğrusu merak ediyordum acaba ne diyecek diye. Doğrusu dağ fare doğurdu diye düşünüyorum. Türk futbolu ile ilgili yaptığı tespitlerde haklılık payı vardı. Fakat iki konuda ağır saçmaladı Fatih Terim.

Birincisi başlıktan da anlaşıldığı üzere beklentileri yükseltmek. Ben hayatımda böyle saçma bir şey duymamıştım. 2010 elemelerindeki şu grupta en azından ikinci olup play-off'a kalmak mı büyük beklenti? Bir de demez mi Dünya Kupası'na gitsek niye final oynamadık diye eleştirecek duruma gelinmiş de çok büyük gelişme varmış. Espiri yapmaya çalışıyor herhalde. Halbuki ingilizce basın toplantısı yapsa daha komik olabiliyor kendisi.

İkinci konu da ekol mevzusu. Bir kere ekol denilen şey en az 30-40 yılda oluşan bir şey. Zaten ekol olmuş milli takımlara baktığınız zaman bunların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu takımlara baktığınız zaman oyun karakterleri sabittir, değişmez. Ayrıca bunların hepsi Dünya futboluna damga vurmuş ülkelerdir. En başta da Brezilya, İtalya ve Almanya gelir. Bu ülkelerin ekolleri de 15 yılda oluşmamıştır. Üstelik "Oyunu rakip sahada oynayan, yenilgiyi kabul etmeyen" isimli bir ekol de olmaz.

Aslında bir konu daha var ama çok önemli değil. Ama yine de yazalım. O da istatistikler. Fatih Terim'in benim dönemimde şu kadar maçta bu kadar galibiyet, bilmem ne kadar mağlubiyet bir o kadar da beraberlik aldık, şu kadar gol attık bu kadar gol yedik gibi rakamlara ihtiyacı yok. "Ne yani istatistiklere bakıp övünelim aslında hoca başarılı mı?" diyelim. Ayrıca oynanan rakiplere baktığınız zaman çoğu zaten bize rakip olamayacak takımlar.

Ezcümle milli takım kendisinden beklenen ve öyle yüksek de olmayan 2010 elemelerinin ikinci sırada bitirme işini gerçekleştiremeyerek başarısız olmuştur. Üstelik şansını son 2 maça bile taşıyamamıştır. Ortada ciddi bir başarısızlık vardır ve bir ekol asla yoktur. Bu işin birine fatura edilmesi de son derece normaldir. Fatih Terim'in Türk futbol tarihinin en önemli başarılarında payının olması bu başarısızlığın bir numaralı sorumlusu olduğu gerçeğini değiştirmez. Fatih Terim'i bu konuda savunmak abesle iştigalden başka bir şey değildir.

21 Ekim 2009 Çarşamba

Wolfsburg 0-0 Beşiktaş


Beşiktaş Wolfsburg deplasmanından 1 puanla dönmeyi başardı. Doğrusu maçtan önce Beşiktaş'ın bir hezimet yaşayabileceğini düşünüyordum. Malumunuz rakip Wolfsburg çok golcü bir takım. Fakat beklentilerin doğrultusunda bir oyun oynanmış olsa da sonuç beklenildiği gibi olmadı.

Maç tempolu başladı. Açıkçası Beşiktaş'ın bu tempoya dayanabileceğini düşünmüyordum. Fakat Beşiktaş gücünün yettiği ölçüde Wolfsburg ile mücadele edebildi. Hatta zaman zaman rakip kalede tehlikeli olduğu da görüldü. Ancak Wolfsburg her geçen dakika tempoyu artırdı fakat golü bulamadı. Bunda Ferrari'nin iyi oyunun da etkisi oldu. Sanırım Mehmet Demirkol'un Ferrari hakkında yanıldığını kabul etmesi gerekiyor. Belki kendisine verilen paralar çok yüksek olabilir ancak Gökhan Zan'dan fersah fersah üstün bir futbolcu olduğunu gösterdi.

İkinci yarının ilk yarıdan fazla bir farkı yoktu. Yine hücum eden taraf Wolfsburg'tu. Fakat çok net gol pozisyonlarına giremediler ilk yarıdaki gibi. Üzerlerinde bir panik de vardı. Ayırca uzun toplarla oynamaları da Beşiktaş'ın ekmeğine yağ sürdü. 77.dakikada Grafite'nin de atılmasıyla Beşiktaş'ın 1 puanı alması daha da kolaylaştı. Geri kalan dakikalar zaten Beşiktaş için çok zorlu geçmedi.

Beşiktaş belki iyi futbol oynamadı ama futbolun temel doğrularını uyguladı Ekrem'in orta sahada oynaması dışında. O da orta sahadaki defansif oyuncu sayısının 3'e çıkması içindi. Kenardaki adamın Uğur İnceman olması sebebiyle orda Ekrem Dağ tercih edilmiş olabilir. O yüzden Mustafa Denizli'ye bu sefer çok fazla bir şey söyleyemeyiz. Ancak başka bir noktadan çok fazla şey söyleyebiliriz. Maçtan önce kendisi hedefinin 1 puan olduğunu söyledi. Ben de diyorum ki; Aklın yeni mi başına geldi? Beşiktaş gibi takımlar için Şampiyonlar Ligi'nde deplasmanda alınan bir puan her zaman iyidir. Sen CSKA maçında bir puan için oynamayı akıl edebilseydin Beşiktaş'ın işi şimdi daha kolay olabilirdi. Wolfsburg ile deplasmanda berabere kalan CSKA ile ziyadesiyle kalırdı.

Hakem Roberto Rosetti bir kaç ikili mücadele dışında doğru kararlar verdi diyebiliriz. Grafite'nin gördüğü kırmızı kart da doğru gibiydi. Tabi İbrahim Kaş'ın abartısı da kırmızı kartta etkili oldu.

Sonuç olarak Beşiktaş deplasmanda çok önemli bir puan aldı ve grup üçüncülüğü için ciddi bir adım attı. Fakat bu bir puanın anlamlı olması İnönü'de alınancak 6 puandan geçiyor. Bunun da bilincinde olmak lazım.

16 Ekim 2009 Cuma

Arjantin A Milli Futbol Takımı


Arjantin A Milli Futbol Takımı 2010 Dünya Kupası'na giderken bir hayli zorlandı. Doğrusu Dünya'nın dört bir yanındaki Maradona ve Messi hayranları da endişelendiler "Lan yoksa" diye başlayan cümlelerle. Neyseki Maradona yönetimindeki Arjantin takımı 2010'a katılmayı bir şekilde başardı.

Aslında iyi başlamıştı Arjantin elemelere. İlk 3 maçında galip gelmişti. Fakat daha sonra 5 maç galibiyete hasret kaldı. Bu da Alfio Basile'in görevinden istifa etmesine sebep oldu. Ardından takımın başına birçoklarına göre gelmiş geçmiş en iyi futbolcu Maradona geldi. Onun gelmesiyle yaşanan hava değişikliği takıma iyi etki etse de Bolivya maçında Maradona'nın takımı çok ağır bir kaza geçirdi. 6 gollü mağlubiyet takımın tüm dengesini alt üst etti.

İleriki maçlarda Arjantin çok büyük sıkıntılar yaşadı. Bu sıkıntılar Ekvador, Brezilya ve Paraguay maçlarında mağlubiyetlere sebep oldu. Arjantin, Kolombiya, Peru ve Uruguay maçlarında aldığı puanlarla aynı zamanda gruptaki fikstürün de yardımlarıyla Dünya Kupası'na gitmeyi başardı.

Takımın oyununa baktığımız zaman sahada ne oynadığı belli olmayan, ne yapmaya çalıştığı anlaşılamayan yetenekli futbolcular topluluğu görüyoruz. Topu alan kendi başına bir şeyler yapmaya çalışıyor. Kimi kendi kanadından kaptırıp gitmeye çalışıyor ama yardım alamıyor, kimi topu alıp 5 kişiyi çalımlamaya kalkıyor. Savunma zaten ayrı bir tartışma konusu. Ne kademe anlayışı var ne bir organizasyon var. Sadece defans oyuncularının kör dövüşü gibi mücadelesi var. Ama herşeye rağmen Arjantin'in iyi de oynasa kötü de oynasa G.Afrika'ya gitmesi herkesin hayrınadır.

Tabi Arjantin oraya gidiyor ama bu futbolun çok üstüne çıkmaları lazım. En azından çeyrek finale kadar gitmeliler. Gitmeliler ki Arjantin'i doya doya izleyebilelim. 2002'deki gibi 3 maç için o kadar yolu çekmeye değmez. Ayrıca ümit ediyorum ki Maradona yazının başındaki resimi bir de teknik direktör olarak çektirmeyi başarabilir. İmkansızmış gibi gözükse de.

2010 Dünya Kupası Avrupa Elemeleri

2010 Dünya Kupası Avrupa elemeleri sona erdi. Daha doğrusu grup maçları bitti Kasım’da ikinciler baraj maçları oynayacak. Favori takımların önemli bir kısmı finallere katılmayı başarsalar da arada sürprizler de yaşandı. Fransa, Portekiz gibi güçlü takımlar Play-off’a kalabildiler. Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti ve Türkiye ise Play-off’a bile kalamadılar.



1.Grup oldukça güçlü bir gruptu. Danimarka Portekiz’in önünde birinci oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse şansı da yardım etti. Özellikle deplasmanda Portekiz’i yendikleri maçta galibiyet son dakikada geldi. Danimarka’daki maç ise berabere bitti. Portekiz iki maçta da dünyaları kaçırdı. 2004’ten beri büyük bir turnuvada yoktu Danimarka. Bakalım G.Afrika’da ne halt edecekler. Portekiz ise Carlos Queiroz yönetiminde elemelere sıkıntılı başlasa da sonradan toparladı. İsveç ise grupta ancak üçüncü olabildi. 2010’da İbrahimoviç’i izleyemeyeceğiz.



2.Grup ise elemelerin en zayıf grubuydu. Grubun majör takımları İsviçre,Yunanistan ve İsrail’di. İsviçre içerde Lüksemburg’a yenilmiş olsa da iki maçta da Yunanistan’ı yenmeyi başarınca finallere direkt olarak katılmayı başardı. Ottmar Hitzfeld'in de katkısını unutmayalım. Yunanistan ise İsrail’e göre zaten daha derli toplu, sistemi oturmuş bir takım ve en azından 2. bitirmiş olamaları normal. Doğrusu Yunanistan’ı Dünya Kupası’nda görmek istiyordum. Oraya giderlerse ne yapacaklarını ciddi ciddi merak ediyorum.



3.Grubun favorisi Çek Cumhuriyeti ve son yıllarda elemelerin başarılı finallerin başarısız takımı olan Polonya’ydı. Fakat son demlerini yaşayan Çeklerin sonu hüsran oldu. Artık yeni bir yapılanmaya gitmeleri farz oldu. Keza Polonya da 2006 ve 2008 elemelerinde gösterdiği başarıyı bu kez gösteremedi. Slovakya da bu fırsatı iyi değerlendirdi ve liderliği kaptı. Slovenya da 2.lik kürsüsüne yükselip Play-off hakkı kazandı. Ama Play-off’ta seribaşı uygulaması olacağından finallere gitmelerini pek muhtemel görmüyorum.

4.Grupta 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın finalisti Almanya ve yarı finalisti Rusya vardı. Bu iki takım herhangi bir sürprize izin vermediler. Almanya birinci Rusya ikinci olmayı başardı. Seribaşı uygulaması nedeniyle Rusya’nın finallere katılma ihtimali bir haylü yüksek.



5. Grup bizim grubumuzdu. Tıpkı 4. grup gibi Avrupa Futbol Şampiyonası’nın finalisti aynı zamanda şampiyonu İspanya ile diğer yarı finalist milli takımımız vardı. Maçlar öncesi genel görüş İspanya lider olur biz de ikinci olur play-off oynama hakkı kazanırız şeklindeydi. İspanya tüm maçlarını kazanarak lider oldu ve finallere gitti. Dünya Kupası’nın da favorilerinden biriler. Konuşmak için erken ama en az yarı final oynarlar gibi geliyor bana. Milli takım ise kendisinden bekleneni gerçekleştiremedi maalesef. Bosna-Hersek bizden sadece 1 puan almış olmasına rağmen İspanya’dan bizim gibi 0 puan almış olmasına rağmen bizim 4 puan önümüzde grubu 2. bitirdi. Ama ne olursa olsun orayı hakettiler. Bosna’yı bir kez daha tebrik ediyorum. Play-off için de başarılar diliyorum.



6.Grubun ana fikri “Eden bulur.” oldu. Capello İngilizler'i toparladı. İngiltere 10’da 9 yapıp liderliği aldı. Ayrıca Euro 2008 elemelerinde kendisini turnuvanın dışında bırakan Hırvatistan’a iki maçta toplam 9 gol atarak perişan etti. Geçen cumartesi de deplasmanda Ukrayna’ya mağlup olarak Hırvatistan’ı 3.lüğe itti. Son maçta Ukrayna zayıf Andora’yı da mağlup edince play-off oynama hakkı kazandı. Hırvatistan ise 2010’un dışında kaldı. İngiltere’nin de tıpkı İspanya gibi Dünya Kupası’nda ciddi şansı olduğunu düşünüyorum. Ama daha 7.5 ay var turnuvanın başlamasına. Konuşmak için erken.

7.Grupta Fransa ve Romanya ön plana çıkan takımlar olsa da Romanya’nın berbat performansı, Fransa’nın da başında Raymond Domenech’in olması Sırbistan’ı lider yaptı. Tabi sadece rakiplere bağlamamak lazım. Sırbistan sonuçta Yugoslav ekolünden gelen bir takım ve sporun her dalında başarılı olabilen bir millet. Nitekim kadrolarında Avrupa’nın büyük kulüplerinde oynayan isimleri ihtiva ediyorlar. Fransa ise play-off’a kaldı. Muhtemelen play-off’u geçecekler. Ama o Domenech’te ne buluyorlar anlayamıyorum bir türlü.



8.Grup İtalya’nın çok rahat lider bitirebileceği bir gruptu. Nitekim öyle de oldu. Maç maç baktığınızda zorlanmışlar gibi gözükseler de sonuçta İtalya’da bahsediyoruz. Ne olursa olsun adamlar son Dünya Şampiyonu ve bir ekol. İrlanda da Trapattoni ile başarılı oldu diyebiliriz. 2. sırayı hakettiler.

9.Grupta ise 5 takım vardı maçlar Eylül’de bitmişti. Hollanda tüm maçlarını kazandı. Zaten Avrupa kıtasında finallere gitmeyi garantileyen ilk takım oldular. Biz finallere gidemediğimiz için finallerde desteklediğim takım Hollanda. Hollanda’yı desteklememin sebebi ise Euro 200 yarı finalinde İtalya ile oynadıkları maçtır. Umarım bir gün Portakallar’ın bir Dünya Kupası kazandığını görürüm. Öte yandan Norveç, İskoçya, Makedonya ve İzlanda sürekli birbirine puan kaybetti ve Norveç en kötü 2. oldu ve Play-off’a kalamadı.

Grup maçları bitti. 9 grup lideri finallere gitme hakkı kazandı. Kasım ayında oynanacak play-off maçları ile 4 takım daha G.Afrika vizesi elde edecek. Aralık ayında da Dünya Kupası’nın kuraları çekilecek ve geri sayım başlayacak. Çift sayılı yılları seviyorum. Özellikle 4’ün katı olmayanları. Sepp Blatter’e rağmen.

15 Ekim 2009 Perşembe

II. Fatih Terim Dönemi (01/07/2005-14/10/2009)

Milli takımdaki 2. Fatih Terim Dönemi bu akşam fiilen bitti. Doğrusu duygusal anlar da yaşandı medyanın yönlendirmesiyle. Ben de bu akşamki maçın futbol açısından yazılacak bir durumu olmadığından 2. Fatih Terim Dönemini anlatayım dedim.



1 Temmuz 2005 günü Fatih Terim Ersun Yanal'ın yerine milli takımın başına geçti. Göreve geldiğinde ilk hedef 2006 Almanya'ydı. Daha sonraki süreçte ise geleceğin milli takımı kurulacaktı. Danimarka ve Ukrayna maçlarında ilk hedefe uygun isimler milli takıma alındı. Alpay yıllar sonar milli takımdaydı. Hakan Şükür de Ersun Yanal zamanında giyemediği milli takım formasını yeniden giymeye başladı. İlk maçta Danimarka ile 2-2 berabere kalındı. Ardından finalleri garantileyen Ukrayna'yı deplasmanda mağlup ettik. Son maçta Arnavutuk karşısında alınan 1-0'lık galibiyet bizi play-off'a götürdü. Play-off'ta yaşananlar ise Türk futbol tarihine kara leke olarak geçti. Yaşanan olaylardan sonra ciddi cezalar aldık. 6 maçlık cezamız 3 maça indirildi. 2006 Dünya Kupası'nda 2. evsahibi olma fırsatını da kaçırdık.

2008 elemelerine ise iyi başladık. 3M=9P'ye Yunanistan galibiyeti ekledik. Fakat sonra Norveç'le Mhyre'nin yardımları sayesinde berabere kaldık. Milli takımda düşüş başlamıştı. Deplasmanda Bosna'ya yenilmemiz Yunanistan'ı grup liderliğine getirdi. Malta ile berabere kalmamız ise bardağı taşırdı. O beraberlik Fatih Terim ile medya arasında kavga başlattı. Macaristan maçında Emre'nin hareketi daha sonra deplasmanda Moldova ile berabere kalıp içerde Yunanistan'a yenilmemiz Norveç'in avantajı eline geçirmesini sağladı. Deplasmanda Norveç'i yenmemiz içerde Bosna'yı yenmekten başka çaremiz yoktu. Zor da olsa gerekeni yaptık ve 2008 trenini kaçırmadık.

Euro 2008'de Portekiz, İsviçre ve Çek Cumhuriyeti ile aynı gruptaydık. İlk maçta değişik bir oyun düzeni değişik isimlerle çıktık ve kaybettik. Sonra ise mucizeler silsilesi başladı. Son dakikada önce İsviçre'yi yendik ardından 2-0 geriden gelip son 10 dakikada Nihat'ın attığı gollerle Çekleri yenip çeyrek finale çıktık. Çeyrek final daha da acayipti. 119'da geriye düşüp 120+1'de beraberliği sağladık. Penaltılarda moralman çökmüş Hırvatistan'ın yarı finale çıkması mümkün değildi. Nitekim yarı finale çıkan biz olduk. Yarı finalde rakip Almanya'ydı ve onların balı bizim balımızı yenmişti. Bu sefer iyi oynayan bizdik ama son dakika finale çıkan Almanya oldu. Toplam 20 dakika bile maçları önde götürmeden yarı finale çıkmış olmak Fatih Terim ile basının ve Türk insanın arasındaki buzları eritti.Ayrıca oynadığımız maçlarla futbol literatürüne "kaos futbolu" tabirini kazandırdık.

2010 elemeleri için ise genel kanaat grupta İspanya'nın ardından 2. olacağımız yönündeydi. Fakat biz daha içerde oynadığımız ilk maçta Belçika'ya 2 puan kaybettik. Ardından deplasmanda Estonya gibi vasat bir takımla da berabere kaldık. Biz arka arkaya iki maçta İspanya'ya mağlup olurken Bosna iki maçta da Belçika'yı yendi. Euro 2008 etkisinden dolayı Fatih Terim fazla eleştirilmedi bu sürede. Daha sonra Bosna beraberliği ile mucizelere kalan play-off ihtimali Estonya-Bosna maçıyla matematiksel olarak da bitti. Fatih Terim de Belçika maçı sonrası sözlü olarak görevi bıraktığını açıkladı. Bursa'daki maçla birlikte de fiilen görevi sona ermiş oldu.



Fatih Terim bu 4 yıllık sürede doğrular da yaptı yanlışlar da. Teknik direktörlüğüne diyecek lafım yok ama yanlışları daha fazla gibiydi. Takımı iyi motive etmesi de doğrularının önemli bir kısmıydı. 4-1'lik Yunanistan galibiyeti, Euro 2008'deki yarı final bunun tezahürüydü. Fakat 4 yıl görev yapmış olmasına rağmen takıma bir sistem oturtamamış olması, geleceğin milli takımını kuracağım deyip 35'ine gelmiş adamları takıma alması, Euro 2008 elemelerinde medya ile kavga edip insanları milli takımdan soğutması, seçtiği oyuncular ve zaman zaman oyun içinde değişik şeyler yapacağım diye fanteziye kaçması Fatih Terim'in hatalarını oluşturuyor.

Fatih Terim'in istifa kararı bana göre doğru. Ama sadece grupta 3. olduğumuz için değil. Bir önceki paragrafta saydığım yanlışlardan dolayı doğru. Artık kendisinin pazartesi günü yapacağı basın toplantısını bekliyoruz. Oldukça geniş bir toplantı olacağa benziyor, onu da bilahare değerlendiririz.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Yılmaz Vural ve Milli Takım


Yılmaz Vural dün akşam Ersin Düzen'in Spor Gecesi programının konuğuydu. Tabi laf döndü dolaştı milli takıma geldi. Yeni hoca "Yerli mi olsun yabancı mı?" sorusu kendisine de yönetildi. Her Türk teknik direktör gibi yerli bir hocanın takımın başında olmasını tercih edeceğini söyledi. Nedenlerini de sıraladı.

Anlaşılabilir nedenleri de olmak üzere Yılmaz Vural anlattı da anlattı. "Bizim kültürümüz farklı."dedi. "Avrupa ile doğu arasında sıkışıp kalmışız ne Avrupalıyız ne doğuluyuz. Adam Türkiye'ye alışacak, Türk insanını tanıyacak." falan filan bir sürü neden sıraladı. Baktığınız zaman bunlar geçerli olabilecek sebepler.

Anlaşılamayacak sebep ise Fatih Terim'in en iyi yaptığı iş olan motivasyon unsuru. Yılmaz Vural programda kendisinin bu göreve talip olduğunu "Yeri geldiği zaman, Vatan millet Sakarya, yeri geldiği zaman Ay yıldızlı bayrak diyeceğim, öyle motive edeceğim." dedi. İyi tamam güzel de bu şekilde nereye kadar gidecek bu iş. Sürekli bu düşüncelerle mi sahaya çıkacak oyuncularımız? Doğru düzgün oynayan, sistemi, ne oynadığı belli olan bir milli takımımız ne zaman olacak bizim? Tamam motivasyon da önemli. Sonuçta maça iyi motive olmadığınız zaman rakibiniz kim olursa olsun kazanamazsınız. Kazansanız bile ancak kötü oynayarak, zorlanarak olur. Ama artık oyun sistemi oturmuş sahaya çıktığında ne oynayacağını bilen maçı izleyenlerin de sahada takımın ne oynadığını anlayabileceği bir milli takım olmalı artık.

Bir de bu işin medyası var. Bugün bir Türk teknik direktör milli takımı çalıştırsa yapacağı en ufak hatalar bile inanılmaz göze batacak. Veyahut medya tarafından insanların gözüne sokulacak. Yani bugün milli takımın başına Yılmaz Vural ya da muadillerinden biri getirilse yaptıkları hatalar medyada infial yaratacaktır. Böyle bir kaos ortamında da başarılı olmaları kolay değil. Ancak yabancı ve kariyerli bir hocanın yanında yardımcılık yapıp, yabancı hoca ayrıldıktan sonra takımın başına geçebilirler. O iş de yaşı daha genç olan Ertuğrul Sağlam gibi hocalar için uygun olabilir. Yılmaz Vural gibi 60'ına merdiven dayamışlara değil.


Bir Başkanın Düştüğü Vahim Durum


Habertürk Gazetesi muhabiri Erhan Telli, Fatih Terim'in Bursaspor başkanı İbrahim Yazıcı ile yaptığı konuşmaya dayanarak Fatih Terim'in aslında istifa etmediğini, bilerek istifa kelimesini telaffuz etmediğini, federasyonda daha farklı bir görev alıp kendi seçtiği birisinin de milli takımın başına getireceğini yazdı.

Vay sen misin bunu yazan? Fatih Terim'in dünki basın toplantısından sonra Erhan Telli İbrahim Yazıcı'nın saldırısına maruz kalmış. Bu gerçekten çok vahim bir durum. Birincisi bir kulüp başkanının böyle ufak işlerle uğraşması düşündürücü. İkincisi Türk futbolunda nasıl insanlar yönetecilik yapıyor. Ayrıca burda İbrahim Yazıcı'ya ne oluyor onu da anlamış değilim. Bir kere Erhan Telli'nin "Ben bu haberi İbrahim Yazıcı'dan öğrendim." gibi bir ifadesi yok. Yani İbrahim Yazıcı'ya herhangi bir yalancı yaftası giydirilmiyor. Sadece Fatih Terim'in sohbet esnasında böyle bir şey söylediğini yazmış. Ortaya öyle bir durum çıkıyor ki sanki Fatih Terim bundan rahatsız olmuş İbrahim Yazıcı da gerekeni yapmış.

Burada medyaya çok büyük görev düşüyor. Bu işin peşini bırakmamaları lazım. Sonuçta kendi camialarından birine yapılmış saldırı. Aynı şey başka muhabirlerin başına da gelebilirdi.

Not: İşbu yazıyı yazarken Erhan Telli NTV Spor'da olayın ayrıntılarını anlattı. Tabiri caizse dehşete kapıldım.

11 Ekim 2009 Pazar

16 Yıl Sonra...


Öncelikle Bosna-Hersek'i tebrik edelim. Zira almaları gereken puanları aldılar. Gerçi bizden 1 puan aldılar sadece ama Belçika'yı, Estonya'yı ve Ermenistan'ı iki maçta da yendiler. "Peki biz ne yaptık?" demeyeceğim. Hepimiz biliyoruz ne halt ettiğimizi.

Akşamki maçı konuşmaya gerek yok. Hiçbir önemi yok nesini anlatayım? Zaten mesele akşamki maç değil. Mesele milli takımla alakalı kim varsa hepsinin Euro 2008'de olduğu gibi her maçı çevirebileceğimizi zannetmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan sistemsizlik ve disiplinsiz oyun.

Fatih Terim 4 senedir milli takımın başında ve umarım bu süreç Çarşamba akşamı sona erecek. Takımın başına getirildiğinde geleceğin takımını kurmak için gelmişti. Fakat önce Ersun Yanal'ın yarım bırakmak zorunda kaldığı 2006 elemelerini bitirmesi gerekiyordu. O elemeleri bitirecekken tecrübeli oyuncuları kullandı. "Dünya Kupası'na yeni takım kuracağım." dedi. Fakat 2008 elemelerinin önemli bir kısmında son 2 maç hariç Hakan Şükür'ü kadroya çağırdı. Euro 2008'e de Rüştü, Emre Aşık, Tümer Metin gibi genç yetenekleri çağırdı. Geleceğin milli takımını oluşturuyordu çünkü.

Euro 2008'deki başarı çok yanıltıcı oldu. Toplam 20 dakika maçları önde götürmeden yarı final oynamak destansı bir olaydı belki ama hepimizi yanlış yollara sevk etti. Kendimizi gaza getirip durduk. Öyle ki İspanya maçını çok rahat berabere bitirebilecekken bu yüzden kaybettik. Diğer maçlar ise tam bir saçmalık.

Artık olan oldu milli takım 16 yıl aradan sonra ilk defa resmî bir milli maça hiçbir hedefi olmadan çıktı. En son 1994 elemelerinde böyle olmuş ondan sonra son maça kadar hep turnuva şansımızı kovalamıştık. Milli takımın angarya maçlara çıkması da üzücü bir durum. Normalde Avrupa Futbol Şampiyonası'nda yarı final oynamış bir takımın bu durumda olmaması gerekir. Ama futbol kağıt üstünde değil sahada oynanan bir oyun.

Fatih Terim sonuç olarak başarılı bir dönem geçirdi diyebiliriz. Öyle ya da böyle yarı finale geldi bu takım. Fakat oyun olarak aynı şeyi söylemek mümkün değil. Fatih Terim'in 4 senede şartlar ne olursa olsun sistemi oturtması gerekirdi. İstifa kararı da bana göre doğru. Umarım Mahmut Özgener başta olmak üzere hocaya ille de kal demezler. Türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı hocası olabilir ama allame-i cihan ya da bulunmaz hint kumaşı da değil. Ayrıca kesinlikle takımın başına yabancı hoca gelmeli. Yerli kalmadı zaten takımın başına geçecek.

2006'ya gidemediğimizde bu kadar koymamıştı. İsviçre maçlarında yaşananlar haksızlığa uğramışız hissi üzüntümü azaltmıştı. Ama bu sefer çok pis koydu. Artık bu yaz ekran başından vuvuzela çalanlara sallarız biz de.

8 Ekim 2009 Perşembe

ŞANS !!!


Mustafa Denizli geçen sene kendisine "şanslı, ballı" gibi tabirler kullananlara çok kızmış. Bu isimleri futboldan anlamamakla itham etmişti. Şimdi ise kendisi "Bu sene yaşadığımız şanssızlıklardan kimse bahsetmiyor." demiş. Yahu arkadaş sen değil miydin geçen sene sana şanslı diyenlere kızan? Sen o zamanlar şanslı olduğunu kabul etmezken şimdi niye "Şanssızlıklar yaşıyoruz." diyorsun? Adama sormazlar mı "Hoca bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?" diye. Hem sen bu kadar şanssızlıktan bahsediyorsun da acaba en basit doğruları da yapıyor musun? Nihat'ı kazanacağım diye formsuz formsuz oynattın daha çok kaybettin. Fink diye bir adam transfer edildi kenarda iyi kötü bir Uğur İnceman var ve bunların sakatlık ya da cezası yok gittin orta sahada sağ tarafın başarılı ismi Ekrem Dağ'ı oynattın. Sağda da orta yaptığı görülmemiş İbrahim Kaş'ı. Hem de en kritik maçlarda. Forvet Bobo'yu sol açık oynattın yine aynı şekilde. Yani sen önce bir doğruları yap. Macera arama. Ondan sonra şansın var mı yok mu bahsedersin. Ayrıca futbolun basit doğrularını yapmayana şans da yardım etmez zaten.

17/11/2007-10/10/2009


17 Kasım 2007'de milli takımımız kritik Norveç maçına çıkacaktı. Elemelere çok iyi başlayan takım 4-1'lik Yunanistan galibiyetinden sonra düşüşe geçmiş son 2 maça girilirken 3. sıraya düşmüştü. Fatih Terim medyayla sürekli kavgalar etmiş, Emre Belözoğlu'nun Macaristan maçında yaptığı hareket sinirleri iyice germişti.


Norveç maçı öncesinde Fatih Terim takımı kamp için Norveç iklimine yakın Estonya'ya götürmüş milli takımı mümkün mertebe Türkiye'deki stres ortamından uzak tutmaya çalışmıştı. Bunun dışında milli takım kadrosunu seçerken bazı tavizler vermiş, şartlar ne olursa olsun çağırdığı bazı isimlerin yerine (Örn: Hakan Şükür) formda olan oyuncuları çağırmıştı. Milli takım deplasmanda Norveç'i 2-1 yenmeyi başarmış son maçta Bosna'yı da Ali Sami Yen'de yenip Euro 2008'e katılmıştı.


Günümüze geldiğimizde milli takım son 2 maça yine 3. sırada giriyor ve yine Norveç maçına benzer bir şekilde kamp için Belçika'ya yakın Hollanda tercih edildi. Yine sırf formda olduğu için daha önce çağırmadığı (Örn: Ceyhun Eriş) oyuncuları kadroya dahil etti. Tabi bu tip benzerlikler olduğu gibi bazı farklılıklar da var. O tarihte Norveç bizim direkt rakibimizdi ve bizim 2 puan önümüzdeydi. Ancak biz 2 maçımızı da aldığımız takdirde Avrupa Futbol Şampiyonası'na diğer maçların skoruna bakılmaksızın katılıyorduk. Oysa bugün bizim rakibimiz cumartesi akşamı oynayacağımız Belçika değil Bosna-Hersek. Ayrıca aradaki puan farkı da 2 değil 4. Yani Bosna'nın iki maçını da kazanamaması gerekiyor.


Bugünün o günden bir farkı da milli takımın maçı olmasına rağmen neredeyse hiç konuşulmaması. Sakatlar varmış, o çağrılmış bu çağrılmamış tartışmaları artık medyada hiç yapılmıyor. Herkes umudunu kaybetmiş ki haksız da sayılmazlar.


Aslında öne geçtiğimiz Bosna maçını kazansaydık son maçta Fenerbahçe'de kaçırdığı gollerle taraftarın saç baş yolmasına sebep olan Güiza'dan goller bekliyor olurduk. Ama gerçekçi olmak zorundayız. Dahası bizim Belçika'yı yeneceğimizin de garantisi yok.


Dünya Kupası'na gidemeyecek olmak üzücü. Dünya Kupası'nın ayrı bir havası oluyor. Avrupa Futbol Şampiyonası gibi değil. Daha farklı. Orada olmak çok iyi olurdu. Ama sen deplasmanda Estonya'yı içerde Belçika'yı yenemezsen değil Dünya Kupası'na bakkala bile gidemezsin.

Ankaraspor Hadisesi


Ankaraspor ile Ankaragücü'nün birleşme hikayesi bizim gibi futbola romantik yaklaşabilen insanlara göre acı sonla bitti. Zira ligde bir takım her hafta bay geçecek ve bu sıkıcı bir durum. Topal bir lig de normal futbolseveri memnnun etmez. Ama kabul etmek gerekir ki ortada bir ihlâl vardı ve cezasız kalmamalıydı.

Tabi çeşitli yorumlar da var. "Melih Gökçek muradına erdi. Zaten Ankaraspor'u gözden çıkarmıştı." şeklinde. Bunlar ne derece doğrudur? Bilinmez. Fakat işlerin her tarafta yanlış yönetildiği ortada. Aylardan beri böyle bir senaryo vardı ve bunu gerçek hayata aktarmak için Ağustos'un sonu beklenmemeliydi. Hoş Ankaraspor lig başlamadan başka güçlerin eline geçse yine Ankaraspor-Ankaragücü maçları ile ilgili olarak akıllarda soru işaretleri olacaktı. Belki böyle olması ligin selameti açısından daha iyi bile olmuş olabilir.

Tüm bunlar yaşanırken federasyon da olan biteni izlemekle yetindi. Oysa ki önceden gerekli uyarılar yapılsa işler bu noktaya gelmeyebilirdi. Gerçi adamlar kafasına koymuşlar bir şeyler yapmayı. Uyarsalar da çok şey farketmeyebilirdi. Ama federasyon görevini tam yapmalıydı.

Neyse olan oldu Ankaragücü ile Ankaraspor'un aynı turnuvada mücadele etmesi sakıncalı bulundu. Ankaraspor bir alt lige düşürüldü. Ama enteresan olan Türkiye Kupası'nda mücadele etmesine izin verilmiş olması. Halbuki Ankaragücü de Türkiye Kupası'na katılıyor. Aynı mantığa göre orada da oynamasına izin verilmemesi lazım. Gerçi ilk turda elenirler zaten böyle giderse. Ama ortada ciddi bir çelişki var.

CAS, FIFA işi falan da hikaye galiba. Levent Bıçakçı (ki kendisi UEFA Tahkim Kurulu üyesidir) CAS'ın TFF'nin iç işlerine karışamayacağını ancak uluslararası ihtilaf durumlarında karar verebileceğini söyledi. Onun sözünün üstüne de daha bir şey demeye gerek yok zaten.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Fatih Tekke Sonunda İsyan Etti


Her milli takım maçı öncesi kadro açıklandığında kadro ile ilgili tartışmalar başlar ( Bu hafta hariç ). "Şu niye yok bu niye yok diye?" Başta Trabzonsporlular olmak üzere Anadolu kulüplerinin taraftarları da milli takım kadrosunun yarısının Fenerbahçe ve Galatasaray'dan oluşmasını eleştirir. Haklı oldukları noktalar da vardır elbet. Örneğin daha İstanbul'a geleli 3 ay olan bir futbolcu takımında iki maç arka arkaya oynayıp milli takıma seçilince haliyle sinirlenirler. Onlara göre o takımların formasını giymek yeterlidir milli takıma seçilmek için.

Fatih Terim egosu yüksek olan bir insan. Öyle ki 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesi medya ile yaşadığı gerginlikleri hepimiz biliyoruz. Bunların yanı sıra kadro tercihleri de hep tartışmalı oldu. Takımında oynamayan futbolcuları çağıran, iyi performans gösteren bazı oyuncuları hiç çağırmayan, bir maç iyi oynadı diye hemen o oyunucuyu milli takıma çağıran bir seçici profili çizdi bugüne kadar. Bu da en çok Trabzonsporluları kızdırdı.

Fatih Tekke zaman zaman, Gökdeniz ise çoğu zaman iyi oynuyor Rusya liginde. Sıkı takip etmiyoruz tabi. Haberlerden öğrendiklerimiz falan. Ama Gökdeniz Şampiyonlar Ligi'nde oynuyor işte. Hatta iki maçlık değerlendirme yapacak olursak bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde oynayan en başarılı Türk. Öte yandan Fatih Tekke Zenith ile UEFA Kupası'nı kazandı. Final maçında iyi oynadı, asist yaptı. Fakat milli takım kadrosunda yoktu Euro 2008'de. Onun yerine Mevlüt vardı. Sadece Portekiz maçında oynayan onda da bir halt edemeyen. Ayrıca sağlıklıyken küstürülen Yıldıray'ı da unutmamak lazım.Bunlar Fatih Terim'in kadro tercihleri ile ilgili birkaç örnek. Tabi hocanın kararlarına da saygı göstermek lazım. Her teknik direktör istediği futbolcularla çalışmak ister ve Fatih Terim de zamanında istediğini çağırmıştır. Bunların bazen milli takımın âli menfaatleriyle ters düştüğü de olmuştur.

Fatih Tekke herhalde milli takım kötü etkilenmesin diye bu zamana kadar konuşmamıi Ama o da birçok insan gibi milli takımın şansının kalmadığına inanıyor olacak ki açmış ağzını yummuş gözünü. Adaşına soruyor niye milli takıma alınmadığını. Artık bu haberden sonra Fatih Terim'in çıkıp doğru düzgün bir cevap vermesi farz oldu. Öyle yuvarlak laflarla değil. Nedenleriyle açıklayarak...

Bu da Fatih Tekke ile ilgili haberin linki:

6 Ekim 2009 Salı

Rijkaard'ı Eleştirmek


Bugünlerde tenakuzlar içerisindeyim. Nedeni de Galatasaray’ın son 3 resmi maçında galip gelememiş olması ve Rijkaard’a yapılan eleştiriler.

Türk spor basınını birçok kez eleştirdik yerden yere vurduk. Bunu yaparken dayandığımız bir argüman da gelen çoğu yabancı hocaların geldikleri ya da gidecekleri yerlerde başarılı olmalarıyken bu topraklarda başarısız olmalarıydı. Özellikle medyadaki birçok aklıevvelin hocalara sallamaları daha sonra o hocaların yurt dışında başarılı olmaları bizim gibi futbolseverlerin elinde bir koz olmasını sağlıyordu. Çoğunlukla internet kanalıyla birçok futbolsever bu şekilde medyaya saldırıyor ve haklı oldukları taraflar var.

Rijkaard Galatasaray'a gelince gayri ihtiyari Galatasaraylı taraftarlarda bir sevinç tebarüz etti. Haksız da değillerdi. Barcelona ile çok büyük başarılar kazanmış bir teknik direktör Galatasaray'ın başındaydı ve yanında da başka bir futbol efsanesi Johan Neeskens vardı. Fakat Rijkaard'ın gelmesiyle kendisine bulunmaz hint kumaşı muamelesi de aldı yürüdü. En ufak hareketi bile sanki vatanı kurtarmışçasına abartıldı.

Rijkaard'ın Galatasaray'ı lige iyi başladı. İlk 6 maçta alınan 6 galibiyet ve bu galibiyetlerin çoğunda takımın en az 3 gol atması deplasmanda Panathinaikos'u 3-1 yenmesi ister spor basını olsun ister internetteki çeşitli mecralar olsun dalkavukların iyice günyüzüne çıkmasını sağladı. Tabi takım çok gol atıyordu ama verilen pozisyonlar ve Leo Franco'nun başarılı performansları hep gözardı edildi.

En nihayetinde Galatasaray futbol takımı da insanlardan müteşekkil. Robot değil ya bunlar düğmesine bastığınızda her zaman aynı gücü kullanarak aynı işi yapabilsin. Elbet onların da formsuz olduğu zamanlar olacaktır. Nitekim son 1 haftadır böyle bir durum sözkonusu. 5 gol pozisyonuna girip en az 3 gol atan Galatasaray şimdi kaleye 1 metre uzaklıktan gol kaçırır oldu. Bir de bunlara savunma oyuncuların sakatlıkları ve formsuzlukları da eklenince Pazar günkü mağlubiyet kaçınılmaz bir hal aldı.

Galatasaray son 3 resmi maçını kazanamayınca haliyle eleştiriler de başladı. Özellikle Rıdvan Dilmen'in Rijkaard için yaptığı "B planı yok." eleştirisi "Kraldan çok kralcı" Rijkaard taraftarlarında infial yarattı. Hemen "Zaten pusuya yatmış bekliyordunuz Galatasaray'ın puan kaybetmesini. İlk fırsatta da Rijkaard'a bile salladınız dendi." Sanki Rijkaard insan değil de hata yapamaz.



Pazar günü ise Galatasaray Ankaragücü'ne 3-0 kaybedince iş çığrından çıktı. Ben de maç biter %100 Futbol başlar diyerekten NTV'yi açtım Rıdvan Dilmen'i dinlemeye başladım. Doğrusunu söylemek gerekirse programda zaman zaman kantarın topuzunu kaçırdığı oldu. Özellikle Elano özelindeki tenkitlerinden sonra içimden; " Şamata var." dedim. Nitekim bu sözlerinden sonra Ekşi Sözlük'te Rıdvan Dilmen başlığı altındaki entrylerde ciddi bir artış oldu. İş bir de Neeskens'in not defterine gelince çığrından çıktı zaten. Galatasaraylıları tutabilene aşk olsun! Olay en sonunda da Rıdvan Dilmen'in futbol bilgisinin Türkiye ile sınırlı olduğu Rijkaard'ı eleştirmeye yetmeyeceği noktasına geldi. Rıdvan Dilmen'in futbol bilgisinin Türkiye ile sınırlı olduğu doğrudur. Ama Rijkaard'ı eleştirmek için illa Johan Cruyff mu olmak lazım? Bu adam her şeyi doğru mu yapıyor?

Velhasıl kelam şunu söyleyebilirim ki "Futbolun adaleti yok." arkadaş. Biraz Hıncal Uluçluk yapalım hatta. Yoldan Ankaragücü ile Galatasaray'ı hiç tanımayan birini çevirseniz maçın ilk yarısını izletseniz sonra maçın skoru ile ilgili tahmini sorsanız muhtemelen bilemez. Ama futbol bazen böyledir işte. 3 tane hata yaparsınız 5 dakikada 3'lük olursunuz. Oysa ilk yarıda o takımın gol pozisyonu yoktur.

Sonuç itibariyle Rijkaard iyi ve başarılı bir hocadır. Sürekli Sparta Rotterdam diyerek belden aşağı vurmak da abesle iştigaldir. Sparta Rotterdam Hollanda'da bir Ajax, PSV değildir. Ama unutmayın ki Rijkaard da etten kemikten bir insandır. Onun da hataları, yanlışları olacaktır bunların sonucunda da eleştirilecektir. Ortalığı yangın yerine çevirmenin alemi yok.

2 Ekim 2009 Cuma

6 Hakem Uygulaması


FIFA ve UEFA özellikle skora etki eden kritik pozisyonlarda hakemlerin daha doğru kararlar verebilmelerini sağlamak için maçların 6 hakemle yönetilmesini deniyor. Bunun deneyi de UEFA Avrupa Ligi maçlarında yapılıyor. Ben de bu yazıda temsilcilerimizin maçları üzerinden bu uygulamayı değerlendireceğim.

İlk hafta oynanan maçlarda bu uygulama faydalı olacağını gösterdi. Özellikle Galatasaray'ın maçında Baros'un pozisyonundaki devam kararı doğruydu ve bu karar asistan hakemin yardımıyla verildi. Ayrıca iki maçın geneline baktığımız zaman ceza sahasında hakemi aldatmaya yönelik hareketlerde azalmalar oldu.

İkinci hafta maçlarında ise atanan hakemlerden de kaynaklanmış olabilecek fiyasko yaşandı. Her iki maçta da skora etki eden yanlış kararlar alındı. Fenerbahçe'nin attığı bir gol ofsayt gerekçesiyle iptal edildi. Oysa Semih geriden çıkmış ve top hiçbir Fenerbahçeli oyuncuya temas etmeden kendisine ulaşmıştı. Asistan hakem topun kimseye değmediğini söylese gol iptal edilmeyecekti. Asistan hakemin bana göre yardımcı hakemleri de aldıkları kararlarda uyarmaları gerekiyor. Galatasaray maçında ise asistan hakemler daha ciddi hatalar yaptılar. Arda'nın sayılmayan golünde normal bir hava topu mücadelesi varken asistan hakem golü iptal ettirdi. Yine ikinci yarı da Schildenfeld'in Arda'yı bariz tuttuğu pozisyonda hakem oyunu devam ettirdi. Bence pozisyon penaltıydı. Bu kritik hataların tümü asistan hakemler tarafından yapıldı ve çok net pozisyonlardı.


Maçların 6 hakemle yönetilmesi özellikle ceza sahasındaki pozisyonlarda hakemlerin daha doğru işler yapmasını kesinlikle sağlayacaktır. Bu yüzden bu uygulamayı faydalı görüyorum. Artık çizgiyi geçen topların tamamı gol sayılacakken futbolcular hakemi aldatmaya çalışıp penaltı kazanmaya da uğraşmayacaklardır. Fakat oradaki hakemlerin de "cin gibi" olmaları gerekir. Aksi takdirde bu uygulama sadece sahadaki nüfusu artırmaya yarar.

FC Sheriff 0-1 Fenerbahçe


Fenerbahçe ilk maçta sahasında Twente'ye yenildikten sonra mutlaka kazanmak zorunda olduğu bir maça çıktı Moldova'da. Aslında ilk maçı kaybetmemiş olsaydı bile bu maçı gruptan çıkması için yine kazanması lazımdı zaten. Fakat ilk maçın içerde kaybedilmiş olması deplasmanda alınacak bir galibiyeti daha da zorunlu bir hale getirdi.

Maç oldukça yavaş başladı. Oyunda üstünlük Fenerbahçe'deydi belki ama Sheriff takımı haddini bilerek oynadığından Fenerbahçe pek pozisyon bulamadı özellikle ilk yarım saatte. Buna mukabil Sheriff genellikle uzaktan çekilen şutlarla tehlikeli olmaya çalıştı. 30. dakikadan sonra Fenerbahçe biraz daha tehlikeli olmaya başladı. Özellikle Roberto Carlos ve Emre'nin çektiği şutlar heyecan vericiydi. İlk yarının sonunda Fenerbahçe'nin nizami bir golü de ofsayt gerekçesiyle verilmeyince umutlar ikinci yarıya kaldı.

İkinci yarının başında daha istekli bir Fenerbahçe izledik. Nitekim bu arzulu futbol Fenerbahçe'ye skor avantajını getirdi. Fenerbahçe'de golü attıktan sonra yaşanan rahatlık ortaya iyi futbolun çıkmasını engelledi. Hatta son 10 dakikada Sheriff Fenerbahçe kalesinde tehlikeli de oldu. Rakip daha kaliteli bir takım olsaydı Fenerbahçe galip gelemeyebilirdi.

Fenerbahçe yine iyi oynamadı ama yine kazandı. İyi oynamadan kazanmasının nedeni rakibin zayıf olması şüphesiz. Ancak bu şekilde oynayarak Avrupa'da başarılı olmak mümkün değil. Gerçi Fenerbahçe'nin Avrupa'da başarılı olmak gibi bir hedefi olduğunu da sanmıyorum. Gruptan çıkmayı kafi görüyorlar.
Öte yandan Twente ile Steaua Bükreş'in berabere kalması bu grupta mücadelenin son maça kadar gideceğini gösteriyor. Gruptan çıkacak iki takım da son maçlarda belli olabilir.

1 Ekim 2009 Perşembe

Manchester United 2-1 Wolfsburg


Bayern Münich-Juventus maçı varken bu maçı yayınladığı için Star'a kızsam da daha sonra Wolfsburg'un golcü kimliğinden ötürü bu maçın tercih edilmesi isabetli oldu diye düşündüm. Zaten o maçta gol de olmadı. Fakat İlker Yasin'in bunu düşündüğünü hiç zannetmiyorum.

Maça iyi başlayan takım Wolfsburg'du. Hatta şok bir golle öne geçmeleri an meselesiydi. Fakat ellerine geçen fırsatları değerlendiremediler ve sonraki dakikalarda Manchester üstünlüğü ele geçirdi. Özellikle Owen'ın yerine giren Berbatov'un da etkili olmasıyla Manchester United gol pozisyonlarına girmeye başladı. Fakat onlar da Wolfsburg gibi fırsatları değerlendiremediler ve ilk yarı 0-0 bitti.

İkinci yarı da aynı ilk yarı gibiydi. Tek farkı gollerin bu yarıda olmasıydı. Wolfsburg ikinci yarıya da Manchester'a nazaran daha iyi başladı. Nitekim Dzeko ile öne de geçtiler. Bu gol Manchester'ı uyandırdı ve Wolfsburg üzerinde ciddi bir baskı kurdular ve bu baskı şansın da yardımıyla atılan bir gol getirdi. 1-1'den sonra Manchester'ın baskısı ikinci gole kadar devam etti. İkinci golden sonra Wolfsburg yeniden saldırmaya çalışsa da gol atmaya muvaffak olamadı ve maç 2-1 sona erdi.

Manchester United maçı belki zor kazandı gibi gözüküyor ama 90 dakikanın yarısından fazlasında iyi futbol oynadı ve bence galibiyeti hak etti. Wolfsburg da bu akşam oynadığı futbolla grup ikinciliği konusunda CSKA ve Beşiktaş'a göre daha iddialı olduğunu gösterdi.

CSKA Moskova 2-1 Beşiktaş



Beşiktaş ilk maçta içerde Manchester'a kaybetttikten sonra ikinci maçta direkt rakibi olarak tanımlayabileceğimiz CSKA'nın konuğuydu ve Beşiktaş'ın bu maçta en azından bir puan alması iyi olacaktı. Fakat Beşiktaş sahadan yine mağlup ayrıldı.

Maç çok enteresan başladı. İlker Yasin de bir enteresandı zaten. Ekşi Sözlük'te de yazdıkları gibi sanki cenaze evinden maç anlatıyormuş gibiydi. Maçta da amaçsız ne yapmaya çalıştığı belli olmayan iki takım vardı. Fakat Mustafa Denizli'nin maçtan önce dile getirdiği isteği futbol şansının kendilerinden yana olması gerçekleşmemişti zira CSKA güzel bir golle öne geçti. Tabi Rüştü'nün böyle bir gol yememesi gerekir miydi, gerekmez miydi? Tartışılır. Bu gole rağmen Beşiktaş'ın devreye 1-0 ile girerse maçı ikinci yarıda en azından maçı beraberliğe taşıyabileceği şeklinde bir görüntü vardı sahada. Çünkü CSKA takımı hakkaten iyi değil. Biraz derli toplu oynayan bir takım zorlanmadan yener bunları. Beşiktaş'ın da ikinci yarıya biraz daha iyi başlayıp bir şeyler yapabilme ihtimali vardı.

İkinci yarı da ilk yarı gibi durgundu. Maçtaki tempo bir türlü yükselemedi. Aheste aheste oynanan uyku getiren bir futbol sahada. Zaten CSKA 2-0 yapınca maç orda bitti. Geri kalan dakikalarda rölanti oynayan CSKA son dakikada golü yese de 3 puanı kaptı.

Beşiktaş en azından üçüncülük yolunda alınabilecek bir puanın bile çok önemli olduğu maçta maçı iyice kilitleyip beraberliğe bağlamayı denese çok rahat bir puan alabilirdi. Özellikle Beşiktaş kalibresindeki takımların Şampiyonlar Ligi'nde mücadele ederken iyi futboldan ziyade strateji geliştirip maçlarda da bu stratejiye uygun futbol oynaması gerekir. Nasıl ki çift maçlı eleminasyon sisteminin uygulandığı bir turnuvada oynanan bir rövanş maçında ilk maçı evinde net bir skorla kazanan takım deplasmana galip gelmeye gitmiyorsa Beşiktaş'ın da bence bir puana oynaması gerekirdi. Hiç kimse Beşiktaş'tan Şampiyonlar Ligi'nde iyi futbol beklemiyor.