BİY

28 Mayıs 2010 Cuma

Hesaplayan Adam


Cem Yılmaz'ın esprisi vardı hesaplayan adamlarla ilgili. Ben de oturdum Euro 2016'nın ilk tur oylamasının hesabını yaptım. İlk turda üyeler tercihlerini 1,2,3 şeklinde sıraladılar ve 1. ülkeye 5, 2.'ye 2, 3.'ye ise 1 puan verildi. Buna göre Fransa 6 üyeden 5, 6 üyeden 2 ve 1 üyeden 1 puan alarak 43 puan, Biz 5 üyeden 5, 5 üyeden 2, 3 üyeden 1 puan alarak 38, İtalya ise 2 üyeden 5, 2 üyeden 2, 9 üyeden 1 puan alarak 23 puan toplamış. Buna göre ilk turda İtalya'ya 5 puan veren üyelerden biri finalde tercihini Fransa'dan yana kullanırken diğeri Türkiye'yi tercih etmiş. Eğer bir tutarsızlık yoksa Fransa'nın 1 puan aldığı tek üye İtalya'ya 5 puan vermiş ve aynı üye finalde tercihini bizden yana kullanmıştır. Tam bir ALES sorusu oldu.

Sunumları değerlendirecek olursak biz daha önce bu turnuvayı hiç düzenlememiş olduğumuzu, İtalya futboldaki ekollerini, Fransa ise altyapısını ön plana çıkardı. Defne Samyeli oldukça başarılı bir sunum gerçekleştirirken İtalyanların sunucusu ise metni kağıttan okuyarak bana göre iyi bir sunum gerçekleştiremedi. İtalya'da yaşayan yabancı gençleri kullanmaları fena bir fikir değildi ama çok etkileyici olduğu da söylenemez. Fransa ise 10 yaşındaki çocuktan medet umdu ama ev sahipliğini almayı başardılar.

Doğrusunu söylemek gerekirse böylesine ciddi rakiplerle mücadele etmek kolay değildi. Ev sahipliğini bir oy farkla kaçırmak en azından projeyi yürütenlerin iyi bir çalışma ortaya koyduklarını gösteriyor. UEFA'nın kararını da anlaşılabilir buluyorum açıkçası. Ukrayna'nın yaşadığı sıkıntılar ve üst üste iki tunuvayı Avrupa'nın doğusuna vermek istememeleri ilk kez 24 takımın katılacak olması ve 51 maçın yapılacak olması düşünüldüğünde daha tecrübeli bir ülkeye bu görevi vermeleri çok da anormal değil aslında.

Sonuç açıklandıktan sonra Şenes Erzik'in açıklamaları gerçekten çok sertti. Şenes Erzik'i hiç böyle görmemiştim. Platini'yi özellikle icra kurulu üyelerini Sarkozy ile tanıştırmasından dolayı çok ağır eleştirdi. Ayrıca "Bu sonuç UEFA Başkanı için iyi bir sonuç değil." cümlesi enteresandı.

Bu tip olaylarla muhatap olduğumuzda her zaman konuşulan "lobi faaliyetleri" lafı yine konuşuluyor tabi. "Bizim lobimiz yok, Şenes Erzik ne iş yapar?" deniyor ama bunların hiçbir mantığı yok. 2005 Şampiyonlar Ligi finali ve 2009 UEFA Kupası finali verilirken Şenes Erzik iyiydi de şimdi kötü değil.

Bugünkü sonuçtan sonra bence 2020 için de aday olmalıyız. Ancak oradan da istediğimizi elde edemezsek daha uğraşmaya gerek yok.

2016'yı da Vermediler


UEFA Euro 2016 için kararını Fransa'da yana kullanarak ev sahipliğini bu ülkeye verdi. Doğrusunu söylemek gerekirse çok umutlu değildim ama yapacak bir şey yok. Bence önümüzdeki turnuvalara bakmamız gerekiyor.

Şüphesiz Michel Platini'nin UEFA Başkanı olmasının Fransa'nın kazanmasında etkisi vardır. Ayrıca Ukrayna'nın yaşadığı sıkıntıların da bizim kaybetmemiz de etkisi olmuştur. Öte yandan oylamanın da ne kadar adaletsiz olduğu da bir gerçek. 2012 oylamasında finalde kaybeden İtalya'nın bu kez finale kalamaması bu oylamalarda başka faktörlerin devreye girdiğini gösteriyor.

Oylamanın sonucuna bakacak olursak bizim bundan sonra yapmamız gereken verdiğimiz taahhütleri yerine getirip 2020 için daha hazır bir şekilde aday olmamızdır. Onu da vermezlerse kasmanın bir manası yok artık.

27 Mayıs 2010 Perşembe

2016 İçin Karar Günü


UEFA İcra Komitesi bugün yapacağı son toplantının ardından Euro 2016'ya ev sahipliği yapacak ülkeyi açıklayacak ve turnuva Türkiye, Fransa ya da İtalya'dan birinde düzenlenecek.

Euro 2008'e Yunanistan'la ortaklaşa aday olmuş ancak yanlış hatırlamıyorsam finalde kaybetmiştik. 2012 için ise tek başımıza aday olmuştuk. O zaman da değerlendirme raporları konusunda rakiplerimizden önde olmamıza rağmen İtalya'nın önü açılsın diye ayağımız kaydırılmış ancak Catania-Palermo maçında yaşananların da etkisi ile 2012 Polonya-Ukrayna ortaklığına gitmişti. Bugün UEFA'nın Ukrayna ile ilgili yaşadığı sıkıntılar ortada.

Bu seferki adaylığımızda federasyon öncekilere oranla çok daha iyi çalıştı. Adaylığımızı gayet güzel anlattılar ve sistemli bir çalışma yürüttüler. Bu yüzden şansımızı 2008 ve 2012'ye oranla daha yüksek görüyorum. Ancak rakiplerimiz de Avrupa'nın güçlü ülkeleri Fransa ve İtalya.

Fransa 2012 olimpiyat oyunlarına Paris ile aday olmuş ancak olimpiyatları düzenleme hakkını Londra elde etmişti. Bu sefer şanslarını Euro 2016 için deniyorlar. Şu andaki görüntü en ciddi rakibimizin Fransa olduğu yönünde. Onların bize göre avantajları şehirlerinin altyapısı ve ulaşım imkanları. Bizimki ise projelerimizin hükümet desteğine sahip olması.

İtalya futbolu ise Calciopoli skandalından beri ciddi bir şekilde kan kaybediyor ve çareyi böyle bir turnuva düzenleyerek yeniden ayağa kalkmakta arıyorlar. Böylece eskimeye yüz tutmuş statlarını da yenilemek istiyorlar ama değerlendirme rapoları konusunda UEFA'nın gözüne girememişler gibi gözüküyor. Yine de bu işler belli olmaz. Sonuçta 2012 oylamasının nasıl olduğu malum.

Abdullah Gül'ün de Cenevre'ye gidecek olması önemli ama Nicolas Sarkozy de Fransa'ya destek vermek için orada olacak. İtalya ise bu düzeyde bir katılımla orada olmayacak. Bu noktada Fransa ve Türkiye avantjlı.

Bana göre turnuvayı alma ihtimalimiz ile alamama ihtimalimiz eşit. Sonuçta 13 tane adamın ağzından çıkacak lafa bakıyoruz ve 2008 ile 2012 oylamalarında hep sürpriz yaşadık. Ayrıca İtalya ve Fransa'yı geçmek her ne olursa olsun kolay bir iş değil.

23 Mayıs 2010 Pazar

Avrupa'nın En Büyüğü Inter


Tarihin ilk cumartesi akşamı oynanan kupa finalinde Milano'nun mavi-siyahlı temsilcisi Inter 45 yıl aradan sonra Madrid'de kupayı kaldırdı. Maç öncesi beklentiler Inter'in kupayı kazancağı yönündeydi, sürpriz olmadı.

Inter 4-2-3-1 düzeninde Bayern ise klasik düzeninde sadece Ribery'nin yerine Hamit'le oyuna başladı. İlk 10 dakika Inter biraz daha derli toplu bir görüntü çizerken Bayern oldukça savruktu ama daha sonra oyunda kontrolü ellerine almayı başardılar. Maç Bayern'in kontrolünde geçerken 35.dakikada Inter 3 pasla golü buldu. Julio Cesar'ın ileri gönderdiği topu Milito Sneijder'e indirdi. Sneijder tekrar Milito'yu gördü ve Milito düzgün bir vuruşla topu ağlara gönderdi. İlk yarı bu golle Inter'in üstünlüğüyle tamamlandı.

İkinci yarıda Bayern başlama vuruşunu yapar yapmaz pozisyona girdi. Hamit'in pasında Müller mutlak pozisyonda Cesar'ı geçemedi. Sanırım 46.dakikaya maçın kırılma anı dersek hata etmiş olmayız. Bayern skorda geride olmasından dolayı golü atmak için çok çabalasa da Inter'in katı savunmasını bir türlü geçemedi. 70'te Inter bir kez daha çabuk çıkarak Milito'yla 2. golü de buldu. Zaten o dakikadan sonra Inter'in maçı vermesi mümkün gözükmüyordu. Nitekim öyle bir olay da yaşanmadı.

Inter Bayern'den daha kuvvetli bir takım belki ama sahadaki futbol 2-0'lık bir farkı oluşturacak bir futbol değildi. İki takım birbirinin hatasını kollayacaktı, hata yapma ihtimali yüksek olan taraf Bayern'di sonuçta 35.dakikada yapılan hata pahalıya maloldu. Inter zaman zaman savunma olayını abarttı ama Barcelona maçındaki kadar bir durum olmadı neyse ki. Ancak hem eledikleri takımlar bazında hem de bu maçtaki güç dengesi bazında olayı incelersek Inter kupayı haketti. Chelsea ve Barcelona gibi takımları eleyerek adeta tırnaklarıyla kazıyarak bu noktaya geldiler. Bayern ise biraz da hakemlerin de etkisiyle Madrid'deki yerini almıştı. Eğri oturup doğru konuşmak lazım.

Maçtaki futbol kalitesi genel olarak vasatı aşamadı. Özellikle ilk yarısı çok sıkıcı geçen bir maçtı. Bayern gol bulabilse daha güzel bir maç izlerdik şüphesiz. Ama Bayern'in gücü Inter'e yetmedi. Ribery'nin yokuluğunu da hissettiler bence. O olmayınca bütün iş Robben'e kaldı.

Inter'in Jose Mourinho'yla Jose Mourinho'nun da Inter'le anlaşmasının sebebi ikisinin de bu kupayı kazanmak istemesiydi. Hem Inter hem Mourinho muratlarına erdiler. Artık Mourinho'nun Inter'de yapacak bir şeyi kalmadı. Gelecek sene Real Madrid'i çalıştırmaması çok büyük sürpriz olur.

Diego Milito da herhalde kariyerinin en iyi sezonunu geçirdi. İtalya Kupası finalinde tek golü attı takımı kupayı kazandı, ligde son hafta Siena deplasmanında tek golü attı takımı şampiyon oldu, Şampiyonlar Ligi finalinde iki golü de atarak maçın adamı oldu ve takımının kupayı kazanmasında başrol oynadı. Bu performansı Dünya Kupası'nda devam ettiği takdirde Arjantin'in kupada ilerleme şansı çok yüksek olacaktır.

Son olarak Inter Bayern'i mağlup ederek İtalyan takımlarına bir sezonluk kredi açmış oldu. UEFA sıralamasında Almanya'nın İtalya'yı geçmesine izin vermedi. Ancak diğer İtalyan takımları kendilerini toparlamazsa Bundesliga 3.sü 2012-2013 sezonunda Şampiyonlar Ligi'ne ön elemesiz gider. Jose Mourinho'nun da Inter'den ayrılması durumunda Inter'in bir daha bu noktalara gelmesi çok zor.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Avrupa'da Sezon Finali


İlk defa cumartesi akşamı oynanacak olan Şampiyonlar Ligi finali ile birlikte 2009-2010 futbol sezonu Avrupa'da noktalanacak ve gözler Dünya Kupası'na çevirilecek. Bu akşamki kupayı almak için ise Bayern Münih ve Inter kapışacak. Bu akşamki maçın bir diğer özelliği de gruplarını 2. tamamlayan iki takımın finalist olması. Böyle bir durum sanırım daha önce olmamıştı.

Bayern Münih A Grubu'nda Bordeaux Juventus ve Maccabi Haifa ile mücadele etti. Bordeaux'nun rahat bir şekilde lider bitirdiği grubu son maçta deplasmanda Juventus'u 4-1 gibi bir skorla mağlup ederek 2. bitirdi. Zaten Bayern'in bu yükselişi o maçtan sonra başladı. 2.turda rakip Fiorentina'ydı. Dün uluslararası kariyerini noktalayan Ovrebo'nun da katkılarıyla ilk maçı Bayern 2-1 kazandı. İkinci maç ise tam bir gol düellosu şeklinde geçerken Bayern maçı 3-2 kaybetmesine rağmen çeyrek finale çıkan taraf oldu.

Çeyrek finalde ise rakip Manchester Utd. oldu. Herkes eşleşmeye 99 finalinin rövanşı olarak bakıyordu. İlk maçta Manchester Utd. maçın başında öne geçmesine rağmen skoru koruma telaşına düşünce Bayern Ribery ve Olic'in golleriyle maçı 2-1 kazandı. İkinci maça Manchester Utd. çok hızlı başlamış ilk 10 dakikada maçı 2-0'a getirmişti. İlk yarının sonlarına doğru Nani'nin golüyle 3-0'ı da yakaladılar ama Olic'in golü Bayern'in 2.yarıya umutlu girmesini sağlamıştı. MANU ikinci yarıda Rafael'in atılmasıyla 10 kişi kalınca yine skoru koruma telaşına düştü. Ferguson Rooney'i oyundan aldı Robben'in mükemmel golü yarı finali getirdi.

Yarı final ise Bayern için çok rahat geçti. İki maçta da oyunun kontrolü Bayern'deydi. İlk maçta Bayern bir kişi eksik olduğu zamanlarda bile Lyon'dan daha iyi olan taraftı. İlk maçı 1-0 kazanan Bayern ikinci maçta rakibini sürklase ederek 3-0 kazanarak finale adını yazdıran taraf oldu.

Inter ise F Grubu'nda Barcelona Dinamo Kiev ve Rubin Kazan'la mücadele etti. Bu grubun 1-2'si Barcelona ve Inter oldu ama beklenen kadar kolay olmadı. Son maça kadar tüm takımların bir üst tura çıkma ihtimali vardı. 2.turda Inter'in rakibi Chelsea oldu. Bu eşleşme erken final niteliği taşıyordu. Mourinho eski takımı Chelsea'ye karşıydı. İlk maçı 2-1 kazanan Inter ikinci maçı da 1-0 kazanarak çeyrek finale çıktı. Bu turun geçilmesinde hatta finale gelinmesinde en büyük katkı Jose Mourinho'nundur dersek abartmış olmayız.

Çeyrek finalde Inter CSKA Moskova'yla eşleşti. Doğrusu bir önceki turda Chelsea gibi bir takımı eleyen Inter'e CSKA'nın çıkması adil bir kuraydı. Inter CSKA karşısında fazla zorlanmadı. İki maçı da 1-0 kazandı ama ilk mçta Akinfeev'in yaptığı kurtarışlar düşünüldüğünde iş daha ilk maçta bitebilirdi.

Yarı finalde rakip son şampiyon Barcelona'ydı. İki takım aynı gruptan çıkmış Guiseppe Meazza'daki maç 0-0 berabere bitmiş Nou Camp'taki maçı Barcelona 2-0 kazanmıştı. Ancak bu sefer işler farklıydı. Inter ilk maçta Barcelona'nın arkada bıraktığı boşlukları iyi değerlendirince 1-0 geriye düşmesine rağmen maçı 3-1 kazandı. İkinci maç ise Inter ceza sahasında geçti. Inter'in yaptığı 10 kişilik sacunma sadece bir kez hata yapınca Barcelona maçı 1-0 kazandı ama Madrid biletini Inter kaptı.

Bu akşamki maçın tam bir taktik savaşı şekline geçmesini bekliyorum. Her iki takımın da önce gol yememeyi rakibin hatasından bulacağı gol ya da gollerle galip gelmesi muhtemel. Böyle bir oyunda Inter daha avantajlı olabilir. Çünkü Bayern'e göre daha oturmuş bir takım. Inter'de Thiago Motto Bayern'de Ribery cezalı. Motta'nın yokluğu Inter'i fazla etkilemez ama Ribery Bayern için önemli bir kayıp olabilir. Tabi Ribery'nin yokuluğundan dolayı Hamit'in oynayacak olması bizim için önemli.

Bu sene Şampiyonlar Ligi çok enteresan geçti. C.Ronaldo hariç ses getiren transfer yapan herkes eski takımına karşı oynadı. Eto'o, Ibrahimovic, Kaka, Benzema hatta çok kasarsak Hleb, Barcelona altyapısından yetişine Fabregas, yıllarca Arsenal'de oynayan Henry, yine yıllarca Manchester Utd.'da oynayan Beckham eski takımlarına karşı mücadele ettiler. Hatta Jose Mourinho'yu da bu gruba dahil edebiliriz. Bu akşam da aynı şey Lucio'nun başına geldi. Yıllarca oynadığı Bayern'e karşı mücadele edecek. Aynı zamanda tabiri caizse Real Madrid'den yaka paça gönderilen Robben ve Sneijder'in eski takımlarının stadında finali oynayacak olması da hoş bir tesadüf.

Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nı Inter ya da Chelsea'nin kazanmasını istiyordum. Çünkü bu iki takım bu kupayı çok istiyordu. Ancak bu akşam maçı bir tarafı çok destekleyerek izlemeyeceğim. Ama eledikleri takımlara baktığınız zaman Inter Seria A şampiyonu olarak Premier Lig şampyonunu Chelsea ve La Liga şampiyonu Barcelona'yı eleyerek finale geldi. Bayern ise Seria 11.si Fiorentina Premier Lig 2.si Manchester Utd. Fransa 2.si Lyon'u eleyerek finale geldi. Bu yüzden Inter kupayı daha çok hakediyor diye düşünüyorum. Ancak Hamit Altıntop'un da kupayı kazanması beni mutlu eder.

Sene başında Inter burayı hedeflerken Bayern'in böyle bir hedefi yoktu. O yüzden kupayı Inter daha fazla istiyor düşünüyorum. Ayrıca Jose Mourinho'nun Real Madrid ile ilgili yaptığı açıklamalar bence oyuncularda ekstra bir motivasyon yaratacaktır. Oyuncular Mourinho'ya giderayak Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşatmak isteyecektir.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Fenerbahçe 2009-2010


Fenerbahçe üç sene üst üste şampiyonluk parolasıyla başladığı 2009-2010 sezonunda dramatik bir şekilde şampiyonluğu kaybederek çok ciddi bir buhranın içine girdi. Bu kez 100.yıl motivasyonu ve rakiplerin de gelecek sene daha iyi durumda olacağı düşünülürse bu buhrandan çıkması çok kolay gözükmüyor.

Sezona iyi başladı aslında Fener. En iyi başlangıç rekorunu kırdı. Ancak 10.haftadan sonra işleyen süreç Fenerbahçe'nin ligde gerilemesine sebep oldu. Şike skandalında "Kazım" diye birinin adının geçmesi, patlak veren seks skandalı gibi olaylar Fenerbahçe'yi zor günlere soktu. İlk yarının sonunda alınan iki galibiyet ise Fenerbahçe'yi yeniden liderliğe oturttu.

Devre arasında Roberto Carlos ve Kazım takımdan ayrıldı, Trabzon'da tutunamayan Gökhan Ünal transfer edildi. İkinci yarıya iki flaş galibiyetle başlayan Fenerbahçe Şubat ayında oynadığı 7 resmi maçtan galibiyet çıkaramayınca bir ara liderin 6 puan gerisine düştü. Artık Fenerbahçe'nin şampiyonluğuna inanan kimse kalmamıştı ama İ.B.B maçından sonra sonuç anlamında ortaya konan performans ligin bitimine 3 hafta liderliği tekrar getirdi. Ancak 34.hafta tarih tekerrür edince Fenerbahçe bu kez daha dramatik bir biçimde şampiyonluğu kaybetti. Ama bana sorarsanız aslında şampiyonluk Kadıköy'deki Bursaspor maçında kaybedildi. Fenerbahçe uzun süre önde götürdüğü maçı en azından berabere bitirebilecek kudrete sahip olsaydı Bu performansıyla bitime bir hafta kala şampiyon olacaktı.

Fenerbahçe'nin hem ligde hem kupada 2006'dakine benzer bir olay yaşaması bana göre ilahi adaletin tecellisidir. Nasıl ki Anelka'nın Konya'da attığı gol Fenerbahçe'yi çok zor duruma soktuysa bu sene de Bilica'nın kazdığı çukur Fenerbahçe'yi aynı duruma sokmuştur. Ayrıca Beşiktaş maçındaki hakem kararları, şampiyonluğu düşleyen köpek figürlü balonlar düşünüldüğünde Fenerbahçe'nin şampiyon olması durumunda bunlar daima dile getirilecekti. Öte yandan Fenerbahçe'nin şampiyonluğu ligimizin bir çok emektar kalecisini de zor duruma sokacaktı. Bana göre kalecileri böyle suçlamak yanlıştı tabi ama Leo Franco, Murat Şahin, Ivesa ve Serkan Kırıntılı ile ilgili aşağılık iddialar daha yüksek sesle dillendirilecekti.

Tabi bir de dün yaşanan anons rezaleti var ki aslında bana sorarsanız o da çok hayırlı olmuştur. Bursaspor maçında Güiza'yı yuhlayan taraftara ve o taraftarla tartışmaya girip daha sonra oyuncusunu satan Cristoph Daum'a müstehaktır bunlar.

Açıkçası bir Fenerbahçeli olarak kendim için fazla üzülmedim. Ama ameliyatlarını erteleyip şampiyonluk için sonuna kadar mücadele eden Gökhan Gönül ve Özer Hurmacı'ya üzüldüm. Gerçekten çok büyük fedakarlık örneği gösterdiler. Öte yandan elnden geleni yaptığını bildiğim kaptan Alex'e üzüldüm. Her ne kadar hakeme çok itiraz etseler de iyi mücadele eden Emre Belözoğlu'yla Lugano'ya üzüldüm başka da kimseye üzülmedim doğrusu. Güiza'yı da suçlamıyorum. Ama defanstaki dengesizin yaptıklarını asla affetmeyeceğim. İnşallah defolur gider. Cristoph Daum'un da azıcık haysiyeti varsa istifa etme erdemini gösterir.

Bundan sonra Fenerbahçe'de yaşanacaklar belli. Daum'un takımın başında kalma ihtimali benim ileride cumhurbaşkanı olma ihtimalimden az. Aziz Yıldırım da hiç öyle istifa muhabbetlerine girmesin zaten bir inandırıcılığı da kalmadı artık. Güiza'nın takımda kalması da zor artık. Deivid'in de kalacağını sanmıyorum. Bilica da kesinlikle gönderilmeli.

Fenerbahçe'yi bundan sonra çok zor yıllar bekliyor bana göre. Rakiplere baktığınız zaman hepsi bir önceki sezon çalıştıkları hocalarla devam edecekler. 2 yıllık bir istikrarın bile çok şey farkettirdiği ligimizde Fenerbahçe sezona yeni bir teknik direktörle girdiğinde otomatikman yarışa bir adım geriden başlamış olacak. Fenerbahçe'nin 100.yıldaki ortamı bulması çok zor. Fenerbahçe'den en az 3 sene bir beklentim yok.

Dün top üç direğin arasından bir kez daha geçseydi bugün elbette farklı şeyler konuşulacaktı ama Fenerbahçe'nin Zico'yu göndermesinin ne kadar büyük bir yanlış olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Geçen sene 71 puanla şampiyon olmuş Beşiktaş'ı Zico'yla 3. senesine girecek Fenerbahçe bana göre çok rahat geçerdi. Ama Fenerbahçe sanki her sene Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynuyormuş gibi Zico'yu gönderdi. Geçen sene Fenerbahçe şampiyon olsa bu sene ortam çok daha farklı olacaktı.

Şampiyonluk kupasının penaltı noktasına çukur kazanların yerine kısıtlı imkanlarla büyük işler yapanların elinde yükselmesi adaletin tesis edilmesi adına hayırlı olmuştur. Bursaspor'u bir kez daha can-ı gönülden tebrik ediyorum.

Şampiyon Inter


İtalya Seria A'da son haftalar çok çekişmeli geçse de sonunda sürpriz olmadı ve Inter 18. şampiyonluğuna ulaştı. Roma ise "gönüllerin şampiyonu" olarak kaldı.

Aslında Inter sezona çok iyi başlamış takipçileri ile puan farkını 8 puana kadar çıkarmasına rağmen özellikle Mart ayında yaşadığı puan kayıplarıyla liderliği Roma'ya kaptırmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse Jose Mourinho takımı önde giderken özellikle hakemlerle girdiği gereksiz polemikler yüzünden Inter çok sıkıntı çekti. Ama rakiplerin durumu gözönüne alındığında talih yine Inter'in yüzüne güldü. Aslında Inter'in Avrupa'da şampiyonluğu garantileyen ilk takım olması gerekirdi. İşin son haftaya kalmasının nedeni kesinlikle Jose Mourinho'dur.

Sezon başında "Inter'i zorlayacak bir takım varsa o takım Juventus olur." deniyordu ama Juventus ligi ancak 7. bitirebildi. Bir diğer Milano ekibi Milan ise bir ara Inter'i zorlar gibi olsa da Roma'ya geçildikten sonra pilleri bitti.

Roma ise 29 Kasım 2009'dan 25 Nisan 2010'a kadar oynadığı maçlarda mağlubiyet yüzü görmedi ama 25 Nisan'da yaptıkları hata pahalıya maloldu. Sezona daha iyi başlayamamanın sıkıntısını çektiler.

Inter'in şampiyonluğundan bahsedip de Diego Milito'dan bahsetmek olmaz. Robben'le birlikte Avrupa'da yılın transferidir Milito. Attığı 22 golle takımının şampyonluğunda başrol oynadı. Umarım bu formunu Dünya Kupası'na yansıtır. Arjantin'in ona ihtiyacı var.

Son olarak Sampdoria'nın Şampiyonlar Ligi'ne katılacak olması da Kupa-1'de farklı takımları görmek adına güzel bir gelişme.

Şampiyon Barcelona


2009-2010 sezonunda da Barcelona geçen sene olduğu gibi şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Sene başında beklenti Real Madrid ile Barcelona'nın şampiyonluk yarışı yapacağı şeklindeydi öyle de oldu. Barcelona 99 puanla şampiyonluğa ulaşırken Real Madrid ligi 96 puanla bitirdi. 3. Valencia ise Real Madrid'in 25 puan gerisinde kalarak Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılan 3. takım oldu.

Real Madrid yaklaşık 250 milyon Euro harcayarak girdiği sezona iyi başladı aslında. Barcelona ise geçen seneki görüntüsünden uzaktı ama bir şekilde maçlarını kazanmayı başarıyordu. Geçen sene ilk yarıdan 4-0 yapıp işi bitiren Barcelona bu sene son dakikalarda çok maç kazandı. Real Madrid ise farklı galibiyetlerle maçlarını rahat bir şekilde bitiriyordu.

İlk El Clasico'ya Real Madrid bir puan farkla lider gitti ama Barcelona Ibrahimovic'in golüyle maçı 1-0 kazanınca liderliği ele geçirdi. Daha sonraki haftalarda iki takım da kazanmaya devam ederken Real Madrid Bilbao deplasmanında mağlup olunca fark 5'e çıktı. El Clasico'ya kadar bir daha puan kaybı yapmadı Real Madrid. Barcelona ise Almeria deplasmanında berabere kalınca ve Atletico Madrid'e deplasmanda mağlup olunca Berbnabeu'daki El Clasico'ya iki takım da aynı puanda geldiler. Ancak Barcelona Real Madrid'e bir kez daha şans tanımayarak maçı alınca yeniden lider oldu.

Sene başında maçlarını daha rahat kazanan Real Madrid'in şampiyon olacağını düşünürken bu maçtan sonra Barcelona'nın bu işi bırakacağına pek ihtimal vermiyordum doğrusu. Aslında Barcelona'nın asıl hedefi Madrid'te Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmaktı. Lig maçlarındaki rotasyonlardan bunu anlayabiliyoruz. Ama deplasmandaki Real Madrid maçından sonra Barcelona şampiyonluğun en büyük adayı konumuna gelince ve Inter'e elenince La Liga'yı bırakmadı ve şampiyonluğa ulaştı. Son haftalarda formsuz Ibrahimovic'in de kenarda oturmasıyla geçen senekine yakın bir top oynayan Barcelona bir kez daha kupaya uzandı.

Real Madrid kağıt üstünde başarısız oldu ama ellerinden geleni yaptılar demek yanlış olmaz. Tabi kendi sahasında oynadığı hedef maçını kazanamayınca şampiyon olması için rakibin Fenerbahçe olması gerekiyor. Ancak rakip 1-0 mağlup götürdüğü Şampiyonlar Ligi finalinde bile panik yapmadan topunu oynayan Barcelona olunca bu iş ancak mucizelere kalıyor. Bundan sonraki süreçte Pellegri'nin takımın başında kalması mümkün değil. Jose Mourinho'nun söylediklerine bakılırsa Real Madrid'in başına geçmesi neredeyse kesin gibi gözüküyor.

Real Madrid'in Barcelona'yı geçmesi üç şartta mümkün olabilir. Birincisi Barcelona'dan bir futbolcu kopartarak hayat damarlarından birini koparması gerekiyor. İkincisi Barcelona'nın daha çok hata yapıp Real Madrid'e geçilmesi. Üçüncüsü Barcelona'dan daha iyi takım olması maçları bireysel yıldızlarından çok takım halinde kazanması gerekiyor. Bunlardan biri gerçekleşmediği takdirde değl 250 milyon 1 milyar Euro da harcasanız bir şey olmaz.

Az kalsın müthiş bir sezon geçiren Messi'yi unutuyordum. Gerçekten çok başarılı bir sezon geçirdi. Aslına bakarsanız daha fazla da gol atabilirdi. Gol attığı maçların çoğunda en az iki gol attı. Boş geçtiği bir çok maç var. Ama Bayern Şampiyonlar Ligi'ni alırsa yılın futbolcusu ödülü bence Robben'e gitmeli. Messi sonra yine kazanır. Tabi bu sene Dünya Kupası'nın yapılacak olması bu ödül için önemli bir kıstas. Bunu da unutmamak lazım.

Şampiyon Bursaspor


Sezon başında ligin sonunda böyle bir başlık atacağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi ama Bursaspor adeta bir devrim gerçekleştirerek şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Bana sorarsanız bu sampiyonluk Trabzonspor'un şampiyonluklarından daha önemli ve kazanılması daha zor bir şampiyonluk. Çünkü Trabzonspor'un şampiyon olduğu yıllarda futbol bu kadar endüstriyelleşmiş değildi. Kulüpler arasında bu kadar gelir farkları yoktu. Bu tip muhabbetleri yapmayı sevmiyorum aslında. En nihayetinde sahaya çıkan herkesin 2 kolu 2 bacağı var ama Fenerbahçe ile Bursaspor arasında da ekonomik olarak dağlar kadar fark var.

Bursaspor sezonun en istikrarlı takımıydı kuşkusuz. Sezon başından beri belli bir çizgiyi tutturmayı başardılar. Fenerbahçe ve Galatasaray'ın fırtına gibi girdiği sezonda 10.hafta itibariyle ikinciliğe çıktılar. İlk yarının kalan haftalarına Bursa'da Galatasaray, İnönü'de Beşiktaş galibiyeti sıkıştırdılar ancak ilk yarıyı liderin iki puan arkasında üçüncü bitirdiler.

İkinci yarının ilk maçı olan Kasımpaşa maçı kar nedeniyle ertelendi. 22.hafta ligin kaderini tayin eden maçta Bursaspor 2-0 geeriden gelip Fenerbahçe'yi 3-2 yendi. 24.haftada çıkan olaylardan dolayı oynanamayan Diyarbakırspor maçını 3-0 hükmen kazandılar. Erteleme maçında da Kasımpaşa'yı yenince lider oldular.

Liderlikten sonra dikkatler Bursaspor üzerinde toplanmaya başladı. İster istemez oyuncularda bir baskı oluştu. Bursaspor'un lider olmadan önce daha iyi futbol oynadığı bir gerçek. Ancak Bursaspor bu baskıyı iyi kaldırdı doğrusu. İçeride oynadıkları maçları bir şekilde kazanmayı başardılar. Deplasmanlarda yaşadıkları kayıplarda ise bir anormallik yoktu. Anormallik Fenerbahçe'deydi. Ankaraspor maçını sayarsak 9 galibiyet 1 beraberlikle son haftya gelmeyi başardılar. Bursaspor ise deplasmanlarda kaybettiği puanlar yüzünden ikinciliğe geriledi ama Fenerbahçe aynı şeyi ikinci kez yapınca tarihlerindeki ilk şampiyonluğa ulaştılar.

Dünyanın neresinde bir takım şampiyon olsa o takımda 1-2 futbolcu ön plana çıkar. Almanya'da Bayern'in şampiyonluğunda Robben, İngiltere'de Chelsea'nin şampiyonluğunda Lampard ve Drogba, İspanya'da Barcelona'nın şampiyoonluğunda Messi ve Xavi, İtalya'da Inter'in şampiyonluğunda Milito takımlarının ön plana çıkan futbolcularıydı. Hatta bu sene tıpkı Bursa gibi ilk şampiyonluğunu alan Twente'de 24 golle Bryan Ruiz geçen sene Bundesliga'da ilk şampiyonluğuna ulaşan Wolfsburg'da Grafite ve Dzeko ön plana çıkan futbolcularken ilk şampiyonluğunu kazanan Bursaspor'da böyle 7-8 tane adam saymak mümkün. Bu da takım olmayı becerebilenin şampiyon olduğunu gösteriyor.

Bursa şehrinin potansiyeline baktığınız zaman bu takımın aslında önceki yıllarda da şampiyonluğa oynaması, şampiyon olması gerekiyordu. Kısmet bu seneyemiş. Gerçekten çok büyük iş başardılar. İşin bir diğer ilginç tarafı da gelecek sezon salı ve çarşamba akşamları "Bir Şampiyonlar Ligi sponsoru olan Ford, Playstation veya Unicredit Bursaspor-Real Madrid maçını sunar." cümlelerini duyacağız.

Bursaspor'un bu şampiyonluğu ligin kaderini değiştirmiştir. Artık diğer Anadolu takımlarının sezona şampiyonluk parolasıyla girmelerinin önü açılmıştır. Ayrıca "Anadolu takımlarını şampiyon yapmazlar." geyiği artık tarih olmuştur.

2000'li yıllar Türk futbolu adına çok başarılı geçti. 17 Mayıs 2000'de Galatasaray'ın Uefa Kupası'nı kazandığı süreç tam 10 yıl sonra 16 Mayıs 2010'da beşinci şampiyonun çıkmasıyla sona erdi. Bir şampiyonlukla büyük takım olunur mu bilmem ama Bursaspor'un diğer Anadolu takımlarından bir farkı var artık. Başta Ertuğrul Sağlam olmak üzere Bursaspor'un şampiyonluğunda emeği geçen herkese helal olsun.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Tarih Tekerrürden İbarettir


Tam 3 sene önce 2006-2007 sezonunun 32.haftasında Fenerbahçe cezası nedeniyle İzmir'de oynadığı maçta Trabzonspor'u ağırlarken takipçisi Beşiktaş ise Bursaspor'a konuk olmuştu. Beşiktaş'ın Fenerbahçe'den daha kötü bir sonuç alması halinde ve Galatasaray'ın da Sivas deplasmanında puan kaybetmesi halinde Fenerbahçe bitime 2 hafta kala şampiyonluğa ulaşacaktı.

Fenerbahçe Trabzonspor ile 2-2 berabere kalmasına rağmen Beşiktaş Bursaspor'a 3-0 mağlup olunca Galatasaray da Sivas ile deplasmanda berabere kalınca şampiyonluğa ulaşmıştı.

İşte bu maçlar oynandıktan 3 sene sonra Fenerbahçe yine Trabzonspor'la oynayacakken Bursaspor ile Beşiktaş da Bursa'da karşılaşacaklar. Fakat bu sefer Fenerbahçe'nin arkasındaki takım Beşiktaş değil Bursaspor.

O günkü maçlarda alınan sonuçlar zuhur ederse Bursaspor, o maçların sonucunda ortaya çıkmış olan durum zuhur ederse Fenerbahçe şampiyon olacak. Tarih bir şekilde tekerrür edecek ama ne şekilde olacağını hep beraber göreceğiz.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Atletico Madrid 2-1 Fulham


Bir yanda sadece 2 galibiyetle finale kadar gelmiş, kadrosunda Forlan, Agüero, Reyes, Simao gibi yıldızlar barındıran Atletico Madrid, öte yanda son şampiyon Shaktar Donetsk'i, İtalyan devi Juventus'u, geçen yılın Bundesliga şampiyonu Wolfsburg'u ve finalde ev sahibi olmayı düşleyen Hamburg'u elemiş mütevazı Fulham Avrupa Ligi finalinde karşı karşıya geldiler.

İki takımın finale kadar ortaya koyduklarına baktığınızda maçla ilgili önceden bir tahminde bulunmak çok zordu. Her türlü sonuca açık bir maçtı iki takım da kupaya eşit uzaklıktaydı. Nitekim maç da biraz böyle oynandı. Zaman zaman Atletico Madrid zaman zaman da Fulham kontrolü ele geçirseler de her iki takımın da birbirlerine bariz bir üstünlüğü olmadı aslında. Kupayı Atletico Madrid aldı ama Fulham da kazanabilirdi.

Maça iki takım da defansif önlemlerini alarak başladı. Bir süre dengede giden maç daha sonra Atletico'nun lehine dönmeye başladı. Forlan'ın ilk golü aslında bağıra bağıra geldi. Ancak 5 dakika sonra Fulham bulduğu fırsatı iyi değerlendirdi. Aslında o pozisyonda daha rahat durumda golü atabileceklerken pozisyonu zora soktular ama o golün olacağı varmış herhalde ki top yine de ağlara gitti. Atletico Madrid savunması biraz daha dikkatli olabilseydi o golü yemezler belki maç 90 dakikada biterdi.

İkinci yarıya Fulham daha iyi başlayan taraf oldu. Ancak daha iyi başlamaları bir sonuç getirmedi ve Atletico Madrid oyunda dengeyi kurdu. Fulham ise daha çok savunmanın arkasına atılan toplarla etkili olmaya çalışsa da hücumda çoğalmada sıkıntı yaşayınca pek tehlikeli olamadı. Atletico Madrid ise "Olursa olur, olmazsa sağlık olsun." mantığıyla hareket etti fazla risk almadan oynadı.

Uzatmalarda etkili olan taraf Atletico Madrid'ti. Özellikle ilk uzatma devresinin son dakikasında kaçırdıkları gol akıl alır gibi değildi. Neyseki Diego Forlan gibi bir golcüleri var da 116. dakikada golü buldular ve kupaya uzandılar.

Ne Atletico Madrid ne de Fulham hakkında olumlu ya da olumsuz bir görüşüm olmadığı için bu maçı taraf tutmadan izledim. Ama maçtan sonra Fulhamlı oyuncuları görünce "Keşke Fulham kazansaydı." dedim. Çünkü çok önemli takımları çok iyi oynayarak yenip finale kadar geldiler. Atletico Madrid de Valencia, Liverpool gibi takımları eledi ama finale kadar sadece 2 galibiyet almış oldukları düşünüldüğünde maçı kaybetselerdi "Zaten sadece 2 galibiyet almışlardı." derdim. Ayrıca Galatasaray ve Valencia maçlarındaki hakem kararlarını da unutmamak lazım. Fulham'a yazık oldu.

Finali Atletico Madrid ile Fulham'ın oynaması Uefa Avrupa Ligi'nin daha prestijli bir organizasyon olması yolunda atılan adımların bir işe yaramadığını gösteriyor sanki. Sonuçta bu takımlar Avrupa'nın dev kulüpleri değiller. Şampiyonlar Ligi'ne 32 takım katıldığı müddetçe ve önemli ülkelerin kontenjanları düşürülmedikçe Avrupa Ligi beklenen düzeye gelemez. Ancak endüstriyel futbolun bu kadar etkin olduğu bir dönemde Şampiyonlar Ligi'ni allame-i cihan olsanız kısırlaştıramazsınız.

Son olarak Atletico Madrid'in kupayı kazanmış olması Galatasaray taraftarında "züğürt tesellisi" etkisi yapar. Hepsinde olmasa da bir kısmında olur.

11 Mayıs 2010 Salı

Son 100'e Girilirken...


Ligi 3400 metrelik bir at yarışı olarak değerlendirecek olursak atların artık son 100 metreye girdiğini söylesek hata etmiş olmayız. Fenerbahçe son 400'e girilirken yaptığı atakla yarışta liderliği ele geçirdi ve son 100'e girilirken bir hayli avantajlı gözüküyor.

Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansının mucizelere kaldığı haftalardan sonra "arap atı" misali müthiş bir atağa kalktı ve yarışta liderliği ele geçirdi. Madem at yarışı benzetmesi yaparak konuşuyoruz o zaman Alex'i de Halis Karataş yapalım da tam olsun. Bursaspor ise yarışın ortalarında yaptığı atakla liderliği ele geçirmesine karşın son metrelere girilirken yorulunca ikinciliğe geriledi. Aslında ben bu kadar at yarışı meraklısı bir insan değilim ama zaman zaman izlediğim yarışların çoğunda son metrelerde liderliği ele geçiren atların yarışı kaybettiğini hiç görmedim.

Fenerbahçe Şubat ayındaki rezaletten sonra ligde gol yemeyerek gerçekten bir mucize gerçekleştirdi. Bu performans sonrasında son haftaya şampiyonluğun en büyük adayı olarak girilmesi sağlandı. Henüz hiçbir şeyin bitmediği bir gerçek. Daha önce alınan sonuçların anlamlı olması için Pazar günü galibiyet şart.

Bursaspor ise sezonun en istikrarlı takımı. Sezon başından beri aldıkları sonuçlar gerçekten çok iyi. Aslına bakarsanız bu sezon şampiyon olamazlarsa bu çok büyük bir talihsizlik olacak. Beşiktaş'ı Fenerbahçe'yi deplasmanda yenen, Galatasaray'dan iki maçta 4 puan kazanan bir takımın şampiyon olması gerekir. Ancak Bursaspor son haftaya girilirken kendi göbeğini kendi kesme şansına sahip değil. Ayrıca Bursaspor 75 puanla ikinci olursa bu son 4 sezonda ikinci olan takımın aldığı en yüksek puan olacak. Geçen sene Beşiktaş 71, üç sene önce Fenerbahçe şampiyon olurken ligi 70 puanla tamamlamışlardı. Bir Anadolu takımı aldığı 75 puana rağmen şampiyon olamıyorsa bu bana göre bir şanssızlıktır.

İki takımın son hafta maçlarını değerlendirecek olursak Bursaspor'un işi daha zor görünüyor. Çünkü rakibi maç hangi şartlar altında oynanacak olursa olsun Beşiktaş. Üstelik son haftalarda Bursaspor'un oynadığı futbol da pek iyi değil. Anadolu takımlarının destekleyen arkadaşlar İstanbul takımlarına ve Trabzonspor'a "büyük" denmesine içerliyorlar ama aradaki büyük küçük farkı kabul etseler de etmeseler de bu tip durumlar da ortaya çıkıyor işte. Fenerbahçe sıkıntılı geçmesi beklenen karşılaşmaları büyük bir soğukkanlılıkla oynayıp kazanırken Bursaspor'un maçları nasıl zar zor kazandığını görüyoruz. Ligin temiz ve adil olduğuna kesinlikle inanmıyorum ama aradaki bu fark bir gerçektir ve gerçekleri kabullenmek kolay değildir.

Öte yandan Fenerbahçe medyası olarak tabir edilen bir kısım medya birkaç güne kalmaz "Beşiktaş yatar." muhabbetlerine başlar. Ayrıca Beşiktaş'ın durumu ne olursa olsun Bursaspor'a maçı vereceğini sanmıyorum. Bursaspor'un son haftalarda oynadıkları futbolun da iyi olmadığını düşünürsek çok zorlu bir maç olacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yok.

Fenerbahçe ise Trabzonspor ile oynayacak. 6 gün önce iki takım kupa finalinde karşılaştığında maçı daha çok isteyen Trabzonspor haklı bir galibiyetle kupaya uzandı. Bu maça baktığınız zaman ise maçı kazanmayı daha çok isteyen taraf Fenerbahçe ve üstelik kendi sahasında. Hiçbir maç oynamadan kazanılmaz ama kupayı alarak bu sezonki hedefine ulaşmış bir Trabzonspor'un şampiyonluğa çok yakın Fenerbahçe'ye çelme takması pek ihtimal dahilinde değil. Yine de bol keseden atıp tutmamak temkinli olmak en iyisi.

Biri Bana Anlatsın


Aslında daha ağır bir başlık da yazabilirdim ama Trabzonsporlu arkadaşlar bundan alınabilirlerdi. Ancak şunu söylemek istiyorum; Trabzonspor Denizlispor maçı Avni Aker Stadı'ndaki bakım nedeniyle Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynandı. Zaten sezon sonu gelmiş, kupayı kazanmışsın son maçta stadında taraftarınla bütünleş zemin bir hafta sonra bakıma alınsa ne olur? Trabzon halkı zaten çok büyük bir coşku yaşadı belki ama sezonun son maçında zeminin bakıma alınması nedeniyle maçı başka yerde oynamak tam anlamıyla mantıksızlık bence.

7 Mayıs 2010 Cuma

Normal Değil


Fenerbahçe bir kez daha finalde Türkiye Kupası'nı kaybetti. Son 6 yıldaki dördüncü son 27 yılda ise yedinci kez final kaybediyor Fenerbahçe. Son 6 yıldaki dört finalin ikisini Beşiktaş'a birini Galatasaray'a birini de dün Trabzonspor'a kaybetti Fenerbahçe. Özellikle son yıllarda "derbilerin kralı" olarak lanse edilen bir takımın bu sürede dört kez aynı takımları finalde yenememesi normal bir şey değil.

Son 6 sezonda Fenerbahçe bu 3 takımla ligde 35 maç yaptı. Bu 35 maçta 23 galibiyet, 6 beraberlik, 6 mağlubiyet aldı. Fenerbahçe'nin bu 6 yılda ligde bu takımlara karşı bariz bir üstünlüğü varken aynı 6 yılda dört kupa finalini bu takımlara kaybediyorsa burada başka bir iş var demektir.

Şüphesiz bu durumun en önemli sebebi 27 yıldan beri alınamayan kupa. Futbolcular ister istemez böyle bir psikoloji içerisine giriyorlar ve bu çok büyük bir baskı oluşturuyor. Haftalardır gol yemeyen bir takımın basit defans hataları ve top kayıpları yapması, çok kötü oynaması sadece rakibin maçı daha çok istemesiyle açıklanabilecek bir şey değil.

Aslında dün Fenerbahçe'nin ilk kez bir finalde öne geçtiğine şahit oldum. Ne yalan söyleyeyim şaşırdım. Ama Fenerbahçe golü atmasına rağmen oyununu düzeltemedi. Trabzonspor da beraberliği sağlamakta fazla gecikmeyince Fenerbahçe'nin kupaya uzanma ihtimali ancak maçın penaltılara kalması durumunda gerçekleşebilirdi. O ihtimalin gerçekleşmesini de maçın adamı Engin Baytar engelledi. Trabzonspor da haklı bir galibiyetle kupaya uzandı.

Bir maçı kafada kazanamadıysanız sahada kazanmanız mümkün olamaz. İstikbaldeki muhtemel finallerde sarı lacivertli formayı giyecek sahadaki 11 ve kulübedeki 7 toplamda ise 18 kişi bu psikolojiden kurtulamadığı müddetçe Fenerbahçe'nin Türkiye Kupası alması ancak doğaüstü hadiseler cereyan ettiği zaman mümkün olabilir.

Son olarak şunu söyleyeyim. NTV Spor'daki Spor Servisi programında maçla ilgili bir çok yorumu dinleme şansı buldum. Herkes bu maça normal bir maç gibi yaklaşmış. Teknik direktörlerin doğrularının, yanlışlarının üzerinde durulmuş. Bana göre bunların hepsi boş. Fenerbahçeli futbolcuların bu psikolojiyle bu maçı kazanmaları mümkün değildi. İlginçtir Kadıköy'deki Fenerbahçe-Galatasaray maçlarında Galatasaraylı oyuncuların psikolojik durumundan her zaman bahsedilirken Fenerbahçeli oyuncuların kupa finallerindeki psikolojik durumundan bahseden yok. Ondan sonra Fenerli medyaymış. Hadi canım sen de...

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Trabzonspor Fenerbahçe Maçı Öncesi


Trabzonspor ile Fenerbahçe bugün finalde karşılaşıyorlar. Trabzonspor kötü giden sezonu kupayla tamamlamak Fenerbahçe ise 27 yıl aradan sonra kupya uzanmak amacında.

Fenerbahçe ligde inanılmaz performanslar gösteriyor. Ligde 8 maçtır gol yemeyen bir Fenerbahçe var. İki ay kadar önce Fenerbahçe'nin şampiyon olamayacağını hesap ederken şimdi şampiyonluk için ipler Fenerbahçe'nin elinde. Bu normal bir performans olamaz.

Trabzonspor'da ise devre arasından beri tüm hesaplar kupayı kazanmak üzerine kurulu. Bu bana biraz geçen seneki Fenerbahçe'yi hatırlatıyor. Geçen sene de Fenerbahçeli futbolcular devre arasından beri olmasa da ikinci yarının ortasından itibaren kupa finalini ağızlarından düşürmüyorlardı. Ancak kupayı kazanan taraf Beşiktaş olmuştu. Bu sene bundan dolayı kupayı Fener alır demiyorum ama bu maç Trabzonspor için sezonun en kritik maçı. Bu maçta Trabzonsporlu oyuncuların performansları şimdilik soru işareti. Ancak Fenerbahçe ligdeki performansını sahaya yansıtabilirse Trabzonspor'un mevcut performansının çok üstüne çıkması lazım.

Fenerbahçe Trabzonspor'a göre daha formda. Ama Bursaspor'la girilen şampiyonluk mücadelesi bu maça olumsuz etki yapabilir. Onun dışında Fenerbahçe için bir diğer dezavantaj da finallerde yaşadığı cenabetlikler.

2001 yılında Fenerbahçe ile Gençlerbirliği finalde karşılaşmıştı. Gençlerbirliği kalecisi o maçta çok iyi oynamış ve bu performasını penaltılara da taşıyınca kupayı Geneçlerbirlği kazanmıştı. 2005'te Galatasaray Fenerbahçe'yi 5-1 yenmişti ama maçın adamı Mondragon desek hata yapmış olmayız. 2006'da Beşiktaş ile karşılaşıldığında maçın ilk yarısında biraz hakem biraz da Tuncay Şanlı'nın gereksiz hareketleri Beşiktaş'ı 2-0 öne geçirmiş, Fenerbahçe ikinci yarıda beraberliği sağlasa da uzatmalarda Aurelio kırmızı kartla atılmış ve Beşiktaş skoru 3-2 yaparak kupayı kazanmıştı. Geçen sene ise daha maçın başında Yusuf'un Volkan Babacan'ın hatasını değerlendirip attığı saçmasapan golle Beşiktaş öne geçmiş, Fenerbahçe yine beraberliği sağlasa da ikinci yarıda Beşiktaş'a boyun eğmek zorunda kalmıştı. Görüldüğü gibi finallerde şans Fenerbahçe'nin yanında olmuyor bir türlü. Bu maçların hiçbirinde Fenerbahçe öne geçemedi. Bu maçta kritik olan şey Fenerbahçe için öne geçmek. Eğer Fenerbahçe bunu başarırsa kupayı kazanma ihtimali bir hayli yüksek olacak. Ama ben bugün yine bir cenabetlik olursa şaşırmayacağım.

Maçın oynanacağı şehir ve başlama saati ile ilgili iki çift laf etmezsek olmaz. Trabzonspor cephesi daha kesin olarak finale çıkılmadan finali Atatürk Olimpiyat Stadı'nda oynamak istemişti. Bence bu ciddi bir hataydı. Çünkü o açıklamalardan sonra finalin orada oynanma ihtimali hiç kalmadı. Ama Trabzonspor yönetmine maçın Şanlıurfa'ya verileceği ile ilgili duyumlar çok önceden geldiyse o işin başka yönü. Ama bunu engellemenin yolu böyle konuşmak değil Fenerbahçe ile anlaşmak olurdu. Ancak Fenerbahçe'nin de Şanlıurfa'da rezervasyonlara önceden başladığı söyleniyordu. O yüzden maçın Urfa'da oynanmasından başka ihtimal kalmamıştı. Özellikle Trabzonsporlular maçın Urfa'ya verilmesinden dolayı federasyonu popülizm yapmakla suçluyorlar. Demokratik açılım kapsamında maçın oraya verildiğini söylüyorlar. Şüphesiz bunun da etkisi vardır ama değişik yerlerde finalin oynanması iyidir.

Başlama saati ise tam bir skandal oldu doğrusu. Federasyon finale TFF 2.Lig maçı muamelesi yaptı. Haftaiçi mesai saatine koydu maçı. Her fırsatta futbolun marka değerinde bahsedilirken böylesine önemli bir maçın haftaiçi gündüz oynanması çok saçma. Haftasonu olsa anlarım ama haftaiçi 15.45'te Türkiye Kupası finali oynatmak tam bir saçmalıktır. Sen bu finali Urfa'da oynatmaya karar verdiysen her türlü problemi çözmek zorundasın. Her fırsatta "marka değeri" diye diye ortalığı velveleye veren federasyon kendisiyle çelişen işler yapmaktadır.

Son olarak kendilerine bir önerim olacak. Eğer futbolun marka değerini bu kadar düşünüyorsanız kupa finalini ligin bitiminde bir hafta sonra haftasonu oynatın. Böylece futbol sezonu Süper Kupa finaliyle başlayıp Türkiye Kupası finaliyle bitmiş olur.