26 Şubat 2010 Cuma
Oyun Bitti
Fenerbahçe ve Galatasaray bu akşam aldıkları sonuçlarla Avrupa defterlerini kapattılar. Galatasaray deplasmanda aldığı 1-1'lik skorun avantajını kullanamazken Fenerbahçe 85'te yediği golle yıkıldı.
İlk olarak Galatasaray maçını değerlendirelim. Maç çok sıkıcı başladı doğrusu. İzlerken fenalık geldi. Ne doğru düzgün bir pozisyon vardı ne de kora kor mücadele. Tabi böyle olması normal. Galatasaray avantajlı başladı maça. Haliyle kontrollü bir oyun sergiledi. Atletico Madrid de ilk yarıda Galatasaray'ın üstüne fazla gitmedi. Böyle olunca ortaya futbol adına çok fazla bir şey çıkmadı. Buna rağmen Galatasaray Elano ve Arda ile girdiği pozisyonları değerlendirmiş olsa işler çok farklı olabilirdi.
İkinci yarıya Atletico Madrid gol bulmak zorunda olduğu için istekli başladı. Galatasaray ise bu dakikalarda Atletico Madrid'e pek karşılık veremedi. Nitekim taç atışından ceza sahasına sızan Simao şık bir vuruşla takımını öne geçirdi. Galatasaray'ın bu gole çabuk cevap vermesi önemliydi. Böylece oyunda yeniden dengeyi kurdular. Hatta 1-1'den sonra daha iyi olan taraf Galatasaray'dı. Fakat Caner iki dakikada iki sarı kart görünce ibre yeniden Atletico Madrid'e döndü. 1-1 maçı uzatacaktı ki Galatasaray 10 kişi kaldığı için Atletico uzatmalarda avantajlı olacak olan taraftı. Ama Diego Forlan 90'da attığı golle son noktayı koydu ve Galatasaray elendi.
Tabi Galatasaraylılar maçtan sonra penaltı pozisyonunu konuşuyorlar. Haksız da değiller ama ilk yarıda hakem Servet'i Aguero'ya yaptığı hareketten atsa kim ne diyebilir? Birileri kasaplıktan mı bahsediyordu?
Fenerbahçe'ye gelecek olursak ilk maçtaki 2-1'lik skor çok kötü bir skor değildi. 1-0'lık galibiyet tur için yeterliydi. Ama herkesin hamfikir olduğu konu Fenerbahçe'nin gol yemesinin neredeyse kesin olduğuydu. Nitekim 85'te gelen gol Fenerbahçe'nin de tur ümitlerini bitirdi. Maçlar 85 dakika oynansa Bugün Fenerbahçe ligde lider Avrupa Ligi'nde de tur atlamış bir takım olacaktı.
Fenerbahçe özellikle savunmada önemli eksiklerinin olduğu maça iyi başladı. İlk yarıda kontrol Fenerbahçe'deydi. Lille'in de önemli pozisyonları var ama ilk yarıda üstün olan taraf Fenerbahçe'ydi. Nitekim bu üstünlüklerini skora da yansıttılar. İlk yarının son dakikasında Alex'in kaçırdığı gol maçın kader anıydı.
Lille ikinci yarıda daha etkili bir futbol sergiledi. Fenerbahçe ise ikinci yarıda oldukça etkisiz kaldı. Doğru dürüst kontraatak fırsatı bile bulamadılar. Cristoph Daum'un yaptığı değişiklikler de oyunun gidişatını değiştiremedi. 85.dakikada Türk takımlarının kronik hastalığı olan "duran toplardan gol yeme" durumu ortaya çıktı ve Lille Rami'nin golüyle skoru 1-1 yaptı ve Fenerbahçe elendi.
Fenerbahçe'de bu maçta Emre Belözoğlu'na ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Gerçekten çok iyi bir futbol oynadı. Nitekim attığı golle de takımını öne geçirdi. Ama bu performansı yeterli olmadı.
Elenmek Fenerbahçe için iyi olmadı belki ama zaten Fenerbahçe'nin önü bu kulvarda kuralar çekilirken tıkandı. Unirea-Liverpool eşleşmesinin galibiyle bir üst turda eşleşecek olmak daha yukarılara çıkmayı imkansız kılıyordu. Fenerbahçe bu futbolla Liverpool'u zaten geçemezdi. O yüzden boşu boşuna iki yorucu maç yapmaktan kurtulmuş oldu.
Bu geceki sonuçlardan sonra Avrupa kupalarında takımımız kalmadı. Tabiri caizse annemizin ligine döndük. Başlarız artık birbirimizi yemeye. Sahi en son nerde kalmıştık?
25 Şubat 2010 Perşembe
Şampiyonlar Ligi 1.Eleme Turu İlk Maçlar 2/2
Şampiyonlar Ligi'nde 1. eleme turu ilk maçları bu hafta oynanan 4 maçla tamamlandı. 2 hafta sonra ilk hafta maçlarını oynayan takımlar rövanşlara çıkacaklar. Ertesi hafta da bu hafta seyrettiklerimiz. Bu haftaki maçlarda Barcelona, Bordeaux, Inter ve Sevilla rövanşlar için avantajlı skor elde eden takımlar oldular. En azından rövanşların tamamı 0-0 bitse bu takımlar çeyrek finalist olacaklar.
Kuralar çekildiğinde sonucu en çok merak edilen eşleşme şüphesiz Inter-Chelsea eşleşmesiydi. Son iki yılda bu turda İngiliz takımları Liverpool ve Manchester'a elenen Inter'in karşısında bu kez Milan'ın eski hocası Ancelotti'nin ve hocası Mourinho'nun eski takımı Chelsea vardı. Kağıt üstünde daha iyi olan takım Chelsea'ydi. Inter'in maçı kazanması için ekstra bir şeyler ortaya koyması şarttı. Inter maça Milito'nun golüyle adeta 1-0 önde başladı. Skor avantajını yakalayan Inter bu golden sonra oyunu kendi yarı sahasında kabul etti. Chelsea ilk yarıda elini kolunu sallaya sallaya Inter ceza sahasına kadar geldi ve etkili de oldu. Ama kimi zaman direkler, kimi zaman Julio Cesar, kimi zaman da Lucio gole izin vermedi. Inter kalesinde bunlar olurken Chelsea kalesinde Eto'o çok kritik bir pozisyonda topu ıskalayınca Inter 2. golden oldu. Futbol öyle enteresan bir oyun ki ilk yarıda doğru dürüst hücum yapmayan Inter ilk yarıyı 2-0 önde kapatabilirdi.
İkinci yarı gollerle başladı. Chelsea Inter'in golüne 51'de Kalou ile cevap verdi. Köşeye giden top bir de Julio Cesar'ın önünde sekince ağlarla buluştu. Bu golden 4 dakika sonra Inter 3. kez organize bir atağa çıktı ve Cambiasso takımını tekrar öne geçirdi. 2-1'den sonra Inter ilk yarıdaki kadar etkisiz oynamadı. İlk yarıya oranla daha çok pas yaptılar topa daha çok sahip oldular. Hal böyle olunca Chelsea ilk yarıdaki kadar oyuna hükmedemedi ve maç 2-1'lik skorla tamamlandı.
Bu skor çok büyük bir avantaj değil. Chelsea ikinci maçı 1-0 kazanabilir. Biz bunun farkındaysak Jose Mourinho hayli hayli farkındadır. İkinci maç için bir şeyler düşünecektir.
Bu haftanın bir diğer ilgi çeken mücadelesi Stuttgart ile Barcelona arasındaydı. Son şampiyon Barcelona toparlanma emareleri gösteren Stuttgart'a konuk oldu. Stuttgart özellikle ilk yarıda Barcelona'ya zor anlar yaşattı. Bunun en önemli nedeni Iniesta'nın Henry'nin oynadığı bölgede oynaması oldu. Bu yüzden Xavi-Iniesta ikilisi bozuldu ve Yaya Toure ile Sergio Busquets'in performansları Barcelona'nın alıştığımız pas trafiğini yapmasına engel oldu ve bir çok pas hatası yaptılar. Barcelona cephesinde bunlar olurken Stuttgart da bu hatalardan faydalanıp kaptıkları toplarla hızlı çıkarak pozisyonlar üretti. Eğer ilk yarı 1-0 bitmemiş olsaydı Barcelona muhtemelen avantajlı bir skor elde edemeyecekti.
İkinci yarının 7.dakikasında Ibrahimoviç skoru 1-1'e getirdi. Ardından Henry-Yaya Toure değişikliği geldi ve Iniesta orijinal mevkisine döndü. Böylece Barcelona kontrolü biraz daha eline geçirdi ve Stuttgart ilk yarıdaki kadar pozisyona giremedi. Barcelona da 1-1'e razı bir görüntüde olunca maç bu skorla tamamlandı.
Nou Camp'a Barcelona karşısına skor dezavantajıyla çıkacak olması süphesiz Stuttgart için büyük bir handikap oluşturdu. Barcelona 1-1'in avantajını değerlendirmesini bilecektir. Barcelona çeyrek finale çok yakın demek yanlış olmaz.
Bu haftanın başka bir mücadelesi de Atina'da Olympiakos ile Bordeaux arasındaydı. Grup aşamasının en başarılı takımı olan Bordeaux Olympiakos karşısında da turun favorisiydi. İlk yarının son dakikasında bir duran top organizasyonuyla golü buldular. Zaten ne zaman Bordeaux maçlarının özetini izlesem mutlaka bir gol duran toplardan gelmiş oluyor. Herhalde Avrupa'nın duran topları en etkili kullanan takımı Bordeaux'dur. Bu maçın ikinci yarısı Olympiakos ağırlıklı karşılıklı pozisyonlarla geçse de iki takım da gol bulamadılar ve maç Bordeaux'nun üstünlüğüyle tamamlandı. Bordeaux'nun rövanşta turu vermesi çok büyük sürpriz olur. Kuvvetle muhtemeldir ki çeyrek finale çıkacaklardır.
Bu turun bir diğer maçı da Cska Moskova ile Sevilla arasında oynandı. CSKA'yı en son bıraktığımızda oldukça formdaydılar ve hatta bu sayede Şampiyonlar Ligi'nde bu tura yükseldiler. Sevilla ise sezon başında Barcelona ve Real Madrid'e refakat ederken gittikçe düşen formuyla bu ikiliden uzaklaştı. Maça gelecek olursak CSKA bıraktığımız gibiydi. Belki çok mükemmel bir futbol oynamadılar ama Sevilla'dan daha iyi oldukları aşikardı. Sevilla ise (hava şartlarından da kaynaklanıyor olabilir) "Ne işimiz var bizim burda?" dercesine bir futbol oynadı. Attıklar gol de zaten tam bir piyango oldu onlar için. Stoperlerin ve kaleci Akinfeev'in yaptıkları hataları Negredo gole çevirdi ve 1-0 öne geçtiler. Zaten oldukça isteksiz görünüyorlardı öne de geçince hiçbir şey yapmaz oldular. CSKA ise golü atmak için oldukça uğraştı. 65'te Mark Gonzalez takımına beraberliği getirdi. Bu golden sonra CSKA'da da duraksamalar oldu. Sevilla'ya göre daha etkiliydiler ama üretkenlikleri düşmüştü. Böyle olunca da maç 1-1 sona erdi.
Bu skor Sevilla için çok büyük bir şans oldu. İyi oynamadıkları bir maçta avantajlı bir skor elde ettiler. Sevilla 3 sene önce olduğu gibi bu kez çeyrek final fırsatını kaçırmak istemeyecektir.
Şampiyonlar Ligi'nde 1. turun ilk maçlarını tamamlamış olduk. Çeyrek final için çok büyük avantaj elde eden takımlar olsa da işini sıkıntıya sokan takımlar da oldu. Rövanşlar şüphesiz daha heyecanlı ve stresli olacaktır. Bakalım rövanşlar bize ne getirecek?
24 Şubat 2010 Çarşamba
Fenerbahçe Taraftarı
Aslında herşey 14 Aralık 1999'da başlamıştı. Fenerbahçe Türkiye Kupası'nda Pendikspor'a elenmiş taraftar Rüştü'yü tartaklamıştı. Bugün ezeli rakipleri tutan arkadaşlarla ne zaman hararetli tartışmalara girilse %90 bahsi açılır o maçın ve o maçın ardından yaşananların. Tabi olayların savunulacak hiçbir yanı olmadığı için de bir şey denilemez. Futbol sürprizler oyunudur ve futbolda her türlü sonuç vardır. Ama o maçtan sonra yaşananların futbolda yeri yoktur.
İlerleyen yıllarda Fenerbahçe taraftarı bazı futbolculara tepki göstermeye devam etti. Bu tepkiler genellikle yerli oyunculara gösterilirken bu oyuncular bir şekilde bu tepkilere rağmen Fenerbahçe kariyerine devam etmeyi başardılar. Bu tepkiler Selçuk Şahin, Volkan Demirel, Ümit Özat, Tuncay Şanlı gibi oyuncular üzerinde yoğunlaştı.
Sonra Alex diye bir adam geldi takıma. Geldiği ilk sezon attığı ve attırdığı gollerle, oynadığı futbolla takımın şampiyonluğunda başrol oynadı. Haklı olarak Fenerbahçe taraftarının da sevgisini kazandı. Hatta öyle ki statta kendi özel köşesi bile oldu. Migros tribünü ile Maraton tribünün kesiştiği köşeye gidip gol sevincini ordaki taraftarla paylaşıyor taraftarlar da ona tapınma hareketi yapıyorlardı. Ama gelgelelim 100.yılda Az Alkmaar maçında oyundan çıkarken tribünler tarafından kötü oyunuyor diye yuhalandı. Fenerbahçe o sene şampiyon olduğu gibi Alex de gol krallığına ulaştı. Sonra aynı sene Fenerbahçe içerde Kayserispor'a karşı ağır bir yenilgi aldı. Tribünler "Zico istifa" diye inledi. 2 sene sonra bu sefer Aragones Kayserispor'a içerde kaybedince bu sefer aynı tribünler "I love you Zico." diye bağırdı. Bu arada Kezman'a Ankaraspor maçında kaçırdığı penaltı yüzünden saldırılmasını da unutmamak lazım. En son da Güiza'ya tepkiler gösterildi. Oyundan çıkarken gözleri doldu. Sonra Samandıra'da aracına saldırıldı. Ancak Güiza'nın yedek kulübesindeki o halini görenler şimdi Güiza'nın gönlünü almaya çalışıyor. Ben böyle tutarsızlık görmedim.
Türkiye'de her takımın taraftarı kendi oyuncusunu protesto etmiştir. Başkanını hocasını protesto etmiştir. Nonda'nın son maçını hatırlayın mesela. Ya da Beşiktaş tribünlerinin Ali Tandoğan'ı kabullenmemesini. Ama diğer takımların taraftarları Fenerbahçe taraftarı kadar tutarsızlık göstermiyor. Elbette onların da aşırı sevgi gösterip sonra protesto ettikleri oldu. (Örn: Lincoln) Ama ben hiç onların futbolcularını dövdüğünü görmedim. Belki Beşiktaş taraftarı CSKA maçından sonra Rüştü'ye saldırmak istedi ama yapamadılar sonuçta.
Yukarıda saydığım tüm unsurlar Fenerbahçe taraftarının oyuncusuna karşı ne kadar samimiyetsiz olduğunun bir göstergesidir. Diğer takım taraftarları yapmıyor mu? Yapıyor onlar da yapıyor. Ama ben onların gidip futbolcu dövdüklerine daha şahit olmadım ya da araçlarına saldırdıklarına.
Elbette taraftar tamamen haksız değil. Sonuçta onlar da takımlarının başarısını istiyor. Ama bu kadar tutarsız olunmasın. Bir sene önce taptığın adamı ertesi sene protesto etme. Ya da gol kaçırıyor, penaltı kaçırıyor, gol yiyor diye futbolcuna, kaptanına saldırma. Durumu protesto et. Hakkındır. Ama bu kadar uç noktalarda davranışlar da sergileme.
23 Şubat 2010 Salı
Günah Keçisi
Fenerbahçe oynadığı son resmi maçlarda oynadığı "iyi futbola" rağmen maçları kazanamayınca taraftar takımdan birisine fatura kesmeye kalktı. Bu fatura da geldiği günden beri kaçırdığı gollerle saç baş yolduran Güiza oldu. Özellikle Lille maçından sonra...
Güiza geldiği günden beri çok önemli pozisyonlarda golleri kaçırdı, doğrudur. Ancak Güiza'nın golleri kaçırdığı maçların %90'ını Fenerbahçe kazanmıştır. Çünkü o maçlarda belli olan bir şey vardır. O da şu; takım iyi oynuyor en azından hücum adına ortaya bir şeyler koyuyor, pozisyona giriyor. Belli ki gol gelecek.
Gelelim son iki maça. Lille maçında Güiza iki net pozisyondan faydalanamadı evet. Ama Fenerbahçe o maçta ne oynadı ki Allah aşkına? Bir kere adamlar orta sahayı ele geçirmiş bütün dönen topları alıyorlar. Oyunun kontrolü tamamen Lille'de. Ayrıca yenilen iki gole bakın tam bir komedi. İlk golde Volkan amiyane tabiriyle yumurtladı. İkinci golde de Deniz Barış diye tabir edilen sahada ne iş yaptığı belli olmayan biri Frau'ya asist yaptı. Gördüğüm kadarıyla üzerinde sarı-lacivert çubuklu bir giysi vardı.
Bursaspor maçına gelince... Yaşananlar ilk defa yaşanmadı öncelikle. Ama ilk defa olmaması doğru olduğu anlamına gelmez. Ayrıca Bursaspor karşısında 2-0 öne geçiyorsun sonra maçı 3-2 kaybediyorsun. Kendi sahanda 3 gol yiyorsun sonra gidip Güiza'ya saldırıyorsun. Adalet bunun neresinde?
İlla birine fatura kesilecekse sıra Güiza'ya gelmeden önce bir sürü adam var takımda. Başta Cristoph Daum. Takım 3 haftadır saçmasapan basit goller yiyor. Ben hala buna bir önlem alma çabası görmedim. Bundan sonra da görmezsem şaşırmam. Sonra dengesiz Bilica var mesela. Her hareketi riskli, yaptığı her hata gole sebebiyet veriyor. Tam bir saatli bomba. Ama onun hatalarından kaynaklanan goller göze batmıyor Güiza'nın kaçırdıkları göze batıyor. Sonra Deniz Barış, Volkan Demirel, Cristian Baroni... Liste uzar gider. Sıra elbet Güiza'ya da gelir. Ama görünen köy kılavuz istemez. Fenerbahçe gol atıyor. Zaten ligin en çok atanı. Problem savunmada ve problemi göremeyen Cristoph Daum'da. Onlara da Güiza'ya yapılan ayıp yapılsın demiyorum. Ama adil olunsun.
21 Şubat 2010 Pazar
Beşiktaş-Galatasaray Maç Öncesi
Geçen hafta aldığı hükmen galibiyetle liderliğe yükselen haftaiçi de deplasmanda Atletico Madrid ile 1-1 berabere kalarak Uefa Avrupa Ligi'nde tur için avantajlı bir skor elde eden lider Galatasaray, 38 puanlı bir maçı eksik ve şampiyonluk mücadelesinden kopmak istemeyen Beşiktaş'a konuk olacak.
Her iki takıma baktığınız zaman Beşiktaş savunmasıyla Galatasaray da hücum gücüyle ön plana çıkıyor. Tabi son haftalarda santrforsuz oynayan Galatasaray'ın hücumda çok da başarılı olamadığını gördük. Eğer Jo bu maçta oynarsa Galatasaray'ın bu sıkıntısını bir nebze olsun hafifletecektir. Keza Beşiktaş da savunmasıyla ön planda olan bir takımdı ancak Ferrari sakatlanınca Beşiktaş savunması çöktü. Bu maçta Ferrari'nin dönecek olması şüphesiz Beşiktaş'ın elini kuvvetlendiren en önemli faktör.
İlk onbirlere baktığımız zaman Frank Rijkaard'ın sürpriz yapmasını beklemiyorum. Ama Mustafa Denizli'nin bir enteresanlık yapması sürpriz olmayacaktır. Özellikle hücumda beklenmeyen bir ismi oynatmasını bekleyebiliriz. Ancak Ferrari-Sivok-Ernst-Fink dörtlüsünü bozmasını beklemiyorum. Keza defansın sağında İbrahim Toraman'a solunda da İbrahüm Üzülmez'e forma verecektir.
Galatasaray'ın nasıl bir anlayışla sahada olacağını az çok tahmin edebiliyoruz. Maçın sonucu belirleyecek olan Beşiktaş'ın hücumdaki performansı olacak. Eğer Beşiktaşlı hücumcular etkili olurlarsa saha ve seyirci avantajı da olan Beşiktaş galibiyet alabilir.
Beşiktaş-Galatasaray maçlarında genelde ev sahibi takımlar galip geliyor. Ancak çok ekstrem durumlarda bu durum değişiyor. İbrahim Üzülmez'in 100.yılda Sami Yen'de attığı gol ya da Hasan Kabze'nin 2006'da İnönü'de attığı 2 gol ile kazanılan maçlar gibi. Bu açıdan bakıldığında da Beşiktaş bir adım önde diyebiliriz.
Bu maçın sonucu Galatasaray için çok fazla önem arz etmiyor. Çünkü daha çok oynanacak maç var. Elbette alınabileck bir galibiyet çok önemli bir avantaj getirecektir. Beşiktaş'a ise beraberlik bile yaramıyor. Olası bir mağlubiyette ise şampiyonluk yarışından kopacaktır Beşiktaş. O yüzden galibiyet dışında bir seçeneği yok.
18 Şubat 2010 Perşembe
Lille 2-1 Fenerbahçe
Fenerbahçe Uefa Avrupa Ligi 1.Eleme Turu ilk maçında deplasmanda Lille ile karşılaştı. Sahadan 2-1'lik mağlubiyetle ayrılan Fenerbahçe rövanş için makul bir skor elde ettik desek yanlış olmaz.
Sakatlıkları bulunan Lugano, Emre ve Cristian'ın bu maçta oynayabilecek duruma gelmeleri Fenerbahçe için olumlu gelişmelerdi. Keza Gervinho'nun ilk onbirde olmaması da. Maça baktığınız zaman ise ilk dakikalarda Lille topun kontrolü Fenerbahçe'ye bıraktı ve Fenerbahçe maça baskılı başlamış gibi gözüktü. Fakat orta sahada kaptırılan topta Lille takımı çok hızlı çıktı ve daha 3.dakikada maç 1-0 oldu. Tabi yenilen golde Volkan Demirel'in hatalı olduğunu belirtmekte fayda var. 2 dakika sonra Vederson bu kez rakip kaleci Landreau'nun hatasından faydalandı ve mükemmel bir golle durumu 1-1'e getirdi. 1-1'den sonra oyun bir müddet Fenerbahçe'nin kontrolünde gitti. Bunda Lille takımının önde basmaması ve Fenerbahçe'ye top yapma imkanı tanıması etkili oldu. Fakat daha sonra Lille önde basmaya başlayınca tehlikeli olmaya da başladılar. Fenerbahçe ise bu bölümlerde top yapmakta zorlandı. Buna rağmen kontraataktan çok önemli bir pozisyon yakaladı ancak Güiza'nın kötü pası Fenerbahçe'ye gol şansı tanımadı ve ilk yarı 1-1 berabere sonuçlandı.
İkinci yarının 6.dakikasında sakatlanan Lugano'nun yerine oyuna giren Deniz Barış çok büyük bir hata yaparak Frau'ya asist yaptı ve Lille 2-1 öne geçti. Bu dakikadan sonra ise skoru korumaya çalışan Lille ile bir şeyler yapmaya çalışan ama etkisiz kalan bir Fenerbahçe vardı sahada. Lille hızlı adamlarını kullanarak goller bulmaya çalışırken Daum hala Güiza'dan bir şeyler bekleme garabeti içerisindeydi. Hal böyle olunca Fenerbahçe'nin gol atmasını beklemek abesle iştigal etmek anlamına geliyordu.
Fenerbahçe çok kötü bir skor almadı Lille karşısında. Zira 1-0'lık galibiyet tur için yeterli bir skor. Ancak Lille takımını düşününce Fenerbahçe 1-0 kazanabilir demek kolay değil. Zira çok hızlı hücuma çıkan bir takım Lille ve Fenerbahçe tarih boyunca hızlı hücuma çıkan takımlar karşısında sıkıntı yaşamıştır. Ayrıca Lille sahaya iyi yayılan iyi organize olan bir takım. Özellikle orta saha oyuncuları kolay kolay orta sahanın kontrolünü rakibe bırakacak adamlar değiller. Tüm bunlar düşünüldüğünde 1-0 Fenerbahçe'ye yetecek olsa da o skoru almak kesinlikle kolay olmayacaktır.
Guus Hiddink
Fatih Terim milli takımdan ayrıldığından beri milli takım teknik direktörü olarak ismi en çok telaffuz edilen Guus Hiddink'ti. Doğrusu bu kadar uzun zaman geçtikten sonra başka birisi milli takımın başına gelseydi kabul görmesi pek mümkün değildi. O yüzden Guus Hiddink'in milli takımın başına getirilmiş olması önemli bir başarı olarak telakki edilebilir.
Guus Hiddink'in kariyerine baktığınız zaman özellikle milli takımların başında daha başarılı olduğunu görüyoruz. 98 Dünya Kupası'nda Hollanda'yı 2002'de ev sahibi Kore'yi yarı final oynattı. 4 yıl sonraki Dünya Kupası'nda 32 yıl aradan sonra Dünya Kupası'na katılan Avustralya'yı gruptan çıkardı ama şampiyon İtalya'ya son dakikada verilen tartışmalı bir penaltıyla elendi. En son Rusya'nın başında Euro 2008'de yarı final oynadığını zaten çok iyi biliyoruz. Rusya ile 2010 elemelerinde Play-off'ta Slovenya'ya elenmesi ise bana göre tam bir talihsizlik. İlk maçta çok iyi oynayan Rusya 2-0 öndeyken son dakikada gol yedi. Sonra Slovenya o golün avantajıyla Dünya Kupası'na gitmeyi başardı.
Guus Hiddink mevcut adaylar arasında milli takımın başına getirilebilecek en uygun isimdi. Gerek milli takımlarda elde ettiği başarılar gerekse de daha önce Türkiye'de çalışmış olması önemli bir avantaj. Ayrıca Oğuz Çetin'in yardımcısı olması da önemli bir artı. Sonuçta Fenerbahçe'den eski öğrencisi. Öte yandan Rusya'nın başındayken de 2010 elemelerinde gruptaki en önemli rakibimiz Almanya ile mücadele etti. Yakın geçmişte Almanya'la karşılaşmış olması Almanya maçları için de elimizi kuvvetlendirecektir. Tüm bunlar düşünüldüğü zaman Guus Hiddink'in doğru bir tercih olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabi gönül isterdi ki keşke 1 Ağustos'tan itibaren değil de sözleşme imzalanınca göreve başlasaydı. Dünya Kupası'nda Fildişi Sahili'ni çalıştıracak deniyor. Eğer bir yarı final de onlarla yaparsa acayip bir iş yapmış olur. Gerçi grupta Brezilya ve Portekiz varken gruptan çıkması bile yeterince acayip olacaktır.
Şampiyonlar Ligi 1.Eleme Turu İlk Maçlar 1/2
Şampiyonlar Ligi'nde 1. Eleme Turu'ndaki ilk 4 maç bu akşam oynanan iki maçla tamamlandı. 4 maçın hiçbiri berabere bitmezken 3 maçı ev sahibi takımlar 1 maçı da deplasman takımı olarak Manchester Utd. kazandı.
Şüphesiz bu haftanın sonucu en çok merak edilen maçı Milan-Manchester Utd maçıydı. Milan son günlerde yükselişe geçmiş bir takımdı ancak Inter mağlubiyetinden sonra bir düşüş başlamıştı. Manchester'da ise Rooney attığı gollerle takımını sırtlıyordu. Milan takımı ligdeki performansı nasıl olursa olsun Şampiyonlar Ligi'nde bambaşka oynayan bir takım olur her zaman. Buna bu sene de şahit olduk. Hatta öyle ki Milan bu sene Şampiyonlar Ligi'nde kendi sahasında galibiyet alamazken deplasmanda Real Madrid'i ve Marsilya'yı yenmeyi başardı. Dün akşamki maça da iyi başladılar aslında. Hatta 3.dakikada Ronaldinho ile golü de buldular. Dahası önemli pozisyonlara da girdiler ama Scholes'un şansının yardımıyla attığı gole engel olamadılar ve ilk yarı 1-1 sona erdi. İkinci yarı Milan yine pozisyonlara giren takımdı. Ama 66'da Rooney kafa vuruşuyla durumu 1-2'ye getirdi. Bu golde Valencia güzel bir orta yapmış olsa da o topa Dida çıkıp müdahale edebilirdi. Ayrıca Rooney'e kafa vuruşu yapma şansı vermek düşündürücü. Keza 8 dakika sonra Manchester Rooney ile bir kafa golü daha buldu. 85'te Ronaldinho'nun pasında Seedorf şık bir vuruşla skoru belirleyen golü attı. Bu maçla ilgili olarak Rıdvan Dilmenvari bir yorum yapacak olursak; Kalecileri değişselerdi Milan farka giderdi demek yanlış olmaz.
Milan her ne kadar bu sene Şampiyonlar Ligi'nde deplasmanlarda daha başarılı olsa da Alex Ferguson deplasmanda kazandığı avantajı Old Trafford'da kaybetmeyecektir. Futbolda her türlü sonuç var ama Manchester %90 turu geçti diyebiliriz.
Salı gecesinin bir diğer maçında Real Madrid belalısı O.Lyon'a konuk oldu. Ve o O.Lyon Real Madrid'in başına bir kez daha bela oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse O.Lyon bu maçta galibiyeti sonuna kadar haketti. Real Madrid'te sadece Cristiano Ronaldo çabaladı, bir şeyler yapmak için çırpındı durdu. Özellikle maç 1-0 olana kadar pozisyonlara giren oyuna hükmeden taraf O.Lyon'du. 1-0'dan sonra Real Madrid biraz kıpırdanır gibi olsa da sadece Ronaldo'nun çabasıyla bir şeylerin olması mümkün değildi.
O.Lyon bu maçta daha farklı galip gelebilirdi. 1-0'lık mağlubiyet Real Madrid için bir şans olabilir. 2004'ten beri çeyrek finali göremeyen Real Madrid yaklaşık 250 milyon Euro'luk transferden sonra yine çeyrek finale çıkamazsa bu çok büyük bir başarısızlık olarak telakki edilir. O yüzden Real Madrid rövanşta turu geçmek için var gücüyle saldıracaktır.
Porto-Arsenal maçı da özellikle atılan goller bakımından ilginç bir maç oldu. Porto'nun attığı ilk gol Fabianski'nin hediyesiydi. İkinci gol de ise kurnazlık yaparak golü attılar. Endirekt serbest vuruş çabuk kullanılabiliyor mu, bilmiyorum doğrusu araştırmak lazım. Arsenal ise golü duran top organizasyonundan buldu. Gollerin haricinde bakarsak dengede giden pozisyonu az ve gereksiz bir gerginliğin olduğu maç izledik. Özellikle Fabregas çok fazla faule maruz kaldı ve neredeyse her faulden sonra tansiyonu yükseltecek davranışlarda bulundu.
Arsene Wenger 2-1'lik skora razı olduğunu yaptığı oyuncu değişiklikleriyle gösterdi. Sonuçta 1-0'lık bir galibiyet Arsenal'e çeyrek final için yeterli olacak. Sakatlarının da düzelmesiyle Arsenal kendisi için yeterli skoru elde edecektir.
Son günlerin yükselen takımı Bayern Münih ve düşüşte olan takımı Fiorentina arasındaki maç futbol açısından çok fazla bir şey vermedi. Gerek Fiorentina'nın katı savunması gerekse de Robben hariç Bayern'in hücum elemanlarının etkisiz kalması yavan bir maçın ortaya çıkmasına sebep oldu. Etkisiz olmalarının sebebi Bundesliga da olabilir. Çünkü Bundesliga'da Fiorentina kadar katı savunma yapan takım yok. 45+3'te o dakikaya kadar figüranlık yapan Ribery işin içine girince Bayern penaltı kazandı ve golü buldu. İkinci yarının hemen başında Fiorentina Bayern ceza sahasında oluşan karambolde golü bulunca skor tekrar eşitlendi. 1-1'den sonra oyunun mutlak hakimi Bayern Münih'ti. 73'te Gobbi Robben'e dirsek atıp kırmızı kartı görünce Bayern 2.gol için daha da yüklenmeye Fiorentina ise yememek için daha çok çekilmeye başladı. Fakat 89'da Klose ofsayttan attığı golle Bayern'i öne geçirdi. Uzatmalarda Bayern Münih normal sürede bulduğundan daha fazla pozisyon bulsa da özellikle Robben'in bencilliğinden ötürü skoru 3-1 yapamadı. Halbuki Ribery'e vermediği bir pas var, verse 3-1 olması içten bile değildi.
Bayern Münih avantajlı bir skor elde etti etmesine ama bu avantajlarını koruyabileceklerinden çok da emin değilim. Ama Fiorentina da bu akşam Bayern'i yenebileceğinin işaretini vermedi. İkinci maçta her şey olabilir.
Şampiyonlar Ligi'nde bu hafta böyle geçti. Gelecek hafta kalan 4 maç oynanacak ve ilk maçlar tamamlanacak. Bu akşam İlker Yasin'den öğrendiğimize göre de Inter-Chelsea maçını izleyebileceğiz. Salı akşamı ise hala muamma.
16 Şubat 2010 Salı
Yine Aynı Terane
Şampiyonlar Ligi heyecanı iki aylık aradan sonra 2.tur eleme maçlarıyla devam edecek. (Ertem Şener cümlelerine benzedi idare edin.) Ülkemizde de Star TV vasıtasıyla yıllardır Şampiyonlar Ligi'ni takip ediyoruz. Fakat son yıllarda D-Smart'ın çıkması futbolseverlerin Şampiyonlar Ligi keyfine limon sıkmaya başladı. Yıllardır hiçbir Şampiyonlar Ligi akşamını boş geçmeyen Star TV ilk kez bu sezon Salı akşamlarını boş geçerek tepki çekti. Halbuki Uefa ile yapılan sözleşmede her maç akşamı en az bir maçın şifresiz yayınlanması zorunluluğu vardı. Çarşamba akşamı iki maç olması Salı akşamları maç yayınlanması zorunluluğunu ortadan kaldırmıyordu. Gerçi daha sonra bu yanlışlarından döndüler ama bu hafta yine bir yanlışa imza atacaklar gibi gözüküyor. Çünkü bu Salı akşamı Star TV yine Şampiyonlar Ligi maçı yayınlamayacak. Üstelik Çarşamba akşamı iki maç yok bu sefer.
Uefa bu sene 2.turdaki sekiz maçı ikiye bölerek iki haftaya yaydı. Bunun nedeni kuvvetle muhtemel daha fazla Şampiyonlar Ligi maçının canlı yayınlanmasını sağlamaktı. Fakat görülen o ki Uefa'nın bu politikası Türkiye'de hayata geçemeyecek. En azından şifresiz olarak.
Son olarak şunu söylemek istiyorum; D-Smart'ın üye sayısı artıyor deniliyor ama ben yine de bu pazarlama stratejisinin başarılı olduğuna inanmıyorum. Bilakis daha çok antipatik oluyorlar.
Not: Yapılan sözleşmeyle ilgili haber linktedir. Uefa'nın sitesi yenilendiği için ordaki link ölmüş.
http://www.sportbusiness.com/news/164218/dogan-tv-buys-champions-league-rights-in-turkey
14 Şubat 2010 Pazar
Kanserojen Fener
Bu Fenerbahçe adamı kanser eder. İyi oynadığı maçta, bu kadar pozisyon bulduğu maçta son dakikada attığı golle berabere anca kalabiliyor. Zaten bu sene içerideki Galatasaray maçı hariç Fenerbahçe'nin rahatça izleyebildiğimiz bir maçı yok neredeyse. Kupadaki ilk maçta Bursa'yı ilk yarıda bulduğu gollerle 3-0 yendi belki ama onun rövanşını da gördük. Son dakikada attığı golle yarı finale zar zor kalabildi. Yani gördüğünüz gibi bu sene Fenerbahçe'nin rahatça bitirebildiği maç sayısı çok az.
Manisa maçına baktığınız zaman haftalardır devam eden rakibe verilen ilk pozisyonda gol yeme hastalığı devam ediyor. Maç başlıyor, Fenerbahçe pozisyonlara giriyor gol de buluyor. Daha sonra ilk yarının son dakikasında Manisa ilk kez tehlikeli geliyor ve golü atıyor. Bu Sivas maçında da böyle oldu, Denizli maçında da. Rakip ilk pozisyonunda golü attı tıpkı bugün olduğu gibi.
İkinci yarıya baktığınız zaman Fenerbahçe yine pozisyonlar bulsa da golü bulamadı. Golün gelmemesi Fenerbahçe'nin şuursuzca oynamasına sebep oldu. Bu şuursuzluk Manisaspor'a kontraataklarla gol bulma fırsatını doğurdu. Nitekim 90+3'te Isaac Manisaspor'u 2-1 öne geçirmeyi başardı. Ancak Fenerbahçe son dakikada bulduğu golle kazanması gereken maçta bir puanı kurtardı.
Değinmek istediğim başka bir nokta da Manisaspor'un ikinci golü. Bu gol Fenerbahçe'nin Sivas ve Diyarbakır maçlarında yediği gollerin adeta bir kopyası. Manisasporlu Isaac topu kontrol ediyor kendine pozisyon hazırlıyor. Fakat tüm bunlar olurken savunmacılardan biri gidip de Isaac'in pozisyonunu bozmaya çalışmıyor. Ya kaleye giden topa ayak uzatıyor ya da sırtını dönüyor. Toptan mı korkuyorlar nedir? Böyle bir kere gol yersin iki kere gol yersin ama üçüncü kez yiyorsan ayıp artık. Şamiyonluğa oynayan takım bu kadar kolay gol yer mi? Hadi yedi diyelim buna bir önlem alınmaz mı? 3 maçtır aynı golü yiyorsun, insaf!
Fenerbahçeli futbolcular Bursa maçından ders alsın dedik. Belli ki oradan alınması gereken dersler alınmış ama önceki haftalarda alınan galibiyetler aldatıcı olmuş. Denizli maçını, Sivas maçını 1-1 olduktan sonra çevirdi Fenerbahçe. Ama bugün gördü ki 1-0'la yetinmemek gerekiyor. Bundan sonraki haftalarda Fenerbahçe'nin bir daha böyle maçlar oynayacağını zannetmiyorum. Fenerbahçe iyi yolda ilerliyor belki ama halletmesi gereken bazı sorunlar var.
12 Şubat 2010 Cuma
Aptal mısınız?
Fenerbahçe 3-0 kazandığı ilk maçın rövanşında Bursaspor'a konuk oldu ve az kalsın bu avantajına rağmen turu kaybediyordu. Öncelikle Bursaspor'u tebrik ediyorum tabi. Ama hiç kimse de kalkıp Bursaspor müthiş oynadı falan demesin. Bursaspor'un attığı gollere bakın hepsi komik goller. Ayrıca maçın başında Fenerbahçe'nin atamadığı goller de var. O pozisyonlardan biri gol olsa maç zaten biterdi. Ama gelgelelim bu pozisyonları değerlendiremeyen bir Güiza zaten varken bonus olarak bir de Gökhan Ünal çıktı başımıza.
Maçı kazanan Bursaspor'u da konuşalım. Fenerbahçe'nin "aptalca" oynaması Bursaspor'un sorunu değildir ilk önce. Normal şartlarda Bursaspor 3-0'ı çevirecek bir oyun oynamadı bence. Ama turu kesinlikle hakettiler. Son dakikalarda yedikleri şanssız gol turu geçmelerine engel oldu. Sanırım Sercan'da sakatlanmış. Geçmiş olsun kendisine.
Bu maç Fenerbahçe'ye ders olmasın. Bu maç cümle aleme ibret olsun. İbret olsun ki herkes aklını başına devşirsin.
11 Şubat 2010 Perşembe
Okay Karacan'ı Haketmek
Galatasaray-Antalyaspor maçını TV'den takip edenler maçı Okay Karacan'ın anlatımıyla izlediler. Maalesef yanında Ömer Üründül vardı ama boşuna dememişler "Her nimetin bir külfeti vardır." diye. Mecbur ona da katlandık.
Okay Karacan spor basınındaki az sayıdaki kaliteli insanlardan. Ancak bu akşamki anlatımı üzerine bazı embesiller tarafından olumsuz tepkiler aldı. Neymiş Galatasaray'ı tutmuş da maçı taraflı anlatmış. Bir kere Okay Karacan siyah beyaza gönül vermiş bir insan. Ama bunun bir önemi yok. Önemli olan Okay Karacan'ın gerçek bir futbolsever olması.
Şimdi bu akşam oynanan maça baktığınız zaman top oynayan takımın Galatasaray olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Antalyaspor'un oynadığına futbol demek bana sorarsanız pek mümkün değil. Ne yalan söyleyeyim üst üste 3 pas yapamadılar ama 2 tane gol attılar Galatasaray'a. Galatasaray ise oyunun belli bölümlerinde iyi oynadı. Özellikle Galatasaray'ın iyi oynadığı bölümlerde estetik hareketlere ve şık paslara şahit olduk. Okay Karacan da futbolu güzelleştiren bu unsurları ön plana çıkardı maçı anlatırken. Öyle ki arada televizyona bakmazken böyle bir pozisyon olduğu zaman gol oldu zannettim. Halbuki ya Arda bir çalım atmış ya da Elano güzel bir pas atmıştı.
Bu akşam Okay Karacan yapılan eleştiriler gösterdi ki bu ülkede "futbol" seyredenler Okay Karacan gibi kaliteli bir insanı, gerçek bir futbolseveri haketmiyor. Allah bu tip insanlara bir daha Okay Karacan'dan maç dinlemeyi nasip etmesin. Başka spiker isimleri vereceğim ama onları da rencide etmek istemiyorum. Ama milleti her yerinden öpenler var. Onlar müstehak bu gibi insanlara.
Not: İşbu bu yazının Okay Karacan'ı müdafaa etmek gibi bir vazifesi yoktur. Ayrıca Okay Karacan da benim müdafaama muhtaç değildir. Sadece durum tespiti yapmak için yazılmıştır.
10 Şubat 2010 Çarşamba
Kasaplık Müessesi
Türkiye liglerinin bir gerçeğidir kasaplık müessesi. Bunları inkar etmenin bir manası yok. Üstelik bu kasap futbolcular yeni değil, yıllardan beri var. Rıdvan Dilmen'in başına gelenler ortada. "Kasap futbolcular yoktur." diyen halt etmiştir.
Ligin kasap futbolcuları Antalyaspor Galatasaray maçında Jo sakatlanınca Adnan Polat ve Frank Rijkaard tarafından tekrar gündeme getirildi. Özellikle Frank Rijkaard'ın Antalyasporlu Yalçın'ı suçlaması daha önce yapılan açıklamalardan farklıydı. Daha önce farklı isimler kasap futbolculardan bahsederken kimse isim vermemişti ancak Rijkaard işi bir adım öteye götürdü Antalyasporlu Yalçın'ı suçladı. Tabi daha sonra Jo'nun sakatlandığı pozisyonda Yalçın'ın olayla bir ilgisi bulunmadığı görüntülerle sabit olunca resmen peygamber muamelesi yapılan Rijkaard zor durumda kaldı. Eğer Yalçın ağzını kapatmak suretiyle Caner'e söylenmemesi gereken bir şey söylediyse onu da çıksın açıklasınlar.
Şu 321 milyon dolar lafı artık klişe bir laf oldu ve yavaştan uyuz olmaya başladım. Ama bu ihaleden sonra artık Digitürk Türk futbolunda yardımcı rolden başrole terfi etmiştir. Artık Digitürk sahada oynanan futbola direkt olarak müdahale edecektir. Bu müdahale şüphesiz oynanan futbolun kalitesini artırmak için olacak ve kasap futbolculara artık hakemler prim tanımayacaklardır. Ayrıca Galatasaray tarafından yapılan açıklamalardan sonra kasaplar kendine dikkat etmek zorunda kalacaklardır.
1 Şubat 2010 Pazartesi
Halkın Takımı Beşiktaş
Beşiktaş taraftarının önemli bir kısmı Beşiktaş'ı halkın takımı şeklinde lanse eder. Bunda da haksız sayılmazlar zira Beşiktaş tarihine baktığınız zaman Beşiktaş mensubu kim varsa genellikle halkın içinden gelen insanlar olmuşlardır. Bunun beraber Beşiktaş taraftarı da halkın takımının taraftarının verdiği sorumlulukla tribünlerden sosyal mesajlar vermeyi ihmal etmemişlerdir.
Fakat 2004 Mayıs'ında başlayan Yıldırım Demirören dönemi ile birlikte Beşiktaş kimlik değiştirmeye başladı. Fakat bu kimlik değişimi yeni bir kimliğe değil de daha çok Aziz Yıldırım'ın başkanlığının ilk zamanlarındaki Fenerbahçe'ye benziyordu. Önüne gelenin transfer eden hatta önüne geleni bırakın arkadan kaçmaya çalışan adamı bile transfer eden bir başkan Beşiktaş'a musallat olmuştu. Herkes sürekli Yıldırım Demirören'in iyi niyetinden bahsediyor aslında Beşiktaş'ı çok sevdiğini söylüyordu. Ancak yapılan transferler kulübün mali tablosu bu sevginin Beşiktaş'a zarar verdiğini açıkça gösteriyordu.
İlk 2.5 sene Beşiktaş için gerçekten çok kötü geçti. Harcanan onca paraya ve yapılan transferlere rağmen başarısız olunması bir yana Del Bosque'nin gönderilmesi sonucu oluşan yaklaşık 10 milyon Euro'luk mali külfet Beşiktaş'ı sıkıntıya sokan faktörlerdi. Kulübün borcunun 40 trilyonluk kısmının Yıldırım Demirören'e olması Beşiktaş kongresinden Yıldırım Demirören'e rakip çıkmasını zorlaştırdı ve Yıldırım Demirören çok kötü bir başkanlık yapmış olmasına rağmen seçimde karşısında rakip bulamayınca 3 yıl daha başkanlık yapmaya hak kazandı.
Bu 3 senelik sürece baktığınız zaman Yıldırım Demirören'in yaptığı tek olumlu hareket belki de Mustafa Denizli'yi teknik direktörlüğe getirmek oldu. Mustafa Denizli ilk yarıda kötü bir performans gösterse de ikinci yarıda hem sağlam bir takım kurarak hem de rakiplerin durumundan faydalanarak takımı hem şampiyonluğa hem de kupaya ulaştırdı. Tabi bu sürede Mustafa Denizli'nin gelmesiyle yönetim arka planda kalınca Yıldırım Demirören'den mantıksız laflar da duyamaz olduk. Fakat sezon sonunda Mustafa Denizli çok yorulduğunu söyleyip inzivaya çekilince ortalık yine Yıldırım Demirören'e kaldı ve önce Mehmet Topuz transferinde yaşananlar ardından bu işi yüzüne gözüne bulaştırınca kendi yetiştirdiği adama 4.5 milyon Euro bonservis bedeli verip alması, bununla da yetinmeyip İsmail Köybaşı için 5.5 Tabata için de 8.5 milyon Euro verip Gaziantep'ten bu oyuncuları alması tepkileri artırdı. Hatta "Gaziantep'e başkan olsana." diye tezahürat bile çıkardı. Bir de bunun üstüne futbol takımının kötü oyunu eklenince iş yumurtalı saldırıya kadar vardı. İnönü'deki Denizli maçında tribünlerde yaşanan olaylar ardından Çarşı'nın önde gelen isimlerinin ceza almaları gerginliği artırdı. "Tribünleri temizleyeceğim." sözü de bardağı taşıran son damla oldu.
İşte böyle bir ortamda kongre yapan Beşiktaş'ta Yıldırım Demirören ilk seçildiği zaman 2. başkanlık görevini yapan Murat Aksu Yıldırım Demirören'e rakip oldu. Yıldırım Demirören'in kulüpten alacaklarına rağmen örnek bir davranış sergiledi, kaçmadı, mücadele etti. Fakat siyasi görüşü başkan olmasında belki de en büyük engeldi. Ayrıca Yıldırım Demirören'in yönetiminde daha önce yer almış olması da Yıldırım Demirören'de fazla bir farkı olmadığı yönünde eleştirilere neden oldu. Tüm bunlar Murat Aksu'nun Yıldırım Demirören'e rağmen seçimi kazanmasını engelleyen faktörlerdi.
Sağlam bir demokrasi ortamında bir insan Yıldırım Demirören gibi son derece başarısız belki de Türk futbolunun gelmiş geçmiş en kötü başkanına neden oy verir anlamak mümkün değil. Ama cümlenin başında belirttiğimiz gibi sağlam bir demokrasi ortamı bu ülkede hiçbir yerde yok. Demek ki bazı kimselerin şahsi menfaatleri Beşiktaş'ın alî menfaatlerinin önüne geçmiş durumda. Bu tip insanlar için söylenmiş olan Beşiktaş'tan rant bekleyen... şeklinde başlayan cümlenin tamamını buraya yazmak istemiyorum.
Etrafımdaki bir çok insana "Nasıl böyle bir insana oy verirler de tekrar başkan seçerler?" dediğimde "Boşversene onlar düşünsün." diyorlar. Ama ben önce bir futbolsever ardından bir Fenerbahçeli olarak Yıldırım Demirören gibi insanların Türk futbolunda aktif rol almalarından rahatsızlık duyuyorum. Çünkü her ne kadar yaptıkları beni ilgilendirmese de söyledikleri, Beşiktaş'ın değerlerini ağızlara sakız etmesi hoşuma gitmiyor. O yüzden Beşiktaşlılara tez zamanda acil şifalar diliyorum.
Yıldırım Demirören başkan olduğundan beri mevcut yönetimden memnun bşr tane Beşiktaşlı görmedim. Zaten doğrusu da budur. Eğer böyle bir ortama rağmen kongrede Yıldırım Demirören yeniden başkan seçiliyorsa Halkın takımı Beşiktaş halktan kopmuş demek yanlış olmayacaktır.
Sivasspor 1-5 Fenerbahçe
Geçen haftaki Denizli maçında görülen kartlar bu hafta oynanan maç öncesi Fenerbahçelileri endişeye rakip takım taraftarlarını da muhtemel puan kaybı ümidine sevk etmişti. Fakat Sivasspor savunması gösterdi ki insanların beklentileri oldukça yersizmiş.
Aslında maça istekli başlayan taraf Sivasspor'du. İlk dakikalarda önde basarak Fenerbahçe'yi çıkarmamayı hedeflediler. Bunu bir süre başarsalar da Fenerbahçe kalesinde bir tehlike yaratamadılar. İlerleyen dakikalarda Fenerbahçe dengeyi kurdu ve pozisyonlar gelmeye başladı. Mehmet Topuz'un direkten dönen şutu, Semih'in kale sahası içerisinden çektiği şutta kaleci Akın'ın mükemmel kurtarışı golün habercisi niteliğindeydi. Keza 30.dakikada savunmanın hatalı pası sonrasında Selçuk Semih'e "al da at" dercesine bir pas verdi ve Semih Fenerbahçe'yi 1-0 öne geçirdi. Fakat golden 7 dakika sonra Vederson ve Deniz'in ortak hatalarını Mehmet Yıldız mükemmel bir vuruşla değerlendirince Sivasspor beraberliği sağladı. İlk yarıda kalan sürede Fenerbahçe tekrar öne geçmek için çabalasa da bu çabalar sonuç vermedi ve ilk yarı 1-1 berabere sonuçlandı.
İkinci yarıya Fenerbahçe biraz daha kontrollü başlarken Sivasspor yine daha istekli gibi gözüküyordu. Fakat bir hakem atışı sonrası Sivasspor savunması uyurken Semih ve Deniz uyumayınca Fenerbahçe yeniden öne geçti. Daha sonra içine Cristiano Ronaldo kaçmış Uğur Boral attığı 2 benzer golle maçı kopardı. Son dakikalarda da Gökhan Gönül'ün golü skoru belirledi ve Fenerbahçe eksiklerine rağmen rahat bir galibiyet aldı.
Fenerbahçe dünkü maçta gerçekten çok rahat bir galibiyet aldı. Doğrusunu söylemek gerekirse dünkü maçla ilgili olarak Fenerbahçe'yi eleştirebileceğimiz fazla bir şey yok. Fakat rakibin doğru düzgün bir pozisyonu yokken gol yenmesi tesadüf mü yoksa zaafiyet mi bilemiyorum çünkü geçen hafta da Denizlispor neredeyse ilk tehlikeli pozisyonda golü attı. Sanırım bu konuda daha dikkatli olunması gerekiyor.
Sivasspor ile ilgili olarak da şunu söyleyebilirim ki takımın savunması resmen çökmüş durumda Fenerbahçeli futbolcular ne zaman ceza sahasına girseler ya da ne zaman ceza sahasına bir top atılsa tehlike yaşandı. Mehmet Yıldız'ın dönüşü şüphesiz ilk yarıdaki 17 puandan daha fazlasını Sivas'a kazandıracaktır. Ancak bu savunma toparlanmazsa Sivasspor'un kümede kalması kendi ellerinde olmaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)