BİY

30 Eylül 2009 Çarşamba

Herkesi Kucaklayan Adam




Star'ın Foyası

Hepimizin sinirlendiği gibi Star TV kendimi bildim bileli ilk defa bir Şampiyonlar Ligi akşamını maç yayınlamadan geçti. Bir çok kişi CSKA Moskova-Beşiktaş maçı çarşamba 19.30'da olduğu için aynı gün iki maç yayınlanacağından haftalık iki sayısına ulaşıldığı için bu akşamın pas geçildiğini düşündü.Oysa durum böyle değildi. Yapılan anlaşma gereği her maç günü bir maç açık kanaldan şifresiz verilmek mecburiyetindeydi. Dahası UEFA'nın sitesinde 29/09/2009 tarihindeki maçlardan Barcelona-Dinamo Kiev maçının Star TV'den ücretsiz verileceği yazıyor. Yani Star'ın UEFA'ya bu haftaki 3 maçı vereceği taahhütü var. Haftalık kota falan hikaye. Bu akşam maç verilmeliydi fakat verilmedi.

Star TV taahhüt ettiği Barcelona-Dinamo Kiev maçını yayınlamayarak hem yaptığı anlaşmaya uymadı hem de UEFA'ya yalan beyanda bulundu. Daha da bir şeyler yazıp başımı derde sokmak istemiyorum.

29 Eylül 2009 Salı

Salı Günü Niye Maç Yok?


Star TV yıllardır ülkemizde Şampiyonlar Ligi yayını yapıyor. Her Şampiyonlar Ligi haftasında da görevinin gereğini yaptı bugüne kadar.

2008'in başında Doğan TV Holding Şampiyonlar Ligi yayın haklarını 2012'ye kadar aldığında bugün UEFA Avrupa Ligi için yaptıklarını o gün Şampiyonlar Ligi için yapıyorlardı. Sürekli Şampiyonlar Ligi D-Smart'ta diyorlardı başka bir şey demiyorlardı. Daha sonra gerçek anlaşıldı. UEFA ile yapılan anlaşma gereği her maç günü en az 1 maç açık kanaldan şifresiz yayınlanmak zorundaydı. Nitekim öyle de oldu ve biz Salı ve Çarşamba akşamları birer maç izledik. Hatta haklarını teslim edelim bazen CNN Türk'ten bile fazladan maç verdiler.

Bu akşam Star'da Şampiyonlar Ligi maçı verilmiyor. En azından internet sitelerindeki yayın akışında maç yerine "Prison Break" var. Diziden sonra maç özetleri olduğunu koyduklarına göre yanlışlıkla yapılmış olması pek muhtemel değil. Büyük ihtimalle Çarşamba günü iki maç verecek olmalarının arkasına sığınıp bu akşam maç vermiyorlar.
Fakat UEFA'nın sitesinde yazan haberde her maç günü bir maçın açık kanaldan verilmesi gerektiği şeklinde. Öteki türlü olsaydı her hafta en az iki maç verilecek derdi gün belirtilmezdi.

İşin başka bir endişe verici boyutu da Çarşamba akşamı yayınlanacak ikinci maçın Manchester-Wolfsburg maçı olması. Bayern Münih-Juventus gibi en azından iki tane üst düzey takım oynarken grubun diğer maçının verilmesi başka bir tehlikeye işaret ediyor. O da CSKA kendi evinde grubun diğer takımlarıyla oynarken o hafta da aynı şekilde bir günde iki maç verilip diğer günün boş geçilmesi.

Doğan TV Holding'in bu yaptığı meşru bir uygulama mı emin değilim. Çünkü öncelikle ben hukukçu değilim, ayrıca anlaşmanın ne gibi ayrıntıları var onu da bilmiyorum. Fakat şu saat itibariyle bildiğim bu akşam Star Şampiyonlar Ligi maçı vermeyecek.

27 Eylül 2009 Pazar

Antalyaspor 1-2 Fenerbahçe


Maçtan önce Fenerbahçe'nin 7'de 7 yapacağına kesin gözüyle bakıyordum. Zira Antalyaspor'un durumu belli. Aslında küme düşme hattında olması gereken bir takım. Fakat Sivas, Denizli, Kasımpaşa sağolsun orada değiller.

Fenerbahçe 10.dakikada arka arkaya iki pozisyon yakaladı. İlkinde Alex'in plasesini kaleci çıkardı. Ardından dönen topta Alex topukla Kazım'a çıkardı o da Fenerbahçe'yi öne geçirdi. Bu golden 10 dakika sonra Antalyaspor girdiği tek pozisyonda harika bir gol attı. Ali Zitouni kafayı çok iyi yere vurdu skora eşitklik geldi. İlk yarının sonuna kadar Fenerbahçe'nin iki topu direkten dönerken bir pozisyonda da Bilica müsait pozisyonda golü atamadı.

Daum ikinci yarıya zorunlu bir değişiklikle başladı. Sakatlanan Andre Santos'un yerine Uğur Boral oyuna girdi. Bu değişiklik her ne kadar zorunlu gibi gözükse de sahada varlığı yokluğu belli olmayan Andre Santos'un oyundan alınması fena olmadı. 5 dakika sonra Gökhan Gönül de sakatlanınca Daum Semih'i oyuna aldı ama takım tertibi değişmedi. Semih Alex'in, Alex Mehmet Topuz'un, Mehmet Topuz da Gökhan Gönül'ün mevkiisine geçti. Doğrusunu söylemek gerekirse bu değişiklikler çok fazla bir şey farkettirmedi. Hatta Antalyaspor'un daha tehlikeli gelmesini bile sağladı. Fakat Güiza'nın mutlak pozisyonda golü kaçırması Antalyaspor'u da tedirgin etti ve hızını kesti. 70'e kadar Fenerbahçe rakip kalede ciddi pozisyonlar bulmasına rağmen golü atamadı. Daha sonra Fenerbahçe iyice oyndan düştü ve Antalyaspor tehlikeli gelmeye başladı. Veysel'in kurnazca yaptığı vuruşu Volkan çok iyi kurtardı. 89'da ise Korhan sağ taraftan çalımlarla ceza sahasına girerek tehlike yarattı dönen top yine Antalyaspor'da kaldı ceza sahasına atılan topu Vederson karşıladı, Alex'e attı. Alex'in pasında 3 Fenerbahçeli futbolcu kaleci karşı karşıya kaldı ve Fenerbahçe Semih'in golüyle maçı kazandı.

Fenerbahçe maçın belli bölümlerinde iyi oynadı. Ama maçın tamamına baktığımızda kötü oynadığı dönemler de oldu. Ama böyle oynadığı bir maçta bile 5-6 golü çok rahat bulabilirdi. Bana göre Fenerbahçe çok iyi oynamamış olmasına rağmen haklı bir galibiyet aldı.

Fenerbahçe'nin en kötüleri Güiza ve Andre Santos'tu. Aslında Güiza gol pozisyonlarında beceriksizdi. Onun dışında faydalı oldu aslında. İlk yarıda Bilica'ya güzel bir orta yapmıştı. Fakat Andre Santos milli takıma gittiğinden beri hiçbir şey oynamıyor. Bu iki oyuncu dşında herkes görevini layıkıyla yaptı.

Antalyaspor ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Kesinlikle çok zayıf bir takım. Eğer Sivas, Denizli, Kasımpaşa gibi takımlar olmasa kesin küme düşerler derdim. Bir de durumu belirsiz Ankaraspor var.

Son olarak Fenerbahçe bu sezon belki de en iyi oynayan oyuncusu Emre'nin olmadığı 3 maçı kazanarak önemli bir iş yaptı. Daha da önemlisi iyi oynamadan çok pozisyon bulduğu maçta alması gereken 3 puanı aldı ve 7'de 7 yaptı.

24 Eylül 2009 Perşembe

Bu Sefer Ucuz Atlattık


Dün Ntv Spor’da Spor Servisi programında Mehmet Demirkol, Shabani Nonda’nın Galatasaray’a maçı kazandırarak hepimizi kurtardığını, aksi takdirde Ali Güneş’in pozisyonu yüzünden işlerin sarpa saracağını söyledi. Ben de bu düşünceden yola çıkarak bu işin daha büyük boyutlu olduğunu saptadım.


2005-2006 sezonunda Fenerbahçe Anelka’nın Konya'da attığı gayrinizami bir gol ile son 20 dakikada maçı 2-0’dan çevirmeyi başarmıştı. Başarmıştı başarmasına ama o gol ile diğer büyük takımlar ortak hareket etme kararı almışlar, olayın üzerinden 24 saat geçmeden resmi web sitelerinden birbirine benzer açıklamalar yapmışlar, o haftaki maçlarına da “El değmemiş temiz bir lig istiyoruz.” Pankartlarıyla çıkmışlardı. O olaydan sonra özellikle Fenerbahçe ile Galatasaray arasında ciddi bir psikolojik savaş başlamış, iş “Bir Baba Hindi”lere, “Fakir Fukara Edebiyat”larına, küfürlü pankartlara değin varmıştı. Konya’da atılan o gol, Fenerbahçe’ye antipati, Galatasaray’a da sempati duyulmasını sağlamış, Futbol Federasyonu yönetiminin değişmesinin nedenlerinden biri olmuş, hatta daha da ileri gidecek olursak birçok Anadolu takımı Fenerbahçe’ye karşı oynadığı futbolun yarısını Galatasaray’a karşı oynamamıştı.

İşte Nonda, iki takımın yine o seneye benzer bir şampiyonluk mücadelesine gireceği daha şimdiden belli olan sezonda yine Galatasaray aleyhine yapılmış ciddi bir hatanın olduğu maçta 3 gol atarak sadece takımına galibiyeti getirmedi. Aynı zamanda ligin bekasını ve Futbol Federasyonu’nu da kurtardı. O sezon Konya’da atılan o golden canı yanmış bir Fenerbahçeli olarak şunu söyleyebilirim ki bizim ne hakem hatalarıyla kazanılan puanlara ne de Galatasaray’ın hakem hatalarıyla kaybedeceği puanlara ihtiyacımız var.


Bu haftaki pozisyon ceza sahasındaki pozisyonlarda yardımcı olacak asistan hakemlerin gerekli olduğunu bir kez daha gösterdi. Eğer orda bir hakem olsaydı, Ali Güneş ya o hareketi yapmayacaktı, ya da kırmızı kart görecek ve Galatasaray penaltı kullanacaktı. Hakemlerin 6'da 6 giden iki takımın mücadelesinde en küçük şeylerin bile ligin kaderine tesir edeceği bir vaziyette bu kadar fahiş hatalar yapmamaları gerekiyor. Üstelik Aziz Yıldırım 3 sene üst üste şampiyonluk sözü verdiği bir ortamda. Çünkü Fenerbahçe lehine yapılacak en ufak hatada bile bu sözün altında bir şeyler aranacak.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Görünen Köy "Kılavuz" İstemez


Beşiktaş bu sezon zor günler geçiyor. Ligdeki kötü gidişat, 6 maçta yapılan 12 puanlık kayıp, buna mukabil Fenerbahçe ve Galatasaray'ın 6'da 6 yapmş olmaları ve her ikisinin de 12 puan gerisinde kalınması sıkıntıyı daha da büyütüyor. Daha da kötüsü Beşiktaş umut vermiyor.

Beşiktaş'ın bu sezon bu noktalarda olacağı transfer döneminden belli olmuştu. Geçen sene de kadrosu Galatasaray'dan kötüydü zaten. Fenerbahçe'ye oranla ise daha homojen bir kadrosu vardı. İlk onbir olarak belki Fenerbahçe daha iyiydi ama kadronun tamamı gözöününe alındığında Beşiktaş'ın kadrosu daha dengeliydi. Herhangi bir oyuncunun sakatlanması veya cezalı duruma düşmesi takımı sıkıntıya sokmuyordu. Fakat transfer döneminde Galatasaray güçlü olan kadrosunu daha da güçlendirdi, Fenerbahçe de kadrosunu genişletti. Beşiktaş ise yerinde saydı. Zapo'nun yerine Ferrari'yi, Cisse'nin yerine Fink'i, sakat Delgado'nun yerine de Tabata geldi. Ekstradan da İsmail Köybaşı, Rıdvan Şimşek, Erhan Güven ve Nihat Kahveci geldi. Bu 4 yerli futbolcudan ilk 3'ü zaten genç futbolcular ve Beşiktaş'ı bir yerlere taşıyacak kapasitede henüz değiller. Nihat ise formsuz.

Beşiktaş geçen sene sezonu çifte kupayla kapattı. Ama geçen sezon ligin durumu da malumunuz... İyi futbol izlediğimiz maç sayısı bir elin parmakları kadar ya vardır ya yoktur. Üstelik Fenerbahçe ve Galatasaray lige havlu atmış durumdalardı. Sivasspor gibi bir takımla son haftaya kadar şampiyonluk mücadelesi yapıyorsunuz ve kupayı da hiç kimse kusura bakmasın ama rakip takım kalecisinin ikramlarının da katkısıyla alıyorsunuz. Ligde ilk 6 sıradaki takımlardan sadece Galatasaray'ı bir kez yeniyorsunuz ki o maçın da nasıl büyük bir kısmetle kazanıldığı ortada. Bu durumda sizin başarılarınız biraz da rakiplerin ikramı oluyor. Beşiktaş geçen sezon hem şampiyonluğu hem kupayı hak etmiştir. Fakat geçen seneki şampiyonluk bana göre "Hikayeden ligde kazanılmış yalandan bir şampiyonluktur." Geçen seneki o kötü ligde bir şampiyon mecbur çıkacaktı, o da Beşiktaş oldu.

Bugünki tabloda Mustafa Denizli'nin ve yönetimin de payı var elbette. Geçen sene sonunda Mustafa Denizli'nin "Ben bırakıyorum." demesi Beşiktaş camiasında şok etkisi yarattı. Sonra dinlenmeye gidince meydan Yıldırım Demirören'e kaldı o da her şeyi yüzüne gözünde bulaştırdı. Mustafa Denizli takıma antrenman yaptırsın diye teknik direktör istedi onu da yönetim kabul etmedi. Bir de bunlara oyuncuları enteresan yerlerde oynatma eklenince iş bu noktaya geldi.

Yalnız bir konuda Beşiktaş'ın hakkını teslim etmek istiyorum. Beşiktaş bu sezon iki derbi maçı oynadı. Biri Süper Kupa'da Fenerbahçe ile oynadığı final diğeri Galatasaray ile ligde oynadığı maç. Süper Kupa'da aslında Fenerbahçe'den daha iyi oynadı Beşiktaş. Sivok o gereksiz hareketi yapmasa muhtemelen maçı da kaybetmeyecekti. Ama Fenerbahçe öne geçince maçı bıraktılar ve 2-0 kaybettiler. Galatasaray maçında da skor 2-0 olana kadar iyi oynayan taraf Beşiktaş'tı. 2-0 olunca yine saldılar işi 3-0 oldu. Bunları da gözardı etmemek gerekiyor.

Fakat ne olursa olsun geçen seneki tablo bugünleri işaret ediyordu. Zorlu maçlarda çekilen sıkıntılar, transfer döneminde yapılanlar Beşiktaş'ın iyi başlamayacağının habercisi gibiydi. Mustafa Denizli "karga"lı bir şeyler söylemişti. "Kargalar bize kılavuzluk ederse burnumuz kötü yerlere girer." demişti. Oysa Beşiktaş'a hiç bir mahluğun kılavuzluk etmesine gerek yok. Zira "Görünen köy kılavuz istemez."

21 Eylül 2009 Pazartesi

Fenerbahçe 1-0 İ.B.B


Maçtan önce Daum'un ilk onbirde farklı isimlere yer vermesini bekliyorduk. Beklediğimiz kısmen de olsa gerçekleşti. Roberto Carlos'un yerine Vederson'a şans verildi. Fakat bizim beklediğimiz Güiza'nın yerine Semih'in oynamasıydı. Bayram günü bu dileğimiz gerçekleşmedi.

Maç enteresan başladı. Belediye takımı daha ilk dakikada tehlikeli geldi. Fakat bu pozisyonu onlar da beklemiyor olacaklar ki golü yapamadılar. Daha sonraki dakikalarda ise Fenerbahçe üstünlüğü eline geçirdi. Fakat bu üstünlük Fenerbahçe'nin çok pozisyon bulması için yeterli olmadı. Twente maçından farklı olarak sol kanatta Vederson olduğu için bu sefer o tarafta çalıştı ama sadece 1 kez soldan etkili orta geldi. Sağda ise Gökhan Gönül yine görevini yapmaya çalıştı. İlk yarıda Fenerbahçe birkaç pozisyon bulsa da çok etkili futbol oynamadı. Güiza 20'de kendine iyice bir sövdürdü. 34'te ise Vederson çok iyi bir vuruş yaparak Fenerbahçe'yi öne geçirdi. Golden 1-2 dakika sonra Alex "Fark ikiye çıktı." derken golü atamadı.

İkinci yarıya Abdullah Avcı İbrahim Akın'la başladı. Bu değişiklik Belediye'ye hücumda etkinlik getirse de üretkenlik getirmedi. Belediye takımı ikinci yarı ceza sahasına girmekte zorlandı. Dışarıdan atılan şutlarla etkili olmaya çalıştılar ama onların da pek azı kaleyi buldu. Kısacası Fenerbahçe rakibine ciddi bir pozisyon vermedi. Ama Fenerbahçe de çok tehlikeli pozisyonlar üretemedi ikinci yarıda. Yanılmıyorsam Semih girene kadar kaleyi bulan şutu yok Fenerbahçe'nin. Bu da aslında bir şeylere işaret ama anlayabilene. Semih girdikten sonra kaleye iki şut attı ama gol atmayı başaramadı. Sonuçta da maç Vederson'un attığı serbest vuruş golü ile 1-0 bitti.

Bu maçta Fenerbahçe geri dörtlüsü iyi iş çıkardı. Takım sadece tek pozisyon verdi. Cristian geldiğinden beri en kötü maçını oynadı. Mehmet Topuz faydalı olmaya çalıştı ama pek başaramadı bu sefer. Andre Santos-Uğur Boral değişikliği daha önce yapılmalıydı. Kazım ve Alex kötü değillerdi ama iyi de değillerdi. Güiza atması gereken golü atamayarak yine saç baş yoldurttu. Oyuna sonradan giren Selçuk ve Uğur Boral da ilk onbir oynayan arkadaşlarının önemli bir kısmı gibi etkili olamadılar. Semih ise en azından iki tane kaleyi bulan şut çekti.

Fenerbahçe 6'da 6 yaparak en azından henüz puan kaybetmedi. Oyun olarak belki çok tatmin edici bir futbol oynamadı ama rakibine de pozisyon vermedi. Sene başında çok eleştirilen Fenerbahçe savunması daha iyiye gidiyor gibi. En azından ligde.

18 Eylül 2009 Cuma

Fenerbahçe 1-2 Twente


Twente kuraya 3.torbadan katılmasına rağmen 1.torbadan gelen Steua Bükreş'ten daha iyi bir takımdı. Bu yüzden dün akşamki maçın kolay geçmeyeceği de aşikardı. Nitekim öyle de oldu. Fenerbahçe maçı kaybetti.

Aslında maçın başındaki görüntü Fenerbahçe'nin bu maçı kazanacağı şeklindeydi. İyi başlamıştı maça Fenerbahçe. Fakat bu iyi başlangıç etkili pozisyonlar getirmedi. Daha sonraki dakikalarda Twente dengeyi sağladı. Sol kanattan Stoch ile tehlikeli geldiler ama onlar da golü atamadı.

İkinci yarı sahada daha kötü bir Fenerbahçe vardı. Bunun en önemli nedeni Emre'nin oyundan düşmüş olmasıydı. Sezon başından beri Gökhan Gönül ile birlikte takımın en iyisi olan Emre ikinci yarıda çok kötü oynayınca Fenerbahçe rakip yarı sahaya geçmekte zorlandı. Alex'in kafa vuruşu dışında pozisyon üretemeyen Fenerbahçe oyuncu değişikliğine gitti. Sahanın en kötülerinden Roberto Carlos'un yerine Mehmet Topuz oyuna girdi. 5 dakika sonra da serbest vuruştan golü attı. Attı atmasına ama Gökhan Gönül'ün sakatlığı yüzünden 10 kişi oynayan Fenerbahçe 4 dakika sonra golü yedi. Bu gol çok moral bozucu oldu. Çünkü güç bela öne geçtiğiniz maçta golü attıktan hemen sonra golü yiyince doğal olarak moraliniz bozulur. 5 dakika sonra da Andre Santos'un anlamsız hareketi rakibi 1-2 öne geçirdi. Sonrasında Alex bir pozisyona daha girse de Fenerbahçe golü bulamadı ve Avrupa Ligi'ne iyi başlayamadı.

Doğrusunu söylemek gerekirse Fenerbahçe kaliteli bir takım ile oynadı dün akşam. Sporting Lizbon'a zor anlar yaşatmışlardı ve son dakikada kendi kalelerine attıkları gol ile elenmişlerdi Şampiyonlar Ligi ön elemesinde. Ama ne olursa olsun Twente Fenerbahçe'nin yenemeyeceği bir takım değildi. Fenerbahçe kazanması gereken bir maçı Daum'un oyuna geç müdahale etmesinden dolayı kaybetti. Oynadığı süre boyunca hiçbir olumlu hareketi olmayan, bir çok atağı attığı saçmasapan paslarla bitiren Güiza'yı 80 dakika oynattı. Oysa en azından devre arasında yapılacak bir Güiza-Semih değişikliği çok şey farkettirebilirdi. Fenerbahçe bu maçı kaybettiyse bunun bir numaralı sorumlusu Daum, iki numaralı sorumlusu da Güiza'dır bana göre. Sonra da Andre Santos ve Roberto Carlos.

Fenerbahçe Avrupa Ligi'ne iyi başlayamadı ama Fenerbahçe'nin gruptan çıkma şansı bana göre hala yüksek. Çünkü Fenerbahçe'nin problemleri oyun sisteminde değil. Dün akşam sahada zaman zaman istediklerini yapabilen bir takım vardı. Sorun doğru oyuncuları oynatmamak ya da zamanında gerekli değişiklikleri yapmamak. Eğer Fenerbahçe doğru oyuncularla oynarsa ya da doğru oyuncular doğru zamanda oyuna alınırsa Fenerbahçe bu grubu en kötü ikinci bitirecektir.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Beşiktaş 0-1 Manchester United


Doğrusunu söylemek gerekirse maç hakkında yazılacak pek bir şey yok. Sahada o kadar silik bir oyun vardı ki ona futbola demeye dilim varmıyor. Bir yanda iyi mücadele eden fakat pozisyona girmekte zorlanan Beşiktaş, diğer tarafta 2008'in şampiyonu, 2009'un finalisti Manchester United.

Manchester United'ın bu kadar kötü bir futbol oynayacağını beklemiyordum. Sanki sahaya hiçbir şey yapmamak için çıkmış bir takım vardı. Amaçsızca oynayan, oyunu ciddiye almayan bir görüntü içerisindeydiler. Beşiktaş ise iyi mücadele eden fakat kötü hücum eden bir takım olarak pek başarılı olamadı. Beşiktaş'ın üretkenlik sorunu bu maçta da devam etti. Yarattıkları tehlikelerin çoğu uzaktan çekilen şutlar ve ceza sahasına yapılan ortalardan müteşekkildi.

Maçla ilgili söylenebilecek tek şey Manchester geldi, yendi ve gitti. Maçın özeti budur.

15 Eylül 2009 Salı

Beşiktaş-Manchester United Maç Öncesi


Aslında böyle bir yazıya gerek var mı bilmiyorum ama yine de bir şeyler yazalım. Maksat bloga bir şeyler yazmak. Manchester'ın ne olduğunu anlatmaya gerek yok. Son 3 yılın Premier Lig şampiyonu 2008 Şampiyonlar Ligi şampiyonu, 2009'un da finalisti. Başında da dünyanın en iyilerinden biri Sir Alex Ferguson var. Daha da başka bir şey demeye gerek yok.

Beşiktaş'a bakınca 2 sene önceki Fenerbahçe'yi görüyorum. Bir önceki sezonu 70 puanla tamamlamış, belki de süper lig tarihinin en kötü futbolunun oynandığı sezonda ite kaka şampiyon olmuş ve sezona iyi bir başlangıç yapamamış bir Fenerbahçe vardı o sene. Şampiyonlar Ligi'nde de ilk maçını grubun favorisi Inter ile Kadıköy'de oynayacaktı. Inter maçına gelene kadar ilk 5 haftadaki performansına bakılacak olursa, 5 gol atıp 5 gol yiyen bir Fenerbahçe vardı. Inter çok ciddi eksikler gelmiş olmasına rağmen yedek kulübesinde Figo gibi bir adamı vardı. Maç öncesinde Fenerbahçe'nin Inter'e karşı hiç şansının olmadığı bu futbolla bırakın galibiyet, puan almasının bile zor olduğu söyleniyordu. Fakat Fenerbahçe o akşam öyle bir futbol oynadı ki galip gelmesinin yanı sıra farkı kaçıran taraf olmuştu. O maçta oynanan futbol diğer Şampiyonlar Ligi maçlarına ve ligdeki büyük maçlara da sirayet etmişti.

Tabi bu tip benzerlikler var gibi gözükse de Inter maçından önceki Fenerbahçe bugünki Beşiktaş'tan daha iyi takımdı. Çünkü o takımın daha önceki yıllarda gösterdiği performans belliydi. Bir potansiyeli olduğunu biliyorduk. Ayrıca önceki sezon şampiyon olurken çok kötü bir ligde de olsa büyük maçları kaybetmemiş bir Fenerbahçe vardı. Fakat geçen seneki Beşiktaş'a baktığınızda böyle bir şeyden bahsedemeyeceğimizi hepimiz çok iyi biliyoruz. Ayrıca rakip o günkü Inter'den çok daha iyi bir takım olan Manchester United. Yani hem Beşiktaş açısından hem rakipler açısından baktığınızda Beşiktaş'ın işi bu akşam için 2 sene önceki Fener'den daha zor.

Ezeli rekabetin gereklerinden biri de rakibin özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarının öncesi ve sonrasında arkadaşlara şaka yollu takılmak. Ben de bazı Beşiktaşlı arkadaşlarıma böyle takılınca hepsinden benzer tepkiler aldım. "Bu maçı bize kazandırırsa taraftar kazandırır. Başka bir şeye güvenmiyorum." Tabi bu cümleyi duyunca akıllara Liverpool maçı geliyor, Çarşı'nın zirve yaptığı. Bir de İngiliz takımlarının İstanbul'da şansları yaver gitmiyor. Zaten Beşiktaş'ın avantajlı olduğu noktalar sadece bunlar. Bunlar dışında olaya futbol olarak yaklaştığımız zaman Beşiktaş'ın Manchester United'a herhangi bir şekilde gol atması zor görünüyor. Pozisyona girmekte zorlanan, girdiklerinde de başarılı olamayan bir takım Manchester United gibi çok iyi organize olmuş bir takıma nasıl gol atacak merak konusu.

Ayrıntı !


Ne zaman Türk takımlarının içinde olduğu uluslararası bir futbol müsabakasında Türkiye'de oynanan maçta olay çıksa bizim televizyonlarımız haberciliki basın özgürlüğü, kamuoyunun bilgi edinme hakkı gibi gerekçelerle olayı tüm çıplaklığıyla yayınlar. Fakat aynı maç yurt dışında oynanırken olay çıktığında oraların yayıncı kuruluşları olayları göstermez bizi o görüntülerden mahrum bırakırlar. Hatta geçen hafta oynanan İngiltere-Hırvatistan maçında Hırvat bir taraftar Hırvatistan'ın golünden sonra sahaya girdiğinde İngilizler hemen stadın dışarıdan görüntüsünü gösterdi ve biz olayı tam göremedik.

Bu haftasonu oynanan Bursaspor-Fenerbahçe maçında da benzer bir durum yaşandı. İkinci devre başlarken iki takım taraftarı arasında bir takım hadiseler yaşandı, koltuklar fırlatıldı. Polis olaylara müdahele etti. Fakat Lig TV olayların sadece çok az bir kısmını gösterdi. Doğru olan bu mu, tartışılır. Hatta bazıları "İşin içinde Fenerbahçe'nin rezilliği olduğu için göstermediler" de diyebilir. Ama sonuçta böyle bir tasarrufta bulunuldu.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi Macerası 2009-2010


Beşiktaş yarın akşam Manchester United'ı İnönü Stadı'nda ağırlamak suretiyle Şampiyonlar Ligi serüvenine başlayacak. Ben de bu yazıda Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi'nde neler yapıp neler yapamayacağını yazacağım.

Beşiktaş'ı değerlendirmeye öncelikle kadrosundan başlayalım. Beşiktaş geçen sene şampiyon olduğunda üzerinde herkesin hemfikir olduğu bir nokta vardı. O da Beşiktaş kadrosunun Şampiyonlar Ligi'nde başarı için yeterli olmayacağıydı. Bu bağlamda Beşiktaş, Ferrari, İsmail Köybaşı, Rıdvan Şimşek, Erhan Güven, Nihat Kahveci, Michael Fink ve Rodrigo Tabata transferlerini gerçekleştirdi. Buna mukabil Gökhan Zan kimine göre kurnazca, kimine göre acemice Galatasaray'a kaptırılırken, Zapotocny de güç bela Bursaspor'a verildi. Geçen seneki kadroya göre yapılan transferler arasında fark yaratacak, Beşiktaş'ı ileriye taşıyacak tek oyuncu Nihat Kahveci. O da sezon başı askerlik yaptığı için formda değil ve Mustafa Denizli'nin oynatma ısrarı yüzünden biraz da zor durumda. Bunun dışında transferin son günlerinde alınan Tabata Avrupa'da üst düzey futbol oynamamış ve Beşiktaş'a Avrupa'da ne vereceği merak konusu.Fink iyi mücadele eden bir isim fakat o da çok ekstra bir oyuncu değil. Ferrari de kötü futbolcu değil belki ama Bursaspor'a cebren gönderilen Zapotocny'den çok da fazla bir farkı yok. Bunun dışında alınan genç isimlerin Şampiyonlar Ligi'nde herhangi bir fark yaratması kolay değil.

Rakipler açısından konuşacak olursak Manchester United zaten bu grubu birinci bitirir çok büyük bir sürpriz olmazsa. İki Manchester maçından Beşiktaş'ın hanesine 0 puan yazabiliriz. CSKA Moskova ise Zico'yu gönderip geçen sene Schuster'den sonra Real Madrid'i çalıştıran Juande Ramos'u getirdi. Ama CSKA takımı herşeye rağmen Beşiktaş'tan daha iyi takım değil. Beşiktaş'ın CSKA'dan 4 puan alması gerekir. Wolfsburg ise Bundesliga'nın son şampiyonu ve kadrolarını da korumayı başardılar. Fakat biraz düşüşteler. Zira ligde son 3 maçını kaybetti. Geçen sene de şampiyon olurken kendi sahasında oynadığı maçların bu başarılarında büyük etkisi vardı. Beşiktaş eğer İstanbul'da Wolfsburg'u yenebilirse 3 puanı da ordan alır ve 7 puanla grubu tamamlar. 7 puan da yola UEFA Avrupa Ligi'nden yola devam etmek için yeterli olacaktır.

Tabi şöyle olması gerekir böyle edilmesi gerekir diyoruz ama Beşiktaş'ın ciddi bir gol problemi var. 2,5 gol üstü biten ilk maçını bu hafta oynadı ve Galatasaray'a 3-0 mağlup oldu. Ligde 5 maçta 0,6 gol ortalama ile oynuyor. Ligde böyle bir istatistiğe sahip takımın Şampiyonlar Ligi'nde özellikle bizim takımlarımız için girilen pozisyonların mümkün mertebe en iyi şekilde değerlendirilmesinin gerektiği bir kulvarda bir üst paragrafta bahsedilen puanları nasıl toplayacağı ayrı bir merak konusu. Hadi Ferdinand'lı Vidic'li Manchester'ı geçtim. Peki Zaccardo'lu Barzagli'li Wolfsburg'u nasıl geçecek Beşiktaş? En azından bir maçta... O yüzden Mustafa Denizli'nin gol sorununa acil çözüm üretmesi çok büyük önem arz ediyor. Yoksa Beşiktaş azami bir galibiyetle grubu bitirmek durumunda kalabilir.

Bursaspor 0-1 Fenerbahçe


Ligimizin az sayıdaki “deplasman gibi deplasman”larından biri olan Bursaspor maçında Fenerbahçe Alex’in attığı gol ile hayati öneme haiz bir 3 puanı hanesine yazdırdı. Maçtan önce beklenildiği gibi her iki takım için de zorlu bir maç oldu ama Fenerbahçe rakibine fazla pozisyon vermeyerek maçı almasını bildi.

Maça etkili başlayan taraf Bursaspor’du. Özellikle Fenerbahçe’nin sol tarafından etkili gelmeye çalıştılar. Fakat daha sonra Fenerbahçe oyunda dengeyi kurdu ve sinir harbi başladı. Önce Sercan ve Bilica arasında yaşanan pozisyonda Sercan’ın tekmelerine karşın hakem gıkını çıkarmadı. Daha sonra her iki oyuncunun topa hamle yapmaya çalışıp çarpıştığı pozisyonda Lugano’ya gösterilen sarı kart sinirleri gerdi. Hemen ardından faul olmayan pozisyonda hakemin faul vermesiyle itirazdan Alex, topu yere sert bir şekilde vurmaktan da Güiza sarıyı görünce iş çığrından çıktı. Ardından Kazım da topa müdahale ettiği pozisyonda sarıyı yiyince Fenerbahçe ilk yarıyı 4 sarı kart görerek tamamladı.

Tabi bütün bunlar olurken cılız da olsa pozisyonları bulan takım Fenerbahçe oldu. Özellikle Güiza yenilebilecek bir kaza golünün müsebbibi olabilirdi kaçırdıkları yüzünden. Kale önünde dokunamadığı bir top var ki saç baş yolduracak cinsten. Neyse ki 42. dakikada kaleci Ivankov’un kısa düşen degajı sonrası kazanılan topta Fenerbahçe Alex’in klasını konuşturduğu pozisyonda golü buldu ve öne geçti. Golden bir dakika sonra Kazım’ın bir şutu var ki arkadan gelen Alex’e pas çıkarsa farkın 2’ye çıkması işten bile değildi.

İkinci yarı öncesi beklentim Bursaspor’un ilk 15-20 dakika baskılı oynayıp gol bulmaya çalışacağı yönündeydi. Eğer bunu başarabilirlerse maça istedikleri gibi hükmedebileceklerini düşünüyordum. Fakat Bursaspor enteresan bir şekilde oyundan stoper Ömer Erdoğan’ı çıkarıp başka bir stoper İbrahim’i aldı. Tabi bir sakatlık falan varsa bilemem. Daum da Roberto Carlos’u çıkarıp Andre Santos’u aldı. Bu değişiklik ile de orta sahada ayağında top tutabilen bir adamı daha oldu Fenerbahçe’nin.

Bursaspor ikinci yarıya beklediğim gibi başlayamadı. Doğrusunu söylemek gerekirse ikinci yarı ilk yarıya göre daha ağır tempoda gitti ilk 15 dakika. Bu da Fenerbahçe’nin işine gelen bir durumdu. Maç bu şekilde devam ederken kötü oynayan Güiza’nın yerine Deivid’i oyuna aldı Daum. Bence oyuna giren futbolcu kesinlikle Semih olmalıydı. Eğer Semih olsaydı daha rahat bir maç olabilirdi Fenerbahçe açısından. Bursaspor 70’te son ve en kritik değişikliğini yaptı. Ertuğrul Sağlam Volkan Şen’i alıp Shin Young Rok’u oyuna sürdü. Her ne kadar bu değişiklik aslında Bursa’nın oyununu çok etkilemese de 75’ten sonra özellikle Sercan’ın orta sahadan getirdiği toplarla Bursaspor gol aramaya başladı. Daum da bunu görerek Mehmet Topuz’u çıkarıp Selçuk’u oyuna soktu. Fakat bu değişiklik çok da fayda etmedi açıkçası. Hatta gol bile yediriyordu Fenerbahçe'ye son dakikada.

Fenerbahçe’de iyi oynayan iki futbolcu vardı. Biri Emre’nin yokluğunda onun yerinde oynayan Mehmet Topuz. Doğrusu Emre’yi aratmadı. Diğeri de golü atan Alex. Attığı golün yanı sıra top her ayağına geldiğinde tehlike yarattı.

Maçta üst düzey bir mücadele vardı. Tempo olarak da iyi bir maç oldu bana göre. Kendini izlettirdi. Skorun 0-1 olması da heyecanı artırdı. Tabi hakem Deniz Çoban’ın büyük takımı kollamayacağım sevdasından ve Bursa tribünlerinin de etkisi altında kalmasından verdiği bir çok yanlış karar ve bu kararlar sonucunda Fenerbahçeli oyuncuların gördüğü sarı kartlar oyunu gerdi. Her şeye rağmen Fenerbahçe Alex’in golüyle maçı kazanarak çok zorlu bir deplasmandan önemli bir üç puan aldı ve lig yarışında kritik bir virajı döndü.

10 Eylül 2009 Perşembe

Bozuk Zemin


Dün akşamki Bosna maçı oldukça kötü bir sahada oynandı. Yerden pas verirken bile top sekerek gidiyordu. Böyle zeminler bizim gibi takımlar etkiliyor, bizim için dezavantaj geyiğini yapmayacağım. Ama bu işe bir çözüm bulunmalı. Futbol bir temaşa sanatı ise, bunu icra edenlerin bu işi en iyi şartlarda yapmasını temin etmek futbol yönetenlerin asli vazifesi olmalıdır. Özellikle milli maçlar gibi milyonlarca insanın oturup izlediği bir organizasyonun en iyi şekilde tertip edilmesi gerekir. Bunun için de futbolun mümkün mertebe müsait zeminde oynanması zaruridir. Bu yüzden bu tip maçların oynanacağı sahaların bir takım kıstaslara uygun olmasını FIFA zorunlu kılmalıdır. Ayrıca ufak takımların teknik kapasitesi yüksek takımları zorlamak için bu tip ayak oyunlarına başvurması da engellenir. Öte yandan maçları zemini kötü olan statta oynatmak ağızlara sakız olmuş Fair-Play ruhuna da aykırı. Kötü zeminde hangi adil oyun? Bu yüzden yetkililer gelip belirnenen statlarda incelemeler yapmalı ve bu derece önemli maçların oynanıp oynanmayacağına karar vermeliler. En azından milli maçlar bu şekilde olmalıdır.

Ne Olacak Bu Tangocuların Hali?


Arjantin deplasmanda Paraguay'a 1-0 yenildi. Sahur vaktine denk geldiğinden ve boş gezenin boş kalfası olmamdan dolayı oturup maçı izledim haliyle. Doğrusu bu kadar kötü bir Arjantin takımı olacağını zannetmiyordum. Tamam iyi durumda değiller bu ara, ama bu kadar da değil, ayıp denen bir şey var.

Maçın ilk yarısı dengede gibi gözüküyordu aslında. Her iki takımında bir şeyler yapma çabası vardı. Fakat Paraguay Arjantin'e oranla daha derli toplu bir görüntü içerisindeydi. Golden önce iki topları da direkten dönmüştü. Derken orta sahadan çok şık ve seri paslarla hücuma çıktılar ve gol geldi. Valdez çaprazdan sert ve düzgün bir vuruşla takımını öne geçirdi. Arjantin'in hevesi kırıldı bu golle, Paraguay da 1-0'ı kafi görünce geri kalan dakikalarda ortaya yavan bir oyun çıktı.

İkinci yarıya Arjantin Datolo-Lavezzi değişikliği ile başladı. Fakat bu değişiklik de pek fayda etmedi. 53'te Veron ucuz bir şekilde ikinci sarıyı gördü ve takımını 10 kişi bıraktı. Arjantin'in işi artık daha zordu. Daha sonra Agüero çıktı Martin Palermo girdi ama orta sahada bir şey olmayınca kimi getirirsen getir ilerde bir şey yapamaz. Arjantin ikinci yarı boyunca en tehlikeli pozisyonunu 90+4'te bulabildi ve maçı 1-0 kaybetti.

Arjantin'de bir organizasyon sorunu var ve bu sorunu çözecek adam kesinlikle Maradona değil. Zaten futbolculuğunda bireysel yetenekleriyle ön plana çıkmış oynadıkları takımlara sayısız maçlar kazandırmış futbolcular iyi teknik direktör olamıyor. Buna örnek olarak Hagi'yi de gösterebiliriz. Futbolculuğuna kimse bir şey diyemez ama teknik direktörlüğüne herkes sallar. Görünen o ki Maradona da böyle olacak. Maradona gibi tüm zamanların en yetenekli futbolcusunun, bireysel anlamda zirve yapmış, oynadığı futbolla Arjantin'e neredeyse tek başına Dünya Kupası'nı kazandırmış birisinin takımdaşlık kavramını yerleştirmesi çok zor hatta imkansız. Üstelik teknik direktörlük tecrübesi de yok. Zaten Arjantin'in sahadaki görüntüsüne baktığınızda (oynadığı futbol diyemiyorum zira öyle bir şey yok) topu alan kendi başına bir şeyler yapmaya kalkıyor. Lavezzi alıyor gidiyor, Messi alıyor gidiyor sonu tabi hüsran oluyor. Bu şekilde başarı gelmez.

Arjantin bir şekilde ordan burdan play-off'tan Dünya Kupası'na gider. Fakat bu şekilde oynayarak 2010'da gruptan çıkamaz. Toparlanamazsa durum vahim. Son olarak Veron ilerlemiş yaşına rağmen çıktı mükemmel oynadı. İnanılmaz hırslı ve istekliydi. Sahada adeta Gattuso'yu gördüm. Gördüğü kırmızı karta rağmen çok iyi oynadı. Maradona kenarda karizmayı çizdirmeye devam ederken, o sahada karizma yaptı.

Yapmayın Çocuklar !!!


Milli takım dün akşam oynanan maçla birlikte Dünya Kupası’na gitme şansını mucizelere bıraktı. Belki bu takım daha önce bir çok mucizeyi başardı. Ama onlar kendi elinde olanlardı ve başkasına bağlı değildik. Şimdi ise gerçekleşmesini beklediğimiz mucize Bosna’nın iki maçını da kazanamaması. Olayın bizle alakası yok.

Aslında maça golle başladık, öne geçtik. Fakat Bosna yavaş yavaş üzerindeki ölü toprağını attı. Bir de buna savunmada ve orta sahada yaptığımız basit top kayıpları eklenince Bosna maçı çok rahat bir biçimde tek kaleye çevirdi. Savunmadan topu çıkarma yöntemimiz “dan-dun” şeklinde oldu ve bunaltıcı baskı sonucunda golü yedik. Golü yediğimiz faul pozisyonunda aslında herhangi bir ihlal yoktu ve burdan yola çıkarak mağlubiyetten hakemi sorumlu tutabiliriz. Fakat bu kolaycılık olur. Çünkü Bosna baskıyı kurmuştu ve o gol olmasaydı başka bir gol yerdik biz. Zira o dakikalarda toplara gelişigüzel vurmaktan başka bir şey yapmadık. Golden önce Emre’nin sarı kart görmesi, golden sonra da Fatih Terim’in tribüne gönderilmesi bizim için olumsuz gelişmelerdi.

İkinci yarıya Sercan ve İsmail ile başladık. Özellikle Sercan’ın oyuna girmesi hücumda biraz olsun etkinliğimiz artırdı. Fakat Estonya maçında gereğinden fazla efor sarfetmek zorunda kalan oyuncularımız oyundan düştüler. Bir yandan rakip kalede pozisyonlar ararken diğer taraftan kendi kalemizde çok basit hatalar yapıp rakibe pozisyon vermeye devam ettik. Zaten Bosna’nın pozisyonlarının neredeyse tamamı bizim yaptığımız çok basit hatalardan kaynaklandı.

Milli takımda iyi oynayan futbolcu neredeyse yok gibiydi. En iyi oyuncu Volkan’dı. O da gol de hatalıydı. O kadar uzak mesafeden o tip vuruş yapacak adama 5-6 kişilik baraj kurdurmak son derece yanlış. Ama adam da çok iyi vurdu doğrusu. Hakkını teslim etmek lazım. Onun dışında ilk yarıda baskı yediğimiz dakikalarda orta sahamızda Ceyhun Gülselam yerine Nuri Şahin olsaydı en azından ayağa pas yapabilir o baskıyı kırabilirdik. Bu noktada Fatih Terim’i eleştirmek gerekiyor.

Dünya Kupası’na gitme şansımız artık yok denecek kadar az. Aslında biz Dünya Kupası’nı içerde Belçika ile berabere kalırken, deplasmanda Estonya’yı yenemezken, 1 puanı almak varken manasız bir biçimde İspanya’ya saldırırken kaybettik. Bir de rahat bir galibiyet alamadık grubun vasat takımlarına karşı. Elin oğlu 6-7 tane atarken biz zar-zor yenebiliyoruz. Ekonomik oynamayı, elimizi kolumuzu sallaya sallaya maç kazanmayı bir türlü beceremedik. Dünya Kupası'nın yeri bambaşka. Avrupa Futbol Şampiyonası gibi değil. Orda olmak güzel olurdu. :(

8 Eylül 2009 Salı

Var mısın, Yok musun?


Milli takım yarın akşam Bosna'da 2010 Dünya Kupası'na "varım" ya da "yokum" demek için sahaya çıkacak. Kabul etmek gerekir ki rakibimiz çok iyi bir takım grupta bulundukları yeri kesinlikle hak ettiler. Özellikle biz İspanya ile meşgulken iki maçta da Belçika'yı yenmeleri avantajı ele geçirmelerini sağladı. Biz de o Belçika ile içerde berabere kaldık.

Ağustos'ta oynanan Ukrayna maçına kadar bir çok insan milli takımdan ümitsizdi. Gerek fikstürün zorluğu gerek oynanan futbol gerekse de rakip Bosna-Hersek'in oynadığı futbol "2010'a veda" niteliğindeydi. Fakat Ukrayna'yı deplasmanda 3-0 yenmemiz işin rengini bir nebze olsun değiştirdi. Alınan galibiyet umutları yeşertti. Estonya maçında da yenilen iki gole rağmen Arda, Emre ve Tuncay'ın çok iyi oynamalarıyla ortaya konulan oyun ve alınan galibiyetin de etkisi ile çoğu insan "Biz Bosna'yı orada yeneriz." demeye başladı. Tabi bunu söylemeleriniz bir çok nedeni var. Birincisi uzun zaman sonra ilk defa milli takım kampında bu kadar formda futbolcu var. İkincisi Estonya ve Ukrayna maçları. Üçüncüsü de 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndaki unutulmaz maçlarımız. Gerçi çekirge bu kadar çok sıçrar mı? Onu bilemeyeceğim. Tüm bu faktörleri üst üste koyunca ortaya umutlanabileceğimiz bir durum çıkıyor. Ama şu da bir gerçek biz Bosna'yı orada yensek bile kaderimiz hala onların elinde. Son maçta Güiza'nın yardımına ihtiyacımız olabilir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Çeşitli insanlar çıkıp; "Biz Dünya Kupası'na gidemezsek Dünya kaybeder. Turnuvalara renk katan bir takımız. Şöyleyiz böyleyiz." diye ahkam kesiyor. Arkadaş, hiç kimse seni kara kaşının kara gözünün hatrına oraya vuvuzela gürültüsü dinlemeye çağırmaz! Önce hak et! Böyle şeyler söyleyerek kendiniz avutmayın, kandırmayın. Biz oraya gidemezsek biz kaybederiz başkası değil.

3 Eylül 2009 Perşembe

Rijkaard'ın Farkı


Ülkemize bugüne kadar bir çok yabancı futbolcu ve teknik adam geldi. Bunların büyük takımlarda görev alanlarının önemli bir kısmıyla da röportajlar yapıldı. Geçenlerde Frank Rijkaard ile bunlara benzer bir röportaj gerçekleştirilmiş. Röportaj diğerlerine benziyor ama verilen cevaplar diğerlerinden farklı.

Bu röportajlarda sorulan soruların çoğu diğer buna benzer röportajlarda da vardır. Örnek vermek gerekirse Türk futbolunun durumu ve ligin kalitesi ile ilgili sorular. Verilen cevaplarda benzerdir. İşte "Çok yetenekli oyuncalarınız var. Turkcell Süper Lig çok mücadeleci bir lig. Türk futbolu her türlü imkana sahip." falan filan. Bu cevaplar hiç değişmezken Rijkaard Türk futbolu ile ilgili sorulan soruya bir yabancının bugüne kadar verdiği en mantıklı, en doğru cevabı vermiş. "Herşeyden biraz var ama hiçbir şeyden tam yok." diyerek farkını ortaya koymuş. Nice teknik adamlar geldi geçti bu diyardan hiçbirisi bu cevabı vermedi ya da veremedi. Ama daha geleli 3 ay olan Rijkaard en doğru tespiti yapmasını bildi. Bu da Rijkaard'ın olaya ne kadar hakim olduğunun bir emaresi. Gerçekten mükemmel bir cevap.

1 Eylül 2009 Salı

Barça-Sporting

Hola,

Me presento:
Soy Abelardo, un chico español (catalán) de 21 años, donde dedicaré un microespacio para comunicaros como va evolucionando el F.C. Barcelona en todas sus competiciones.

Ayer empezó la liga, el Barça se enfrentaba a Sporting de Gijón. Aún no se esta viendo al Barça con la plenitud de juego del año pasado, se han notado sobre todo las bajas de Messi (compromisos con su selección) e Iniesta (Lesión), pero aún así el equipo "blaugrana" (Barça) se impuso con un contundente 3-0 al sporting, lo más destacad0 ha sido el primer gol de Ibrahimovi´c , que ha sido de cabeza, con la camiseta de su nuevo equipo. También hay que destacar la progresión cada vez más evidente del juego de Bojan y de Pedro.


1er gol de Ibrahimovi´c




CURIOSIDADES:
Hemos podido ver al entrenador del Inter de Milán en el partido estudiando al Barça, que como ya sabéis, es rival en la Champions. Eto'o juega en el Inter de Milán, el Barça se lo vendió al Inter a cambio de "ibra" y una importante suma de dinero, tampoco se dieron muchas causas para esta despedida del camerunés. Existe el morbo de que Eto'o (cuyo carácter conocemos todos) se crezca en este partido y haga lo imposible por marcar y poder fastidiar a su anterior equipo, este será un partido interesante de seguir.



Os habéis fijado que Dani Alvés se ha operado las orejas. "Quizás más que por estética ha sido por aerodinámica, habrá que ver si corre más de lo que ya lo hace por la banda jejejejeje".












Si tenéis alguna pregunta u sugerencia os dejo mi correo:

abelardopardo09@gmail.com

fdo.: Abelardo Pardo