30 Mart 2010 Salı
Galatasaray'ın Yabancı Kaleci Israrı
Debiden sonra hatta derbi esnasında Galatasaraylı taraftarların bir kısmının tepkileri Leo Franco üzerinde yoğunlaştı. Islıklamak yanlış ama sene başından beri Leo Franco'nun performansı kesinlikle Galatasaray'ın kalesini korumak için yeterli değil. Zaten Leo Franco kariyerinin hangi döneminde çok iyi performans ortaya koymuştur, muamma.
Galatasaray'da bir türlü anlayamadığım bir şey var. O da yabancı kaleci ısrarı. 2007-2008 sezounda Galatasaray öyle veya böyle bir şekilde şampiyon oldu. Ayrıca 34 maçta 23 gol yiyerek ligin en az gol yiyen takımıydı. O sezon kaleyi Orkun Usak ve Aykut Erçetin korudu. Böyle bir istatistik varken Galatasaray yabancı kaleci sevdasına düştü.
İlk olarak geçen sene Sevilla'dan Morgan De Sanctis kiralandı. Ancak Galatasaray geçen sene birçok futbolcusundan olduğu gibi De Sanctis'ten de beklediği verimi alamadı. De Sanctis oynadığı maçların çoğunda vasatı aşamazken bir hayli hatalı goller de yedi. Geçen seneki 2-5'lik Kocaelispor maçından sonra zaten bileti kesilmişti.
Bu sene Galatasaray kaleyi yine bir yabancı Arjantinli Leo Franco'ya teslim etti. Ancak onun da performansı De Sanctis'inkinden pek farklı değil. Galatasaray'a maç kazandırmak şöyle dursun çok önemli maçlarda yediği hatalı gollerle takımının önemli puanlar kaybetmesine neden oldu. Hatta 3-0 kazanılan Beşiktaş maçında maç 1-0 iken görmesi gereken bir kırmızı kartı görmediğini hatırlatalım.
Yabancı sınırlamasının olduğu bir ligde kontenjanın birini kaleciye ayırmayı mantıksız buluyorum. Yabancı kaleci oynatılmaz mı? Elbette oynatılır. Ama en basitinden eğer yabancı bir futbolcu transfer edecekseniz, o futbolcunun yerli muadillerinden farkı olmalıdır. Farkı olmalıdır ki sizi başarıya götürsün, maç kazandırsın, şampiyonluğa ulaştırsın. Ama hem Leo Franco hem de De Sanctis bu ülkedeki vasat kalecilerden daha iyi kaleciler değiller. Böyle olunca da yabancı kontenjanınızın birini boşa harcamış oluyorsunuz.
Galatasaray'ın kadrosunda Ufuk Ceylan gibi yetenekli, gelecek vaadeden, genç bir kaleci varken Leo Franco gibi vasat bir kalecide ısrar edilmesi çok büyük bir hatadır. Mesele sistemse, kalecinin oyunu topa iyi sokmasıysa, bam güm vurmamaksa iki maç üç maç Ufuk Ceylan'da ısrar edersin hiçbir şey olmazsa en azından yabancı kontenjanını başka bir yerde daha verimli kullanırsın.
28 Mart 2010 Pazar
Selçuk Aldı Götürdü
Fenerbahçe işini çok zorlaştırdığı haftalarda deplasmanda Galatasaray'ı Selçuk'un golüyle 0-1 yenerek şampiyonluk yarışında daha iddialı konuma geldi. Doğrusunu söylemek gerekirse Fenerbahçe'nin Belediye maçından sonra bu noktalara geleceğini tahmin etmiyordum. Ancak öyle saçmasapan bir lig oynanıyor ki her hafta işler daha çok karışıyor. Bir hafta vezir yapılan takım diğer hafta rezil edilebiliyor.
Maça Galatasaray hızlı başladı. Daha ilk dakikada Mustafa Sarp'ın getirdiği topta Galatasaray tehlike yarattı. Ancak bu pozisyonda gole ulaşamadı. Belki de bu Fenerbahçe galibiyetinin bir işaretiydi de bizim haberimiz yoktu. Daha sonraki dakikalarda Galatasaray daha iyi oynar gibi gözükse de Fenerbahçe stoperlerinin başarılı oyunu Galatasaray'ın pozisyonlar bulmasını engelledi. Fenerbahçe ise genelde Güiza'ya atılan ara paslarla pozisyon bulmayı denedi.
Henüz ikinci yarının başında Giovanni Dos Santos belki de maçtaki en net pozisyonda golü atamadı. Ardından Rijkaard oyuncu değişiklikleriyle oyuna müdahale etti. Arda'yı Mehmet Topal'ın, Baros'u ise Jo'nun yerine oyuna aldı. Fakat bu değişiklikler çok faydalı olmadı. Fenerbahçe ise ayağa paslarla çıkarak pozisyonlar bulmaya çalıştı ama gol 70. dakikada Selçuk çok uzaktan çektiği şutla geldi. Golde Leo Franco'nun da hatası var. Golden sonra Galatasaray yüklenir gibi olsa da Keita'nın mükemmel şutunu Volkan aynı güzellikte kurtardığı pozisyon dışında Galatasaray etkili olamadı ve maç Fenerbahçe'nin galibiyetiyle sona erdi.
Bence bu maçta sorulması gereken soru "Fenerbahçe maçı nasıl kazandı?" değil de "Galatasaray neden kaybetti?" olmalıdır. Çünkü itiraf etmek gerekir ki Fenerbahçe öyle çok da galibiyeti hak edecek bir futbol oynamadı. Ama Galatasaray'ın da iyi oynadığını söyleyemeyiz. Elbette Giovanni Dos Santos o golü atsa işler çok farklı olacaktı. Ama golden sonra ben Galatasaray'ın daha etkili olmasını bekliyordum. Bunda Arda'nın sakat sakat oynaması, Baros'un hala hazır hale gelmemesi ve Elano'nun bir şut dışında neredeyse sahada olmamasına bağlayabiliriz. Sadece Keita bir şeyler yapma çabası içerisindeydi. Böyle olunca da gol atmanız ancak Selçuk'un attığı şekilde mümkün olabiliyor. Ancak kalede Leo Franco olmayınca onu da beceremiyorsunuz haliyle.
Cüneyt Çakır son dakikadaki penaltı pozisyonu dışında iyi maç yönetti diyebiliriz. Onun dışında maçı çok germedi. İlk yarıda üç Galatasaraylı'nın ofsaytken kalkmayan bayrak skandaldı. Ayrıca Güiza'nın ofsayt diye kesilen çok net bir gol pozisyonu var ki o da yanlış karar. Bunların haricinde çok hakemlik bir iş olmadı zaten. Alex'e atılan su dışında bir tribün olayı da yaşanmadı ve çok temiz, centilmence bir maç oldu.
Fenerbahçe bu maçı alarak üç puandan daha fazlasını aldı. Birincisi deplasmanda Galatasaray'ı yendi. İkincisi rakibinin şampiyonluk şansını azalttı, kendi şansını artırdı. Üçüncüsü bu galibiyetle birlikte artık futbolcuların daha çok kendilerine güvenerek 1-0 öne geçtikten sonra skoru koruma telaşına kapılmadan oynayacaklarını düşünüyorum. Galatasaray ise her ne kadar işini zora soksa da içeride Bursa ile oynayacakları maça kadar lider ile puan farkını biraz indirebilirse üstündeki takımları tehdit etmeye devam edecektir.
Ezeli Rekabette 364. Randevu
Turkcell Süper Lig'in 27.haftasında Galatasaray ile Fenerbahçe Ali Sami Yen Stadı'nda karşılaşacaklar. Şampiyonluk mücadelesini yakından ilgilendiren maçta kaybeden taraf (özellikle Fenerbahçe) işini mucizelere bırakmış olacak.
Galatasaray her ne kadar sene başındaki kadar iyi futbol oynamıyor olsa da Ali Sami Yen'deki maçlarda oldukça başarılı. Sanırım içerideki maçlarda sadece iki beraberliği var ve gol atamadığı maç yok. Bu istatistikler Galatasaray'ın performansı ile ilgili öenmli ipuçları veriyor.
Galatasaray'da Kewell dışında eksik yok. Zaten aylardır Kewell olmadan oynadıkları için o da çok önemli bir eksik sayılmaz.
Fenerbahçe ise 8'de 8 ile başladığı sezonda liderin 6 puan gerisine düşmüş durumda. Özellikle ikinci yarının başında kaybedilen puanlar bu işleri bu noktaya getirmiş durumda. Ancak son haftalarda Lugano'nun dönmesiyle savunmadaki sıkıntılarını gidermiş durumda. Ama hücumda etkisiz pozisyon üretemeyen bir Fenerbahçe var. Ayrıca deplasman karnesi pek parlak değil.
Fenerbahçe orta sahadaki ideal ikilisi Emre ve Cristian'dan bu maçta sakatlıklarından dolayı yararlanamayacak. Onların yerine Mehmet Topuz ve Selçuk o bölgede görev yapacak. Mehmet Topuz sene başında Emre cezalıyken o bölgede kötü oynamamıştı. En azında o performansına yakın oynaması gerekiyor. Selçuk da gereksiz işlere girmesin yeter. Ayrıca Emre'nin olmamasını çok büyük bir kayıp olarak değerlendirmiyorum. Çünkü maçın hakemi Cüneyt Çakır. Emre oynasaydı kırmızı kart görme ihtimali çok yüksekti bence.
Genel kanı maçın Galatasaray'ın hakimiyetinde geçeceği şeklinde. Ben de öyle olacağını ve maçın favorisinin Galatasaray olduğunu düşünüyorum. Derbi maçın favorisi elbette olmaz ama hem saha ve seyirci avantajı hem de oynadıkları futbol itibariyle bana göre Galatasaray daha avantajlı.
Fenerbahçe'nin bu maçı kazanması ise Alex'ten geçiyor. Alex'in hücumda yapacağı işler Fenerbahçe'nin maçı kazanması için kilit rol oynuyor. Aksi takdirde hücumda bu kadar etkisiz bir Fenerbahçe'nin galibiyet alması mümkün değil.
Maçın hakemi Cüneyt Çakır olduğu için maçın 11'e 11 tamamlanmasını beklemiyorum. O yüzden eksik kalmak işleri çok değiştirecektir. Sinirlerine hakim olan taraf bu konuda avantajlı.
27 Mart 2010 Cumartesi
Bir Fenerbahçelinin Gözünden G.Saray Kongresi
Galatasaray bu haftasonu iki heyecanı birden yaşıyor. Cumartesi günü olağan genel kurul pazar günü ise F.Bahçe derbisi var. Kongrede mevcut başkan Adnan Polat ve eski yöneticilerden Adnan Öztürk başkanlık yarışı yapacaklar.
Adnan Polat Canaydın'ın son dönemiyle birlikte 4 yıldır Galatasaray yönetiminde. Her ne kadar başkanlığı 2 yıl olsa da 4 yıl olarak da telakki edilebilir. Fakat son iki yılı değerlendirecek olursak belki sportif anlamda öenmli bir başarı sağlanamasa da kurumsal anlamda Galatasaray'a çok şey kazandırıldı. GS Bonus, GS Bilyoner ve GS Mobile bunların en önemli örnekleri. Öte yandan stat inşaatına başlandı. Bunlar Galatasaray için hayati öneme haiz projeler.
Futbol takımına baktığımız zaman ise aslında orda da yönetim anlamında önemli başarılar elde edildi. Özellikle yapılan transferler ve Rijkaard'ın takımın başına getirilmesi ve tüm bunların büyük bir gizlilik içinde yapılması gerçek bir yönetim başarısıdır.
Adnan Öztürk ismi pek bilinen bir isim değil. Ribery transferinde önemli rol oynadığı söyleniyor. Onun dışında Peter Kenyon hamlesi dikkat çekici. Ara ara yükselen "Yabancı yönetici istiyoruz." nidalarına bir cevap gibi. Onun dışında söylemlerine baktığınız zaman Galatasaray değerlerinden ve Galatasaray'ın yanlış yönetildiğinden dem vuruyor. Seçilme ihtimali pek yok gibi. Ama belli miktar oy alacaktır mutlaka.
Fatih Altaylı'nın söylediği "Galatasaray'ın borcu 800 milyon TL." lafından başka Adnan Polat yönetiminin bir falsosu yok. Ayrıca o rakam nasıl ortaya çıktı? O da ayrı bir tartışma konusudur. Galatasaray'ın menfaatleri doğrultusunda mevcut düzenin devam etmesi Galatasaray açısından daha hayırlı olacağa benzer. Şimdiden hayırlı olsun.
26 Mart 2010 Cuma
Vay Anam Vay Neler Dönmüş Serhat Ya!
CNN Türk'te Adnan Polat gazetecilerin sorularını yanıtlıyordu. Ben de yapacak bir şey olmadığından oturup bunu takip edeyim dedim. O arada İ.B.B-Bursaspor maçı aklımdan çıkıvermiş. Saat 21.15 suları gibi maç aklıma geldi ve ntvspor.net'in canlı anlatım sayfasından skora bakayım dedim. Sayfa açılırken "Kesin Bursa atmıştır." dedim ama 2-0'ı görünce başlıktaki tepkiyi verdim içimden. Başlığın ne anlama geldiğini Ekşi Sözlüğü takip edenler bilirler.
Büyükşehir Belediye takımının ne kadar ters bir takım olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Geçen sene Sivasspor'a yaptıklarının bir benzerini bu akşam da Bursaspor'a yaptılar. Maçtan önce Bursaspor favori olarak gösterilse de ortaya çıkan sonuç kimseyi şaşırtmamıştır herhalde.
Bursaspor'un gerçekten avantajlı bir fikstürü var. Hala da öyle. Ama bu akşam çok önemli bir avantajı yitirdikleri de bir gerçek. Derbi haftasında alınacak bir galibiyet Bursa'yı şampiyonluğa çok yaklaştıracaktı. Ancak bu sonucun Bursaspor'u hedeften bir nebze uzaklaştırmış olmasının yanı sıra, rakiplerinin de iştahını kabarttığı bir gerçek. Kaldı ki derbiyi kaybeden takım çok önemli bir avantajı kaybedecek olsa bile yarıştan tam anlamıyla kopmamış olacak. Bu akşamki maçın ligin kaderini yakından etkilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bursaspor son hafta oynayacağı Beşiktaş maçı bir kenara bırakıldığında Galatasaray maçı hariç oynayacağı tüm maçlarda favori takımdı. Gerek bu takımların ligdeki konumları gerek Bursaspor'un konumu otomatikman bu durumu ortaya çıkarıyordu. Ancak tereddüt edilen bir nokta vardı. O da Bursaspor'un baskıyı kaldırıp kaldıramayacağı hususuydu. Bu akşamki maç Bursaspor'un maçlar istediği şekilde gitmediğinde panik, sinir ve stres yaptığını, oyunun bozulduğunu kısacası baskı durumunda bocaladığını gösterdi. Şüphesiz bunun nedeni tecrübesizlik ve daha önce şampiyonluk yarışı yapmamış olmalarından kaynaklanıyor.
Bu saatten sonra önemli olan nokta futbolumuzun en klişe lafı olan "Önümüzdeki maçlara bakacağız." noktasıdır. Zira bu maça takılıp kalınması durumunda Bursaspor 3 puanlardan daha fazlasını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir. Böyle bir durumda Bursaspor'a yazık olur. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir şeyin olmasını arzu etmiyorum.
25 Mart 2010 Perşembe
Fenerbahçe 2-0 Manisaspor
Fenerbahçe Ziraat Türkiye Kupası yarı final ilk maçında Manisaspor'u Güiza ve Deivid'in attığı gollerle 2-0 yenerek final için önemli bir avantaj elde etti.
Fenerbahçe Cristian hariç ideal onbiriyle çıkarken Manisaspor'da önemli değişiklikler göze çarpıyordu. Her ne kadar Manisaspor yedek ağırlıklı bir kadro ile sahaya çıkmış olsa da sahada oynanan oyun bunu pek belli etmiyordu. Fenerbahçe kendi sahasında oynamanın da yarattığı içgüdüyle topa daha çok sahip olan oyunu kontrol eden takım olsa da çok ağır bir tempo ile oynadığından pozisyon üretemezken, Manisaspor ise özellikle Yiğit Gökoğlan'ın savunmanın arkasına yapacağı koşularla goller bulmayı deniyordu.
Maç bu şekilde devam ederken 31.dakikada kaleci Orkun'un hatalı pasında Güiza aslında kendisi için çok zor olan bir pozisyonda golü atarak Fenerbahçe'yi 1-0 öne geçirdi. 3 dakika sonra da Andre Santos'un ortasında Deivid skoru 2-0 yaparak Fenerbahçe'yi rahatlatan golü kaydetti ve ilk yarı bu skorla bitti.
Klasik olarak Manisa ikinci yarının başında gol bulmayı düşünürken, Fenerbahçe skoru koruma yolunu tercih etti. Bu esnada bazı kontrraatak şansları yakalasa da genellikle yapılan kötü pas tercihleri Fenerbahçe'nin skoru artırmasını engelledi. Manisa ise ikinci yarıda oyuna giren Isaac ile tehlikeli olmaya çalışsa da Lugano-Bilica ikilisinin uyumuyla sağlamlaşan savunma hattı Manisaspor'a fazla gol şansı tanımadı.
Fenerbahçe oyun olarak ortaya pek bir şey koymadığı bir maçta gol yemeden iki farklı galip gelerek final yolunda çok önemli bir avantaj yakaladı. Tabi Bursa'daki rövanş maçında yapılan hatalar tekrarlanmadığı takdirde bu geçerli. Onun dışında kupa için bir şey demiyorum. Yine finalde bir terslik çıkmasını bekliyorum.
23 Mart 2010 Salı
Özhan Canaydın (1943-2010)
Bu akşam Fenerbahçeli yöneticilerin son zamanlarda yaptığı açıklamarla ilgili bir yazı yazacaktım. Fakat hayat her zaman planladığınız gibi gitmiyor. Bu sefer planlarımızı üzücü bir haber bozdu. Galatasaray'ın eski başkanlarından Özhan Canaydın vefat etti. Kendisi gerçekten bizim futbol ortamımızın haketmediği derecede kaliteli bir insandı. Burası sözün bittiği yer olduğu için daha fazla bir şey söylemeye gerek yok. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
Fenerbahçeli yöneticilerin yaptığı açıklamalarla ilgili bir yazı yazacaktım. Ama Özhan Canaydın'ın vefatı böyle bir yazıyı yazmanın ne kadar gereksiz olduğunu anlamamı sağladı. Hiçbirimiz burada kalıcı değiliz ama burada olduğumuz sürede inanılmaz boş işlerle uğraşıyoruz. Hepimiz ölüp gideceğiz işte, neyin kavgasını yapıyoruz?
22 Mart 2010 Pazartesi
Trabzonspor 1-0 Galatasaray
Turkcell Süper Lig'de 26.Haftanın en önemli maçında Trabzonspor Avni Aker'de Galatasaray'ı ağırladı. 2010 yılında mağlubiyeti olmayan Trabzonspor bu unvanını deplasman karnesi pek de iyi olmayan Galatasaray karşısında da sürdürdü.
Maça iyi başlayan taraf Galatasaray'dı. İlk on dakika içerisinde Jo ve Dos Santos ile çok net fırsatlar yakaladı. Ancak bu pozisyonlarda kaleci Onur başarılı kurtarışlarıyla gole izin vermedi. Daha sonra Trabzonspor oyunda dengeyi kurdu ve Burak Yılmaz'la pozisyonlara da girdi ancak o da Jo gibi bu pozisyonlardan faydalanamadı. Fakat 30.dakikada Emre Güngör en kral stoperlerin bile yapmadığı işlere kalkışınca Trabzonspor da golü buldu ve ilk yarı bu skorla tamamlandı.
İkinci yarı ilk yarıya oranla biraz daha yavan başladı. Bunu Rijkaard da farketmiş olacak ki Elano'yu çıkarıp Milan Baros'u oyuna aldı. Bana sorarsanız bu değişiklik de Galatasaray'a olumlu bir etki yapmadı. Galatasaray ikinci yarıda Trabzonspor'un savunmada az adamla yakalandığı pozisyonlarda Dos Santos'un getirdiği toplarla daha fazla etkili oldu. Fakat gecenin yıldızı kaleci Onur bu pozisyonlarda da gole izin vermedi. Trabzon kalesinde bunlar olurken rakip kalede de tehlikeli kontra ataklar sonucu gelişen pozisyonlar yaşandı ama bunların büyük bir kısmı beceriksizlikten dolayı golle sonuçlanmadı. Fakat Trabzonspor yaklaşık iki yıl sonra bir büyük maçı kazanmayı başardı.
Trabzonspor'da kaleci Onur Kıvrak, Galatasaray da ise Giovani Dos Santos bu maçta iyi oynayan isimlerdi. Yalnız Dos Santos her ne kadar takımı 1-0 geriden etkili olsa da bu pozisyonlarda Dos Santos'un geniş alanlar bulduğunu belirtmekte fayda var.
Galatasaray en kötü beraberlik alabileceği bir maçta Emre Güngör'ün gereksiz hareketlerinden dolayı mağlup oldu ve önemli bir yara aldı. Bursaspor Denizli'yi mağlup ederse puan farkı 5'e çıkacak ve Bursaspor çok ciddi bir avantaj ele geçirmiş olacak.
Son olarak Keita ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Yeteneklerine, futbolculuğuna söylenebilecek bir şey yok. Ama sanırım insanlığına, iş ahlakına, rakibe ve oyuna olan (aslında olmayan) saygısına bir dünya laf edebiliriz. Tribünden su atılıyor fakat kendisine isabet dahi etmemesine rağmen yaptığı hareketler Galatasaray'a ne denli yakışan bir futbolcu olduğunu bu akşam bir kez daha gösterdi.
18 Mart 2010 Perşembe
Şampiyonlar Ligi 1.Eleme Turu Rövanş Maçları 2/2
Şampiyonlar Ligi'nde bu hafta oynanan maçların ardından 4 çeyrek finalist daha belli oldu. Inter, CSKA Moskova, Barcelona ve Bordeaux da adlarını çeyrek finale yazdıran takımlar oldular.
Şüphesiz bu turun en dikkat çekici eşleşmesi Inter-Chelsea eşleşmesiydi. İlk maçı 2-1 kazanan Inter bu skorun avantajıyla Londra'ya gitti. Doğrusunu söylemek gerekirse 2-1 çok avantajlı bir skor değil. 1-0'lık mağlubiyet turu kaybetmenize sebep olabiliyor. Böyle olunca da Chelsea'nin turu geçebileceğini düşünüyordum. Ama Mourinho'nun da mutlaka bu işe biz çözüm üreteceğini tahmin ediyordum.
Nitekim Mourinho dersine iyi çalıştığını daha maçın başında gösterdi. Inter ilk yarım saat Chelsea'ye doğru düzgün pozisyon vermedi. İlk yarının sonlarında Chelsea'nin doğal baskısı oldu. Bu sürede öne geçecek pozisyonlar da buldular ama Lucio-Samuel-Cesar üçlüsü Chelsea'ye geçit vermedi.
Chelsea'nin baskısı ikinci yarının başında da devam etti. İlk on dakika pozisyon bulan Chelsea'ydi. Ama bal yapmayan arı misali Chelsea golü bulamadı. Bunun üzerine Ancelotti Joe Cole-Ballack değişikliğini yaptı ve bu değişiklik takımın oyununu geriye götürdü. Bu dakikadan sonra Inter Chelsea'yi kolay kolay kalesine yaklaştırmazken üstüne üstlük rakip kalede pozisyonlar bulmaya başladı. Önce Pandev sonra Milito golleri kaçırdı. Ama 79'da Eto'o kaçırmadı. Bu golle Inter çok büyük avantaj elde etti. Artık Chelsea'nin işi iyice zorlaşmıştı. Drogba 87'de kırmızı kartı görünce Chelsea maça havlu atmış oldu.
Inter'e turu getiren kesinlikle Jose Mourinho'ydu. Öncelikle dersine iyi çalıştığı çok belliydi. Artı Chelsea'yi Ancelotti'den daha iyi biliyordu. Sonuçta bu takımın iskeletini kuran kendisiydi ve onlarla haleflerinden daha çok çalışmıştı. Jose Mourinho gibi bir adama bu kadar avantaj verirseniz işleri iyice zorlaştırıyorsunuz demektir.
İtalyan futbolunu, Jose Mourinho'yu pek sevmesem de son yıllardaki İngiliz hegemonyasının kırılması adına Inter'in çeyrek finale çıkmasını istiyordum. 2 İngiliz takımı yeter. Fazla olunca iyi olmuyor.
Dün akşamın diğer mücadelesinde ise bir sürpriz yaşandı. İlk defa bir Rus takımı Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükseldi. Aslında ilk maçta da iyi oynayan taraf CSKA Moskova'ydı. Sevilla amiyane tabiriyle çok beleş bir gol atmıştı ilk maçta. Fakat buna rağmen Sevilla bu golün avantajını kendi sahasında kullanamadı. CSKA Moskova iki maçın toplamına baktığınız zaman daha iyi olan taraftı bana göre. Çeyrek finali hakettiler. Sevilla'nın da yine çeyrek finalden önce elenmesi enteresan oldu.
Bu haftanın dikkat çeken bir diğer mücadelesi Barcelona ile Stuttgart arasındaydı. İlk maçta Barcelona'ya zor anlar yaşatan Stuttgart Nou Camp'a bunu tekrarlamaya gelmişti. Fakat papaz bu kez pilav yemedi. Aslına bakarsanız kötü de başlamadılar maça ama Messi'yi durduramadılar. Messi ilk önce harika bir gol attı. Sonra Yaya Toure'ye verdiği mükemmel pasla ikinci golün mimarı oldu. 60'ta attığı golle de rakibin direncini tamamen kırdı. Krkic ise 89'da son noktayı koydu ve Barcelona çeyrek finale çıkan bir diğer takım oldu.
Bordeaux ise deplasmanda 1-0 yendiği Olympiakos'u konuk etti. 5.dakikada Gourcuff'un orta şut karışımı frikiğiyle öne geçti. Sonrasında ise futbol adına ortaya fazla bir şey koymadı. Skor dezavantajının getirdiği zorunluluktan dolayı bir şeyler yapmaya çalışan Olympiakos'tu. Ama onlar da aradıkları golleri bulamadılar.
Maçın ikinci yarısında Derbyshire Plasil'e yaptığı faul sonucu takımını 10 kişi bıraktı. Fakat 10 kişi kalan Olympiakos buna rağmen Mitroglou'yla golü buldu ve Bordeaux'yu sıkıntıya sokmayı başardı. Golden sonra Alou Diarra da Derbyshire'ınkine benzer pozisyonda kırmızı kart görerek takımını 10 kişi bıraktı ama Bordeaux 88'de Chamakh'ın attığı golle rahatladı ve O.Lyon'dan sonra çeyrek finale çıkan diğer Fransız takımı oldu.
Bordeuax takımı sezon başındaki gibi değil. O etkili futbollarını oynayamıyorlar. Sezon başındaki takım olsa Olympiakos'u çok rahat geçerlerdi. Ama duran toplardan buldukları gollerle zar zor geçtiler. Grup aşamasındaki performanslarının kaymağını yediler ancak o avantajları artık kalmadı. Gruplarda karşılaştıkları Bayern Münih dahil çeyrek finalde "baba" bir takım gelirse bu futbollarıyla yarı final oynamaları mümkün değil.
Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam eden sadece 8 takım kaldı. Bu 8 takımın 4'ü grubunu lider 4'ü ikinci bitirmişti. Daha önceki yıllarda bu kadar grup ikincisi çeyrek finalist olmamıştır herhalde. Ayrıca son yıllardaki İngiliz hakimiyetine bu sene son verildi. Tabi bunda Liverpool'un önemli katkıları oldu. Bir diğer enteresan olay da iki Fransız takımının çeyrek finalde olması. Eşleşirlerse 2005'ten beri ilk defa üç büyük ligin dışındaki takımlardan biri yarı finale çıkmış olacak. Bir de CSKA'nın çeyrek finale çıkmış olması var ki herhalde ilk defa bir çeyrek final maçının başlama saati 19.30 olacak.
Kuralar cuma günü çekilecek ve çeyrek finalle birlikte yarı final eşleşmeleri de belli olacak. Böylece takımların Madrid rotası belirginleşecek. Bakalım hangi takımların yolu Madrid'e düşecek?
17 Mart 2010 Çarşamba
Anti-Futbol
Dün akşamki Chelsea-Inter maçından sonra Inter'i ve Jose Mourinho'yu anti-futbolla suçlayanlara rastladım ve bu konu üzerine bir yazı yazma ihtiyacı hissettim. Çünkü herşeyde olduğu gibi "anti-futbol" kavramının da içini boşalttık. Tıpkı "total futbol" 4-6-0 ve bilimum futbolla alakalı kavramda olduğu gibi.
Bu anti-futbol lafı 21. yy'de ortaya çıktı. Türkiye'de bu terimi ilk kullanan insan "her şeyi bilen adam" Hıncal Uluç'tu. Ersun Yanal'ın Gençlerbirliği'ni anti futbol oynamakla itham ediyordu her fırsatta. Sebebi de rakipler hızlı hücuma çıkarken faullerle hücumları kesmeleri olarak gösteriyordu. Daha sonra bu fauller "taktik fauller" başlığında toplandı.
Bu işin küresel bazda yayılmasına neden olan takım 2004 Avrupa Şampiyonu Yunanistan oldu. 4-5-1 düzeniyle sahaya çıkan ve gerideki dört adamı asla santrayı geçmeyen Yunanistan şampiyonluğa ulaşınca "küçük" olarak tabir edilen takımlar bu anlayışı benimsediler ve böyle oynamaya başladılar. Hatta geçen sene yarı finalde Chelsea Barcelona'ya karşı bildiğin anti futbol oynamıştı. Ama şu bir gerçek ki Chelsea gibi fizik güç olarak belki de avrupanın en iyisi olan bir takım Barcelona'yı ancak öyle durdurabilirdi. Ama Iniesta son dakikada final biletini almayı başardı.
Anti futbola başvuran takımların geri dörtlüsü asla ileri çıkmazlar. Ayrıca orta sahada Mehmet Demirkol'un tabiriyle en az iki çapayla oynarlar. Kanatlarda oynayanların da ilk işi beklerine yardımcı olmaktır. Zaten geriye 3 kişi kaldı. Bunlardan biri kaleci biri santrofor diğeri de ayağı biraz iyi olan, top yapan bir adam. Şimdi akşamki maça bakacak olursak. Inter bir kere 4 tane hücum ağırlıklı oyuncuyla (Milito-Eto'o-Pandev-Sneijder) sahaya çıktı. Onun dışında da özellikle ilk yarıda Maicon'un bindirmelerini de izledik. Şimdi bu işleri yapan bir takıma nasıl anti-futbol oynuyor denir?
Bu soruya cevap vermek gerekirse şöyle denir: Biz zaman kazanmak için yere yatan, kale vuruşunu geciktiren, serbest vuruş öncesi topun yeriyle ilgili hakeme itiraz eden futbolcuları görünce o takımı anti-futbol oynamakla suçluyoruz. Bu kısmen doğru olsa da aslında bu tip davranışlar "centilmenliğe aykırı hareketler" olarak nitelendirilmelidir. Anti futbol bu davranışları içerir ama bir takım bu işleri yapıyor diye anti futbol oynuyor değildir.
Dün akşamki maçta Inter'i anti-futbol oynadı diye suçlamak; haksızlıktır, futboldan anlamamaktır, Jose Mourinho'nun başarısını çekememezliktir. Jose Mourinho'yu sevmeyebilirsiniz. Ben de sevmiyorum. Kabul etmek gerekir ki antipatik bir adam. Ama tüm bunlar benim Jose Mourinho'nun büyük bir teknik adam olduğu gerçeğini görmemi engellemiyor.
16 Mart 2010 Salı
Serie A'da Şampiyonluk Mücadelesi
Sene başında neredeyse herkesin belki de Silvio Berlusconi'nin bile açık ara favori gösterdiği Inter 8 puanlık avantajı, kadrosu ve iki maçta Milan'ı yenmiş olmasına rağmen puan farkını koruyamadı ve fark 1'e indi.
Bana sorarsanız bu tablonun sorumlusu Jose Mourinho'dan başkası değil. Avantajlarına rağmen sürekli ortamı geren, hakemlerle, rakip teknik direktörler ve yöneticilerle sürekli ağız dalaşına giren antipatik adam işleri bu noktaya getirmiştir. Sakin sakin oynayıp maçları efendi gibi kazanmak dururken böyle işlere uğraşan Jose Mourinho takımına en büyük zararı vermiştir. Dünyanın neresinde görülmüş 6-7 puan önde olan takımın kendi sahasında oynadığı maçta 9 kişi kaldığı, bu kadar çok kırmızı kart gördüğü, hocasının, futbolcularının şiddetli itirazlardan cezalar aldığı? Burda çok ciddi bir sorun var ve bu sorun Inter'in avucunun içindeki şampiyonluğun kaptırılmasına yol açabilir.
Halihazırda kaybedilmiş bir şey olmasa da psikolojik tüm faktörlerin Milan lehine ve Inter aleyhine olduğunu belirtmekte fayda var. Çünkü yarış kaybedecek hiçbir şeyi olmayan ama kazancak çok şeyi olan Milan'la kaybedecek çok şeyi olan fakat şampiyon olursa kazanacak hiçbir şeyi olmayan Inter arasında. Sene sonunda Inter şampiyon olursa kimse kalkıp "Helal olsun. Çok önemli başarı." demez. Ama şampiyon olamazsa işte o zaman birileri için çok ciddi sıkıntılar ortaya çıkar.
Peki Milan bu psikolojik faktörleri kullanıp şampiyonluğa ulaşabilir mi? Milan kadrosu çok tecrübeli, önemli başarılar elde etmiş futbolculardan oluşsa da bu futbolcuların hiçbiri eskisi gibi değiller. Ronaldinho Barcelona'dan sonra ilk kez bu kadar iyi olsa da ne o eski Ronaldinho, Ne Pirlo eski Pirlo, Ne de Seedorf eski Seedorf. Hatta Gattuso bile eskisi gibi değil. Böyle olunca da Milan adına çok ümitli olamıyorsunuz. Ama ümitsiz yaşanmaz.
Kalan maçlar ne gösterir bilmem ama Inter'in şampiyonluğu vermesinin çok acayip bir şey olacağı kesin. En iyi kadro sizde, puan olarak avantajlı durumdasınız, rakibinizi iki maçta da yenmişsiniz burdan şampiyonluğu verirseniz zoru başarmış olursunuz.
Fenerbahçe'nin Hatası
Fenerbahçe lider girdiği ikinci yarıda "fikstür avantajına" rağmen aldığı kötü sonuçlarla gerilerde kaldı ve şampiyonluk şansını mucizelere bıraktı. Peki ama Fenerbahçe nerde hata yaptı? Nerde eksiği vardı da iş bu noktaya geldi?
İşler kötü gidince medyada ister istemez çeşitli senaryolar da üretiliyor. Bunların en ünlüsü Daum ile Aykut Kocaman arasında olduğu iddia edilen anlaşmazlık. Bana sorarsanız Fenerbahçe'nin bu durumda olmasının bunla bir ilgisi olamaz. Çünkü aynı sezonda 8'de 8 gibi bir performanstan bahsediyorsak bu durumda olunmasını bu tip sebeplere bağlamak doğru değil.
Fenerbahçe'nin kadrosuna baktığınız zaman oyuncuları tek tek ele aldığımızda çok iyi oyuncular olsa da bir bütün halinde Galatasaray ve Beşiktaş'ın gerisinde. Özellikle ideal on birde oynayan oyuncuların yedekleri onlar kadar iyi değiller. Bir oyuncuya bir şey olduğu zaman yerine oynayan oyuncu onun performansının yanına yaklaşamıyor. Böyle olunca da sakat ve cezalı oyuncuların çokluğu söz konusu olunca sıkıntı yaşamak doğal. Bir de buna devre arasında giden Kazım ve Carlos'un yerine transfer yapılmamış olması eklenince Fenerbahçe'nin iyi gidebilmesi ancak çok az eksik oyuncu olması durumunda mümkün olabiliyor. Daum'un da bu tip durumlarda çözüm üretme becerisi olmadığından bugünkü durum kaçınılmaz hale geliyor.
Fenerbahçeli futbolcuların isteksiz olduklarına katılmıyorum. Şubat ayının başında ellerinden geleni yapıyorlardı. Bugün öve öve bitirilemeyen Bursaspor'u 45 dakikada perişan etmişlerdi. Ama ne olduysa da o maçtan sonra oldu zaten. Uğur Boral sakatlandı. Takım o sonuçla havaya girdi. Ama sonraki hafta elenmenin eşiğinden dönüldü. Ardından iyi oyunlara rağmen Manisa beraberliği, Bursa mağlubiyeti Fenerbahçe'yi çökertti. Böylece Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansı artık kalmadı.
Bana göre bu işin perde arkası bundan ibarettir. Bunun ardında başka şeyler aramanın bir manası yok. Yaşanan sakatlıkları, savunmada yapılan hataları görmezden gelip Daum-Aykut Kocaman gerginliğini bu işin asıl sebebi olarak göstermek abesle iştigal etmektir.
11 Mart 2010 Perşembe
Beşiktaş 2-0 İ.B.B
Beşiktaş 18. Hafta erteleme maçında İ.B.B'yi 2-0 mağlup ederek lider Galatasaray ile arasındaki puan farkını 2'ye düşürdü. Gerçi Bursaspor'un Diyarbakır maçından 3 puan alacağı düşünüldüğünde liderin 4 puan arkasında demek daha doğru olacaktır.
Beşiktaş sahaya ideal kadrosundan bir eksikle çıktı. Ernst'in yerine Mustafa Denizli Necip'e şans verdi. Onun dışında Beşiktaş'ta bir eksik yoktu. İ.B.B ise çok fazla saydıda eksikle oynamak durumundaydı. İlk yarıda Beşiktaş etkili olan taraftı. Pozisyonlar bulan istekli oynayan takım Beşiktaş'tı. İ.B.B Beşiktaş'ın bu futboluna hiçbir zaman karşılık veremedi. Beşiktaş Bobo, Holosko ve Ekrem ile pozisyonlar buldu. İlk yarının sonlarında da Beşiktaşlıların beklediği gol geldi ve Beşiktaş 1-0 öne geçti.
İkinci yarıya İ.B.B golle başlama düşüncesindeydi. Ancak bunu gerçekleştiremedikleri gibi hazırlıksız yakalandıkları bir pozisyonda ofsaytı bozdular. Holosko da bu fırsatı kullanmayı bildi ve skoru 2-0 yaptı. Bu dakikadan sonra Beşiktaş fizik olarak rakibinden çok üstün olduğu için oyunu istediği gibi kontrol etmeyi başardı ve maçı 2-0 tamamladı.
Doğrusunu söylemek gerekirse Beşiktaş'ın oynadığı futbolu beğendim. Hırslı istekli arzulu bir futbol koydular. Fizik olarak da çok iyi durumdalardı. Böyle olunca da galibiyet kendiliğinden geldi zaten.
Beşiktaş da aldığı bu galibiyetle şampiyonluk yarışına iyice dahil oldu. Eğer bu oyunlarını diğer maçlara da yansıtmayı başarabilirlerse ligi iyi bir yerde bitirmeyi başarabilirler.
Şampiyonlar Ligi 1.Eleme Turu Rövanş Maçları 1/2
Şampiyonlar Ligi'nde ilk dört çeyrek finalist bu hafta oynanan maçların sonunda belli oldu. Bayern Münih, Manchester Utd. ve O.Lyon ilk maçlarda elde ettikleri avantajları kaybetmeyerek, Arsenal ise skor olarak dezavantajlı olmasına rağmen turu geçmeyi başardılar.
Arsenal-Porto maçını konuşacak olursak Arsenal maça çok istekli başladı. Saha ve seyirci avantajını kullanarak erken bir gol bulup skor avantajını ele geçirmek istiyordu. Nitekim 10.dakikada Bendtner takımını 1-0 öne geçirerek bunu başardı. Daha sonraki dakikalarda Arsenal baskı kurmaya devam etti ve Arshavin'in şık hareketleri sonrası Bendtner 2-0'ı da buldu. 2-0'dan sonra Porto gol bulmak için hücuma ağırlık vermeye başladı. Bazı pozisyonlar da bulmalarına rağmen golü bulamadılar. Oyuna baktığınız zaman Porto gol atmayı haketmişti aslında. Fakat 60'ta Samir Nasri'ye engel olamayınca FM'de de dediği gibi "they have a mountain to climb" durumu zuhur etti. 4 dakika sonra Eboue kontrataktan farkı 4'e çıkarınca iş bitti zaten. Son dakikadaki penaltı sadece Bendtner'in ilk kez hat-trick yapmasını sağladı. Kısacası Arsenal hakederek çeyrek finalist olmayı başardı.
Fiorentina-Bayern Münih maçını görünce aklıma direkt Ovrebo geldi. Acaba bu maçı gördükten sonra kendisi ne düşünmüştür? Fiorentina resmen Ovrebo'nun kurbanı oldu. Maça baktığınız zaman ise aslında dengeli bir maç gibi gözüktü. Her iki takım da pozisyonlar buldu ama ilk yarıda pozisyonları değerlendiren Fiorentina oldu. İkinci yarıda 2-0'ı da bulmalarına rağmen Van Bommel FM'de de denildiği gibi "instant reply" yapınca Bayern maça tutunmayı başardı. Jovetic skoru 3-1 yapınca bir "instant reply" da Robben'den geldi. Başka gol olmayınca da Bayern çeyrek finale yükselen takım oldu.
Fiorentina gerçekten çok şanssız iki maç oynadı Bayern'e karşı. İlk maçta hakemin kararlarına kurban giderlerken ikinci maçta da ceza sahasının dışından yedikleri iki golle elendiler.
Manchester Utd.-Milan maçıyla ilgili olarak söylenebilecek fazla bir şey yok. Alex Ferguson gibi bir hocanın deplasmanda galip gelip kendi sahasında turu vermesini beklemek hayalcilikten başka bir şey değildi. Ayrıca bu skor gösterdi ki Milan Manchester'ın dengi değil. Bir parantez de Beckham'a açmak gerekir diye düşünüyorum. Oyuna girdikten sonra oldukça istekliydi. Belki ilk onbir başlatılması daha doğru olabilirdi. Bazen performansa göre değil de psikolojik etkenlerin gözönünde bulundurularak kadro yapılması gerekir diye düşünüyorum.
Real Madrid- O.Lyon maçını izleyemedim. Ancak daha sonra özet görüntülerine baktığım zaman Real Madrid biraz da şanssızlık yaşamış. Daha 6.dakikada öne geçmelerine rağmen 2'yi bulamayınca böyle sıkıntılar yaşanabiliyor. Higuain bomboş pozisyonda o golü atabilseydi şimdi herşey daha farklı olabilirdi.
O.Lyon'un Real Madrid'e karşı hala mağlubiyeti yok. Doğrusu bu akşam Real'in bu şanssızlığını kıracağını düşünüyordum. Aslında buna da bayağı yaklaşmışlardı. Ayrıca geçmişteki O.Lyon-Real Madrid maçlarına baktığımız zaman bu Real Madrid bu maçlardaki en kuvvetli Real Madrid iken O.Lyon ise en zayıf O.Lyon'du. Ama gelenek bozulmadı ve O.Lyon turu geçen taraf oldu. Futbol enteresan bir oyun. Higuain o golü atsa bugün Real Madrid'in 6 yıl sonra çeyrek finale ulaşmış olması konuşulacaktı. Şimdi ise Pellegrini'nin geleceği konuşuluyor.
Gelecek hafta 4 maç daha oynanacak ve diğer çeyrek finalistler de belli olacak. Jose Mourinho pek hazzettiğim bir insan değil ama çeyrek finalde bir İtalyan takımı olursa daha homojen bir dağılım olacak.
10 Mart 2010 Çarşamba
En gereksiz forma
19 Mayıs kareografilerinin esinlenildiğini düsündüğüm bu formada VİVA URUGUAY yazmasına rağmen Uruguay forması bile değil.Bolivya'nın 1930 dünya kupasında giydiği bu forma,ev sahibi ülke olan Uruguay'a bir minnet gostergesi.Maalesef bu forma bile Bolivya'nın 0 puan ve 0 golle bitirmesine engel olamıyor.
9 Mart 2010 Salı
Küfür mü Ediyorsunuz?
Bu iş aslında kabak tadı verdi ama iki çift laf etmek de gerekiyor. Hepimizin bildiği gibi Star bu sene Şampiyonlar Ligi yayınları konusunda bambaşka işler yapmaya başladı. Artık son kez bu konudan bahsedeceğim. Daha da bunla ilgili bir şey yazmayacağım çünkü ben de sıkıldım aynı şeylerden bahsetmekten.
İlk önce grup maçlarında yaptılar bu işi. Dedik ki çarşamba iki maç var o yüzden salıyı boş geçiyorlar. Gerçi daha önce aynı durumda böyle bir şey olmamış, salı akşamları efendi gibi maçları vermişlerdi. Daha sonra bu yanlışlarından döndüler. Salı bir maç çarşamba iki maç verdikleri oldu. Ardından 1. eleme turunda yine aynı şeyi yapmaya başladılar. Salıları boş geçtiler. Bunun nedenini anlamak bir haftamı buldu. Bunun nedeni Fenerbahçe ve Galatasaray'ın Avrupa Ligi maçlarıydı. Büyük ihtimalle 3 akşamı futbola ayırmak istemediler. Hadi bunu da mazur görebiliriz. Fakat bu hafta aynı şeyi mazur görmek mümkün değil. Perşembe akşamı vereceğiniz Rubin Kazan-Wolfsburg maçını bahane gösterip salı akşamı Şampiyonlar Ligi maçı vermemek insanları aptal yerine koymaktan başka bir şey değil bana göre. Bugün kime sorsanız "Rubin Kazan-Wolfsburg maçını mı izlemek istersiniz yoksa Arsenal-Porto ya da Bayern Münih-Fiorentina maçlarını mı?" diye tartışmasız Şampiyonlar Ligi maçlarını tercih edecektir. Ben ne yapayım Rubin Kazan'ı Wolfsburg'u?
Bu gayet açık ve net bir biçimde insanlarla dalga geçmekten başka bir şey değil. Kimsenin günahına girmek istemiyordum ama net olan başka bir şey daha var bu bir D-Smart pazarlama stratejisi. Ancak şunu söylemek gerekir bu kesinlikle çok kötü bir pazarlama stratejisi. Belki D-Smart'ın üye sayısı artıyordur ama bunun Şampiyonlar Ligi maçlarıyla çok alakası olamaz. Hele insanlar bu şekilde sinirlenirlerken küfrede küfrede gidip D-Smart almazlar.
Son olarak haftaya salı akşamı Chelsea-Inter maçı yerine Perşembe akşamı saçmasapan bir Avrupa Ligi maçı yayınlarsanız kulaklarınız "çok güzel" çınlayacaktır. Bunu da böyle bilesiniz.
7 Mart 2010 Pazar
Perşembe...
İki post önce Bursaspor'un şampiyonluk şansını değerlendirirken Diyarbakır deplasmanında hükmen galibiyetle 3 puan alabileceğini yazmıştım. Zaman ne yazık ki beni haklı çıkardı. Diyarbakırspor-Bursaspor maçı çıkan olaylar yüzünden tamamlanamadı.Bu tip olayların yaşanacağını tahmin etmek için allame-i cihan olmaya gerek yok. Bu tip tahminler yapmak elbette hoş değil ama ilk yarıdaki maçta yaşananlardan sonra Diyarbakır'da böyle olaylar olacağı belliydi. Peki bu olaylara önlem alınabilir miydi?
Burda sakal bıyık durumu var. Bu maç Diyarbakır'dan başka bir yere alınsa devlet Diyarbakır'da zaafiyet göstermiş olacak bu da malum şahıslara koz vermek demek olacaktı. Öte yandan maç Diyarbakır'da oynanmaya çalışılınca bu sefer de büyük çapta olaylar çıkacaktı. Burda ikinci seçenek tercih edildi. Olaylar çıktı. Yaralananlar oldu. Maç yine oynanamadı. Peki bu bir zaafiyet değil midir? Sonuçta İl Güvenlik Kurulu toplandı ve maçta yeterli güvenlik önlemlerinin alınacağını taahhüt etti. Ama maç tamamlanamadı.
Bu maçta yaşananların fitili 5 ay önce ateşlenmişti. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bu sürede bu işlerin önüne geçilebilir miydi? Bence geçilemezdi. Çünkü olayların çıkaranların futbolla ilgisi yok. Tıpkı Bursa'dakilerin ilgisi olmadığı gibi.
5 Mart 2010 Cuma
Fikstür Avantajı
Çok tehlikeli bir laf bu fikstür avantajı lafı. Son yıllarda bu avantaja sahip takımların bunu kullanabildiklerini göremedik. Geçen sene Mustafa Denizli ikinci yarı başlamadan fikstür avantajından bahsediyordu mesela. Rakiplerin İnönü'ye geleceğini söylüyor bu yönde bir saha ve seyirci avantajları olduğunu söylüyordu. Ama Beşiktaş geçen sene direkt rakibi olarak sadece Galatasaray'ı yenebildi İnönü'de. Onun dışında Sivasspor hariç ilk altıdaki takımların tamamı İnönü'ye geldiler ama Beşiktaş bu maçlardan hiç galibiyet çıkaramadı. Ama şampiyonluğa ulaşmayı başardı.
Geçen sene son haftalara doğru aynı şey Galatasaray için de söyleniyordu. En azından ligi ikinci tamamlayıp Şampiyonlar Ligi'ne katılabileceği konuşuluyordu. Ama Galatasarsay bu avantajını kullanamadı ve ligi ancak 5. bitirebildi.
Bu sene ikinci yarı başlarken Fenerbahçe için de böyle bir avantajdan bahsediliyordu. Hatta öyle ki yönetim bilet fiyatlarında düzenlemeye gitti, taraftar da bu bilinçle hareket edip stadı doldurmaya çalıştı. Ancak Fenerbahçe özellikle savunmada yaşadığı sıkıntılar yüzünden bu avantajını kullanamadı ve şampiyonluk yarışında çok dezavantajlı bir duruma düştü. Kalan maçlar içinse aynı şey Bursaspor için söyleniyor. Bakalım onlar da bu kelimenin lanetine uğrayacaklar mı?
Bana sorarsanız fikstür avantajı diye bir şey yoktur. Fikstür avantajını kullanmayı becerebilen takım vardır. Bir de bu avantajdan dolayı rehavete kapılan takım vardır. Ben nasılsa avantajlıyım deyip çaba göstermezseniz Fenerbahçe gibi olmaya mahkûmsunuz demektir.
2 Mart 2010 Salı
Evdeki Hesap
Ligin bitimine 11 hafta kala zirve mücadelesi yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Şu hafta itibariyle görünen tabloda ilerleyen haftalarda şampiyonluk mücadelesi lider Galatasaray ve ikinci Bursaspor arasında geçecek gibi gözüküyor. Aslında ligin bitimine 11 hafta olması aslında bu tip hesaplar için erken bir zamana denk geliyor. Ancak bazı şeyleri de görmek ona göre de ne yapılması gerektiğini bilmek lazım.
Galatasaray'ın kalan maçlarına baktığınız çok kolay maçlar var. En zor maçları Bursa,Fener ve Trabzon maçları. Bursa ve Fener ile içeride oynayacak. Ben Galatasaray'ın kalan 11 maçta 7 galibiyet 3 beraberlik 1 mağlubiyet alabileceğini düşünüyorum. Bu da 24 puan, sezon sonunda da 74 puan eder. Galatasaray'ın puan kaybı yapmasını beklediğim maçlar deplasman maçları tabi ki. Bu haftaki Eskişehir ve kümede kalma mücadelesi yapan Manisa ve Sivas'a konuk olacak Galatasaray. Bir de Trabzon deplasmanı var. Bunlar Galatasaray'ın puan kaybı yapması en muhtemel maçlar. Elbette Galatasaray benim tahminimden daha iyi ya da daha kötü bir performans da gösterebilir. Ama diğer takımların hesaplarını Galatasaray'ın alacağı 74 puana göre yapacağız.
Bursaspor bu sene gerçekten çok iyi bir performans ortaya koyuyor. Bugün itibariyle de 22 maçta 46 puanları var. 12 maçları kaldı ve biri 33.haftada Ankaraspor maçı. Geri kalan maçlarına baktığınız zaman (Son hafta oynanacak Beşiktaş maçını bir kenara bırakıyorum.) zor 2 maçı var Bursa'nın. Biri bu hafta oynayacakları Diyarbakır maçı. Tabi Bursa bu maçta puan kaybedebileceği gibi çıkması muhtemel olaylardan dolayı hükmen galip de gelebilir. Diğeri de Galatasaray deplasmanı. Onun dışındaki tüm maçların mutlak favorisi Bursaspor. Bu durumda Bursaspor'un Galatasaray'ın 74'ünü geçmesi muhtemel. Tabi Bursaspor bir Sivasspor olmadığı gibi bir Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş da değil. Ama bu maçların hiçbirisinde Bursaspor galibiyeti de sürpriz değil. Tabi Bursaspor'u konuşmak için erken. Zaten bu yazının asıl amacı da Bursaspor'un şampiyonluk şansını değerlendirmek değildi.
Gelelim yazının asıl amacı olan Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansına. Fenerbahçe 23 maçta 45 puan topladı. Ankaraspor maçını çıkarırsak 48 puanı olur ve 10 maçı kalır. Bu durumda toplayabileceği azami puan miktarı 78'dir. Galatasaray için yaptığımız 74 hesabında Fenerbahçe galibiyeti olduğunu düşünürsek Fenerbahçe'nin kalan maçlarının tamamını kazanması durumunda Galatasaray'ın 74'ünü bir puanla geçebiliyor. Kaldı ki Galatasaray için yaptığımız hesap Fenerbahçe için en iyimser hesap. Bu durumda Galatasaray maçı hariç yaşanabilecek bir puan kaybı Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansını tamamen bitirecek. Tabi Galatasaray maçından çıkarılabilecek bir beraberlik ya da galibiyet işin rengini değiştirir. Ancak biz buna ufak çapta bir mucize diyoruz. Ayrıca şu Fenerbahçe'ye baktığınız zaman bırakın deplasmanda Galatasaray'ı içeride bu hafta Antalya'yı yenebileceğini kim iddia edebilir? O yüzden bana göre artık Fenerbahçe'nin şampiyonluk şansı kalmadı. Ben dahil tüm Fenerbahçelilere geçmiş olsun.
Beşiktaş için de durumun Fenerbahçe'den bir farkı yok. Eksik Belediye maçını kazandığını sayalım Fenerbahçe ile aynı puanda. Fenerbahçe'nin şansı ne kadarsa Beşiktaş'ınki de o kadar.
Yazıyı klişe laflarla bitirelim. Matematiksel olarak kesinleşmediği müddetçe hiçbir şey kesin değildir. Hiçbir maç oynanmadan kazanılmaz. 3 puanlı sistemde herşey olabilir. Doğru 3 puanlı sistemde herşey olur ama bu Fenerbahçe'den cacık olmaz. Sonuç olarak ben oturdum evde bir hesap yaptım ve bu hesabın çarşıya uyma ihtimali çok fazla.
1 Mart 2010 Pazartesi
MHK Skandalı
Rahmetli Hasan Doğan ve onun devamı niteliğinde olan Mahmut Özgener federasyonlarını destekleyen biri olarak söylemek isterim ki bu Merkez Hakem Kurulu herhalde Türk futbol tarihinin en başarısız, en kötü MHK’sıdır. Bunun bu hafta oynanan İ.B.B-Fenerbahçe maçı ve Fırat Aydınus’la elbette ilgisi var. Ama mesele sadece Fenerbahçe meselesi değil. Yazının devamında bunu anlayacaksınız zaten.
Türkiye’de hakemler her zaman tartışma konusu olmuştur. Özellikle büyük takımlar maç kaybettikten sonra çoğu zaman hakemi suçlarlar. Hele bu bir derbi maçsa o tartışmalar suçlamalar bitmek bilmez. Ama hakemler hiçbir zaman geçen sezonun ilk yarısındaki kadar tartışılmamıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse iyi maç yöneten hakem neredeyse yok gibiyken bir de kart işareti yapan futbolcuya sarı kart gösterme modası çıkmıştı. Faule maruz kalmış ve kart işareti yapan herkes sarı kart görüyordu. Oysa hakemin otoritesini sarsacak şekilde bu hareketi yapanlar gerektiği şekilde cezalandırılmalıydı. Ama MHK’nın kesin talimatı yüzünden en masumane şekilde kart işareti yapanlar da sarı kart görüyordu. Futbolcu da insan robot değil. Onun da duyguları var. Adamın canı yanmış tepki vermesin mi yani? Neyse ki hakemler geçen yılın ikinci yarısında toparlandılar ve ligin sonunu iyi getirdiler.
Tabi bu kadarla sınırlı değil. Bir de yapılan atama skandalları var. Örneğin Hakan Sivriservi’nin 2007-2008 sezonunda oynanan Fenerbahçe-Kayserispor maçına atanması meselesi. Fenerbahçe Kayseri karşısında 1-0 mağlupken biri ofsayttan biri de uydurma bir penaltıyla olmak üzere maçı 2-1 kazanmıştı. Hakem bu maçta bariz bir şekilde maçın skoruna etki etti. Art niyetli değildir muhtemelen. Ama mesele niyet meselesi değil. Mesele aynı hakemin bir hafta önce oynanan İ.B.B-Beşiktaş maçında Bobo’ya tartışmalı bir kırmızı kart göstermesi ve 10 kişi kalana kadar çok iyi oynayan Beşiktaş’ın maçı kaybetmiş olması. Şimdi bir hakem kötü maç yönetiyor. Şampiyonluk mücadelesi yapan bir takımın mağlup olmasına neden oluyor. Ve siz onu ertesi hafta şampiyonluk mücadelesi yapan başka bir takımın maçına veriyorsunuz . Bu sefer de o takım maçı hakem hatalarıyla kazanıyor. Sonucunda da o hakemin kariyerini bitiriyorsunuz. Geçmişten aklıma gelen bu. Ama buna benzer yapılmış bir çok atama hatası var.
Fırat Aydınus’a gelecek olursak... Fırat Aydınus aslında benim beğendiğim bir hakemdi. Özellikle bir zamanlar Fenerbahçe-Beşiktaş derbilerinin değişmez hakemiydi. Ama bu sene gerçekten kötü maçlar çıkarıyor. Buna rağmen MHK kendisine iki tane derbi maçı verdi. İkisi de İnönü’de oynanan maçlar üstelik. İlk olarak Beşiktaş-Fenerbahçe maçını yönetti. Maç 0-0 giderken İbrahim Üzülmez’in Gökhan Gönül’e yaptığı penaltıyı vermedi. O penaltıyı verse maç çok farklı olabilirdi. Peki sonra ne oldu? Aynı MHK Fırat Aydınus’u Beşiktaş-Galatasaray maçına verdi. Bu maçta da sarı kartı varken elle oynayan Barış Özbek’i ve İbrahim Üzülmez’e dirsek atan Keita’yı oyundan atmadı. Peki MHK ne yaptı? Bu hataları yapan Fırat Aydınus’u bu hafta oynanan İ.B.B-Fenerbahçe maçına atadı.
İ.B.B-Fenerbahçe maçına baktığınız zaman Fırat Aydınus tek kelimeyle skandal bir yönetim gösterdi. Öncelikle Cristian Baroni’nin yaptığı hareket kesinlikle kırmızı kartı gerektiyordu. Şimdi bu pozisyonda hiç faul vermemiş olsa göremedi veya görmedi diyebiliriz. Ama hakem pozisyonu görüyor ve faul veriyor. O zaman kırmızı kartı da vereceksin. Ama bırakın kırmızıyı sarı bile vermiyor. Daha sonra Ekrem Güiza’yı düşürüyor. Düşürmese kaleciyle karşı karşıya kalacak. Yani bariz gol şansı var. Kırmızı kartı gerektiren bir pozisyon ama sarı kart veriyor. Daha sonra Alex’in gördüğü kırmızı kart var. Pozisyon yoruma açık bir pozisyon. Özellikle bizim ligimizde buna benzer çok harekete şahit oldum kırmızı kart gösterenine pek rastlamadım. Ben hakeme burda niye kırmızı kart gösterdin demem. Ama hakemin bir standardı olmalı. Cristian’a kart bile vermediysen ona da vermemen gerekir. Hakem hakemlik yapacak eyyam yapmayacak.
Bu ülkede Bülent Yavuz da MHK başkanlığı yaptı. Kendisini eğitim seminerlerinde tartışmalı pozisyonları anlatırken yaptığı komik hareketlerle hatırlıyoruz. Ama onun döneminde hiçbir zaman iyi maç yönetmemiş bir hakem ertesi hafta başka bir maça atanmadı. Hele şampionluk mücadelesinde olan bir takımın maçına hiç atanmadı. Böyle skandal tayinler yapılmadı. Bunlara hep özen gösterildi, dikkat edildi.
Sadece atama skandalları değil tabi. Bir de Vedat Yüksel ve Bülent Demirlek var. Bu hakemelere aylardır maç verilmiyor. Ama Süper Lig hakemleri kategorsinden de çıkarılmıyorlar. Seminerlere davet edilmiyorlar, gidiyorlar, alınmıyorlar. Açıklama yapılsın istiyorlar, açıklama yapılmıyor. Kimi Yıldırım Demirören’le Aziz Yıldırım istemiyor bu hakemleri diyor, kimi falanca maçta filanca hatayı yaptı diye maç verilmiyor diyor, kimi Haluk Ulusoy’un adamı oldukları için maç verilmiyor diyor. Herkes bir şeyler söylüyor ama MHK hariç. En azından çıkın bir şey söyleyin.
Aslında böyle hakem, MHK eleştirileri yapmak bana göre bir şey değil. Öyle ki bu yazıyı yazarken kendimi bir Serhat Ulueren, bir Ahmet Çakar gibi hissettim. Ama bu MHK’nın göreve geldiği günden beri yaptığı hatalar da çok fazla oldu. Üstelik aynı fahiş hataları tekrar tekrar yapıyorlar. Bu şekilde devam edeceklerse bu işi bıraksınlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)