BİY

29 Temmuz 2010 Perşembe

Young Boys 2-2 Fenerbahçe


Fenerbahçe 2010-2011 sezonunda oynadığı ilk resmi maç olan Şampiyonlar Ligi 3. öneleme turu ilk maçında oynadığı çok kötü futbola rağmen deplasmanda Young Boys ile 2-2 berabere kalarak tur için avantajlı skor elde etmeyi başardı.

Young Boys takımı topa sahipken başarılı top rakipteyken ise berbat bir takım. Zaten Fenerbahçe dün 3 pozisyonda 2 gol bulduysa bunun temel nedeni de budur.

Maça iyi başlayan takım Young Boys oldu. İleride pres yaparak Fenerbahçe'yi uzun oynamak zorunda bıraktılar ve orta sahada daha kalabalık oldukları için ikinci topları onlar aldılar. Cristian da çok kötü oynayınca Emre orta sahada yalnız kaldı Young Boys takımı orta sahayı çok kolay bir şekilde geçmeyi başardı. Savunmada da hayali oynayan Önder Turacı ve ona hiç yardım etmeyen başka bir hayali Kazım'ın performansları Fener'in sağ kanadını bitirdi. Yine bekine hiç yardım etmeyen Stoch ve vasatı aşamayan Andre Santos da sol kanatta Sutter ve Degen karşısında çok zor anlar yaşadılar. Zaten bir takımın savunması böyle dökülürse böyle bir oyun da ortaya çıkar bundan daha normal bir şey olamaz.

Futbolun adaleti olsa Fenerbahçe'nin fark yemesi gerekirken, Fenerbahçe ikinci yarıya 2-1 önde ama Kazım'ın atılmasından dolayı bir kişi eksik başladı. Aykut Kocaman da Gökhan Ünal'ı Kazım'ın yerine çekti en ileride oynayan adam Alex oldu. Gerçi Alex'e oynadı demek ne kadar doğru, merak konusu. Böyle olunca Fenerbahçe oyunu geride kabul etti ve Young Boys ilk yarıda bulduğu pozisyonları bulamadı. Yine çok tehlikeli geldikleri birkaç pozisyon oldu ama genelde uzaktan çektikleri şutlarla etkili olmaya çalıştılar. 87.dakikada Selçuk'un zamanlama hatasından dolayı Young Boys penaltı kazandı ve Costanzo 2-2'yi sağlayınca maç böyle tamamlandı.

Fenerbahçe'de yeni transferlerden sadece Stoch oynadı dün akşam. O da attığı gol ve ortaya koyduğu performansla isabetli bir transfer olduğunu gösterdi. Ancak bekine hiç yardımcı olmuyor. En azından rakip takımın bekini kovalamalı. Kazım ise dün akşam gördüğü kırmızı karttan dolayı bir daha o formanın yüzünü kolay kolay göremeyecektir. Dün akşam Gökhan Ünal'a eleştiri yapmak için uygun bir akşam değildi ama yine de bu takımın ilk onbir oyuncusu olamayacağı ortada.

Fenerbahçe 3 oyuncusu hariç tüm oyuncularının kötü oynadığı ve geçmişte hiç de başarılı olamadığı suni çim zeminde oynadığı maçtan 2-2 gibi bir beraberlikle ayrılarak tur için avantajlı bir skor elde etti. Fenerbahçe dün akşam berbattı ama Kadıköy'de böyle olmayacağını düşünüyorum. Eksiklerin de tamamlanmasıyla daha iyi bir Fenerbahçe seyretmeyi umuyorum.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Galatasaray 0-1 Fenerbahçe


Fenerbahçe Galatasaray'ı ismi her ne kadar adı Dostluk Kupası olsa da pek de dosthane bir şekilde geçmeyen maçta 1-0 yenerek Galatasaray galibiyetlerine bir yenisi daha eklemiş oldu.

Doğrusunu söylemek gerekirse bu maç için uzun uzun yazılar yazmaya analizler yapmaya gerek yok. Bir kere derbi olmasının dışında hiçbir önemi olmayan bir maç, sezon başı ve iki takım da ideal onbirlerinden çok farklı kadrolarla oynadılar. Ayrıca maçın büyük bölümünün 11'e 10 oynandığı düşünüldüğünde bu durum daha da anlamsızlaşıyor.

Fenerbahçe Lugano, Gökhan Gönül, Emre, Mehmet Topuz, Özer, yeni transfer Dia ve önümüzdeki günlerde alınması muhtemel golcüsünden yoksun bir kadroyla çıktı. Maçın 15.dakikasında da 10 kişi kalınca oyunun kontrolünü Galatasaray ele geçirdi ve maç Fenerbahçe için "Yarın öbür gün kritik bir maçta 10 kişi kalınırsa neler yapılabilir" in provasına dönüştü. Fenerbahçe bu provayı kısmen iyi yaptı diyebiliriz. En azından hızlı atağa çıkıp Andre Santos'la güzel bir gol buldu. Ancak her ne kadar Fenerbahçe savunması kapandığında kolay kolay hata yapmasa da özellikle ikinci yarıda Galatasaray tecrübeli futbolcuları kullanmaya başlayınca Fenerbahçe sahaya yayılma konusunda ciddi sıkıntılar yaşadı. Bu dakikalarda Galatasaray kanatları etkili kullandı ama kötü son vuruşlar ve Mehmet Batdal çıktıktan sonra santroforsuz oynamak Galatasaray'ın gol atmasını engelledi.

Fenerbahçe'de Stoch belki çok parlak bir performans ortaya koymadı ama top her ayağına geldiğinde olumlu kullandı. Kaliteli bir futbolcu olduğunu gösterdi. Onun dışında golü atan Andre Santos da başarılıydı. Gökhan Ünal ise bu maçta Fenerbahçe'nin ilk onbirinde olamayacağını gösterdi.

Galatasaray ise bu maçı Fenerbahçe kadar ciddiye almadı en başta. Çünkü Fenerbahçe çıkabileceği en iyi kadroyla çıkarken Galatasaray Sabri, Hakan Balta, Ayhan gibi oyuncuları ilk yarıda kenarda bekletti. Fakat yine de hem kadro zenginliği olarak Fenerbahçe'ye göre üstün olmaları hem de 15.dakikadan itibaren sayısal üstünlüğü ele geçirmeleri oyunun kontrolünü ellerinde tutmasını sağladı. Ancak özellikle ilk yarıda Arda dışında etkili futbolcusu olmayan Galatasaray Arda'nın çabalarıyla girdiği pozisyonlar dışında etkili olamadı. İkinci yarı da ise Galatasaray'ın gol atma isteği ağır bastı. Hakan Balta ve Sabri sürekli hücuma destek verdiler ve Fenerbahçe'yi boğdular. Ancak girdikleri pozisyonlardaki kötü son vuruş tercihleri Galatasaray'ın gol atmasını engelledi.

Galatasaray'da sahanın en iyisi Arda'ydı. O da maçtan sonra taraftarla kavga ederek işi bozmuş. Beşiktaşlıların ise kafasında saç bırakmayan Serdar Özkan da özellikle ikinci yarıda başarılıydı ama Rijkaard'ın bu sezonki planlarında nasıl bir yeri olacak göreceğiz. Kewell'ın geri dönmesi ve Pino transferi onbir şansını azaltıyor. Onun dışında Ali Turan'ı Rijkaard bu maçta Sabri'nin yedeği olarak düşündü ama Andre Santos'tan yediği çalımlar oranın oyuncusu olmadığını gösterdi. Ancak Rijkaard'ın Servet'i pek tutmadığını Gökhan Zan'ın da tutulacak bir yanı olmadığı düşünülürse stoperde Lucas Neill'ın yanında görev alması şaşırtıcı olmaz. Ufuk Ceylan ise vasatın altında kaldı. Hem yediği gol hem de savunma oyuncularıyla birkaç pozisyonda yaşadığı anlaşmazlıklar onun için iyi değil. SAvunma oyuncularıyla iletişimde sıkıntısı var.

Hakem için ne diyeceğimi bilemiyorum. Aslında biraz futbolculara da kabahat bulmak lazım. Öncelikle bu maçın bir hazırlık maçı olduğunun farkında olmaları gerekirdi. Hakemin de kartlarını biraz daha idareli kullanması lazımdı. Ayrıca ilk yarıda Selçuk'u atan hakem ikinci yarıda Bilica'ya tokat atan Arda'ya sarı kart bile göstermedi. Bu mu yani iyi hakemlik? Onun dışında yanan meşaleler ve sahaya giren taraftarlar gurbetçi vatandaşların halt etmesi. Anladık kırk yılda bir öyle bir maç oynanıyor orda ama bu durum kuralları çiğnemeyi gerektirmiyor.

Sonuç olarak Fenerbahçe'nin sahaya çıkan onbirler itibariyle daha çok ciddiye aldığı maçı 10 kişiyle kazandı. Ancak bu maç gösterdi ki Emre, Gökhan Gönül, Lugano gibi isimler Fenerbahçe için hayati öneme haiz. Galatasaray ise iyi yolda diyebiliriz. Eksiklerin de tamamlanmasıyla daha iyi olacaktır.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Issiar Dia


Fenerbahçe bu sezonki 2. yabancı transferini de gerçekleştirdi ve Nancy'de forma giyen Dia'yı renklerine bağladı. Doğrusunu söylemek gerekirse pek tanıdığımız bildiğimiz bir futbolcu değil Dia. İstatistiklerine de bakıldığında bir kanat oyuncusu olarak gol sayısı pek fazla değil. Nancy'de oynadığı 97 maçta 13 gol atmış. Yalnız bu gollerin 8 tanesini son sezonda atmış olması gelişme gösterebileceğine işaret ediyor. Bu açıdan ümitvar olunabilir. Yine de Fenerbahçe'nin önceki yıllarda yaptığı transferlerden farklı bir transfer olduğunu söylemekte fayda var. Bu yüzden beklentileri yüksek tutmak hata olur.

Bu transfer artık Fenerbahçe'nin G.Amerika pazarından çekildiğini çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Geçen sene de aslında Avrupalı oyuncular transfer edilmek istenmiş ancak sonuç alınamayınca yöneticiler soluğu yine Brezilya'da almış Andre Santos ve Cristian Baroni transferleri yapılmıştı. Fakat bu sene iki yabancı alındı biri Slovak diğeri Senegalli.

Her ne kadar kariyer olarak üst düzey bir futbolcu transfer edilmemiş olsa da Dia için hem bir kulüpte lig şampiyonluğu yaşaması açısından buna bağlı olarak da Şampiyonlar Ligi'nde oynama fırsatı olduğundan oyuncu için çok daha önemli bir transfer. Bonservis bedeli olarak 7 milyon Euro civarı konuşuluyor. Bu paraya deyip deymeyeceğini ise zaman gösterir.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Beşiktaş'ın Guti Transferi


Beşiktaş Ricardo Quaresma transferinin ardından bir başka önemli futbolcu Guti'yi transfer ederek kadrosunu zenginleştirme konusunda ciddi adımlar attı. Guti'nin futbolculuğunu konuşacak halimiz yok. Yıllardır izlediğimiz bir isim. Ancak yaşı 34'e gelmiş bir isim olduğu düşünüldüğünde Beşiktaş'a ne kadar katkı sağlayacağı tartışılır. Öte yandan Mehmet Demirkol'un sürekli dile getirdiği La Liga'dan gelen ne teknik direktörlerin ne de futbolcuların bizim ülkemizde başarılı olamamaları durumu 34 yaşındaki Guti için de geçerli olursa Beşiktaş yaptığı yatırımın karşılığını alamaz. Ama tüm bunlar tersi olur Guti kalitesini sahaya yansıtırsa o zaman Beşiktaş ligin tozunu attırır.

Beşiktaş bu sene ofansif bir oyun oynamak istiyor ve transferleri de bu doğrultuda yapıyor. Tam anlamıyla "Ya herro, ya merro." durumu var. Beşiktaş ya ligin tozunu attıracak ya da diğer takımların tozunu yutacak. Durum onu gösteriyor.

Dünya Kupası'nın Hayal Kırıklıkları - Afrika Takımları


Bu Dünya Kupası Afrika'da düzenlendiğinden G.Afrika haricindeki diğer Afrika takımları da kupayı sahiplenmişlerdi. Ancak Gana dışında tüm Afrika takımları kupada umduğunu bulamadı.

G.Afrika Mc Carthyli kadrosuyla 2002 Dünya Kupası'na katılmıştı. 2010'da ise ev sahibiydiler. Ben ev sahibi olmalarının avantajını FIFA'nın da iteklemesiyle kullanabileceklerini düşünüyordum. Ancak kadro kalitesi olarak çok aşağı seviyede bir takım olmaları gruptan çıkmalarına engel oldu ve ilk turda elenen ilk ev sahibi ülke oldular. Son Fransa galibiyeti ise onlar için teselli oldu.

Nijerya uzun yıllardır Dünya futbol sahnesinde olmayan bir ülke. Bugünkü Fildişi Sahilleri'nin yerine bir zamanlar Nijerya vardı. Amokachi, Okocha, Kanu, Uche, Babayaro, Babangida gibi oyuncuların olduğu Nijerya o günlerini arıyor. Aslında Dünya Kupası'nda şanssız olduklarını da söylemek gerekir. Arjantin maçında en azından bir gol atmayı haketmişlerdi. Yunanistan maçında ise herşey Nijerya'nın lehine gelişirken 10 kişi kalmaları maçı Yunanistan'ın kazanmasına neden oldu. Son G.Kore maçını kazansalar yine gruptan çıkacaklardı ama beraberlik grupta sonuncu olmalarına neden oldu.

Nijerya 2008 Pekin Olimpiyatları'nda final oynamıştı. Ancak o performanslarını Dünya Kupası'na yansımadı. Ancak ilerleyen yıllarda Nijerya eski günlerine dönmeye yakın.

Kamerun 1990 Dünya Kupası'nda çeyrek final oynayarak Afrika futbolunun önünü açmıştı. Şimdilerde ise Samuel Eto'o liderliğinde başarı arıyorlar ama Dünya Kupası'nda hayal kırıklığı yaratan takımlardan biri de onlar oldu. İlk maçta Japonya karşısında oldukça kötüydüler. 1-0'dan sonra beraberlik için uğraştılar ama kaybettiler. Topun bir o kalede bir diğer kalede olduğu maçta ise Danimarka'ya kaybederek Dünya Kupası'na en erken veda eden takım oldular. Son Hollanda maçı ise sadece formaliteydi.

Kamerun Afrika takımlarının klasik özellklerine sahip bir takım. Hem son vuruşlarda etksizler, hem savunmada çok hata yapıyorlar hem de oyun disiplininden çabuk kopuyorlar. Bir de buna kötü futbol eklenince başarı hayal oluyor. İlerleyen yıllar Kamerun için ne getirir hep beraber göreceğiz.

Fildişi Sahilleri her Afrika Uluslar Kupası'nın en büyük favorisi son yıllarda. Ancak hepsini Mısır kazandı o ayrı. Gerçekten kadro kalitesi olarak oldukça üst düzey bir takım ama iki Dünya Kupası'nda da düştükleri gruplar önlerini tıkadı. Hem 2006'nin hem 2010'un ölüm grubundaydılar ve işleri kolay değildi. Nitekim Brezilya ve Portekiz'i geçemediler ve bir kez daha eve erken döndüler.

Drogba 32 yaşında. 36 yaşında 2014'te olması zayıf ihtimal. Drogba kadar kaliteli bir golcüyü 4 yılda çıkarmaları pek ihtimal dahilinde değil gibi. İnsan da biraz kura şansı da olmalı.

Dünya Kupası'nın Hayal Kırıklıkları - Fransa


Fransa aslında benm için hayal kırıklığı değildi. Ama genel kanı hayal kırıklığı yarattıkları şeklinde olduğu için bu yazıyı yazıyorum. Ayrıca Fransa'da yaşananlarla ilgili bir şeyler yazmak gerekiyor.

Fransa Dünya Kupası'na "el yordamıyla" geldi. Henry'nin elle yaptığı asist zaten pek sevilmeyen Fransa'yı kupanın en antipatik takımı yaptı. Birçok insan Fransa'nın gruptan çıkamamasını istiyordu. Zaten neredeyse 4 yıldır iyi oynadığı maç olmayan ve halâ Sidney Govou gibi ahı gitmiş vahı kalmış bir adamdan medet uman bir teknik direktörle gruptan çıkmaları pek mümkün değildi nitekim çıkamadılar da.

Fransa kadro olarak aslında sıkıntısı olmayan bir takım. Sıkıntının Raymond Domenech'te olduğunu da Fransa Futbol Federasyonu hariç neredeyse herkes biliyordu. Ancak Anelka ile Domenech'in yaşadığı olay sonucunda Fransızların kibirli tavırları yüzünden Domenech mağdur durumuna düştü. Şimdi takımın önemli oyuncularının bir daha milli takıma alınmaması durumu ortaya çıktı.

Fransa oyuncu yetiştirme konusunda sıkıntı çekmeyen bir ülke. Onların en büyük sorunu Raymond Domenech'ti. O da giderken yıllardır yaptığı işe son noktayı koydu ve Fransa'yı büyük buhrana itti.

Fransızların akıllarını başlarına devşirip sorunun Raymond Domenech'te olduğunu görmesi gerekiyor. Aynı şey yeni teknik direktör Laurent Blanc için de geçerli. Bu tavırları bıraksınlar hiçbir anlamı yok.

Dünya Kupası'nın Hayal Kırıklıkları - İtalya


İtalya milli takımı son şampiyon unvanıyla geldi G.Afrika'ya. Ancak o son şampiyon kadrosundan kalan futbolcuları artık 4 yıl yaşlanmıştı ve o zamanki gibi değillerdi. O kadroda bulunup da 2010'a gelmeyenlerin yerine kadroya girenler de kalite olarak o futbolcuların yanına yaklaşabilecek isimler değillerdi. Sezonu 3 kupayla tamamlayan Inter'den hiç faydalanamayan, 2. Roma'dan ise sadece De Rossi'yi barındıran tüm bunlarla birlikte kadrosunda 7.Juventus'tan 6 futbolcu bulunduran bir takımın Dünya Kupası'nda bir şey yapamayacağı az çok belli oluyordu aslında.

Ben herşeye rağmen İtalya'nın gruptan çıkmasını en iyi ihtimalle de çeyrek final oynamasını bekliyordum. Ancak onlar bırakın gruptan çıkmayı Yeni Zelanda'nın bile gerisinde kalarak grubu sonuncu bitirip evlerine döndüler. Oynadıkları futbolla bunu zaten sonuna kadar haketmişlerdi. Sadece Slovakya maçının son 5 dakikasında canlarının derdine düştükleri için iyi oynuyor gibi oldular. Marcelo Lippi bile olsanız kadronuz yetersizse yapacak fazla bir şeyiniz kalmıyor.

İtalya milli takımının bu durumda olmasında Seria A'nın çökmesinin çok etkisi var. Milan ve Juventus yıllardır piyasada yok ve Roma kısıtlı imkanlarıyla Inter'le mücadele ediyor. Inter'in ise kadrosunda iki İtalyan var ikisi de problemli, sıkıntılı oyuncular. Hal böyle olunca iş başaltı takımlarda oynayan İtalyanlar'a kalıyor ki onlarla da anca bu kadar oluyor.

İtalyanlar futbolda yeniden kalkınmak için Euro 2016'ya ev sahipliği yapmak istiyorlardı ama ev sahipliği hakkını Fransa kazandı. Büyük turnuvalara ev sahipliği yapmanın dışında yeni bir kalkınma planına ihtiyaçları var. Aksi takdirde uzun yıllar büyük turnuvalarda başarılara hasret kalacaklar gibi gözüküyor.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Dünya Kupası'nın Hayal Kırıklıkları - Portekiz ve C.Ronaldo


Bu Dünya Kupası'nda beklentilerin altında kalan takımlardan biri de Portekiz oldu. Zaten elemelerde aldıkları sonuçlar da iyi değildi ama kadroda C.Ronaldo gibi bir futbolcu olunca beklentiler artıyor. Gerçi elemelerde zorlanmalarının sebeplerinden biri yıllardır etkili bir golcü yetiştirememiş olmaları.

Portekiz zaten turnuvanın zorlu tarafındaydı. İki büyük favori Brezilya ve İspanya'dan birini ekarte etmeleri gerekiyordu. Brezilya ile iki takıma da beraberliğin yettiği maçta berabere kaldılar ama, İsviçre Honduras'ı yenemeyince İspanya grubunu lider bitirdi ve şampiyona rakip oldular. O maçı da daha iyi takım olan İspanya kazandı ve Portekiz son 16'da turnuvaya veda etti.

Portekiz'in en önemli sorunu takım olamamaktı. Bunun da en önemli sebebi takımı bir araya getirmekle yükümlü "kaptan C.Ronaldo". Takımın kaptanı olmasına rağmen takım kimyasını bozan bir isim. Olur olmaz yerlerden sürekli şut çeken neredeyse tüm hücumlarda topu ezen, olumsuz kullanan C.Ronaldo açık ara gördüğüm en bencil futbolcu. Kendisini takımın önünde gören bir isim. Ancak böyle olması için önce takımını düşünmesini gerektiğini kendine kendine anlayamıyor. Onun takımı için oynaması sağlayan tek isim Alex Fergson'du. Zaten bu işi ancak egosu C.Ronaldo'dan daha yüksek birisi sağlayabilirdi. Bu sene Real Madrid'de Jose Mourinho'nun bunu sağlayacağından eminim. Ancak Portekiz milli takımında yine aynı bencil Ronaldo olmaya devam edecektir. Ta ki Jose Mourinho milli takımın başına geçinceye kadar.

Yazının başlığı hayal kırıklıkları ama Portekiz'de Coentrao'ya değinmeden olmaz. Sol bekte gerçekten çok başarılı bir futbol sergiledi ve takımının açık ara en iyi futbolcusuydu. Bu sene olmazsa önümüzdeki senelerde Avrupa'nın dev kulüplerinden birinde futbol hayatına devam edecektir.

13 Temmuz 2010 Salı

Dünya Kupası'nın Hayal Kırıklıkları - İngiltere ve Wayne Rooney


İngiltere bu Dünya Kupası'nda başarılı olması beklenen bir takımdı. Elemelerde çok başarılı olmuşlar tek mağlubiyetle gruptan lider çıkmışlardı. Başlarında da Fabio Capello'nun olması İngiltere'ye dair umutları artırıyordu. Ancak İngiltere'nin Dünya Kupası öncesi oynadığı hazırlık maçlarındaki performansı İngilizler'i ve İngilizler dışında İngiltere'yi destekleyenleri endişeye sevketti. Yine de Dünya Kupası'nda işlerin farklı olacağını düşünenler vardı. Ancak ilk maçla birlikte işlerin kötü gideceği belli olmuştu. Cezayir'le oynanan 2.maç İngilizler'in bir şey yapamayacağının belli olduğu maç oldu. Nitekim grubu 2. sırada tamamladılar ve Son 16'da Almanya ile karşılaştılar. Almanya mağlubiyeti Dünya Kupaları'nda aldıkları en ağır yenilgi oldu.

Wayne Rooney ise Manchester United'da mükemmel bir sezon geçirirken şanssız bir sakatlık yaşadı. Belki sakatlanmasaydı hem ligi hem Şampiyonlar Ligi'ni Manchester Utd. kazanabilirdi. Ancak Rooney'nin sakatlığından sonra Manchester Utd. ciddi bir düşüş içerisine girdi. Rooney de sakatlıktan çıktıktan sonra sakatlanmadan önceki formunu yakalayamadı ve milli takımdaki performansı tam bir hayal kırıklığıydı. Alan Shearer "Rooney'nin performansı belirleyici olur." demişti haklı çıktı.

İngiltere bu kupada çok başarısız oldu. Ancak İngiltere'yi daha karanlık bir gelecek bekliyor. Öncelikle İngiltere bu turnuvanın en yaşlı takımıydı. Bu da demek oluyor ki kaliteli olarak kabul edilen bu kadro en fazla 2012'yi çıkartırsa çıkartır. 2014'te kimse kalmaz. Gerrard, Lampard, Terry, Ferdinand, Ashley Cole gibi oyuncular büyük ihtimalle son Dünya Kupaları'nı oynadılar. Daha da kötüsü bu oyuncuların yerine gelecek olanlar onlar kadar iyi değil gibi gözüküyor. İngiltere'nin aklını başına devşirip 2018'de almayı planladıkları Dünya Kupası'na iyi hazırlanmaları gerekiyor. Bunun da yolu Premier Ligi bir nebze de olsa yerelleştirmekten geçiyor.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

2010 Dünya Kupası'ndan Geriye Kalanlar


1-Vuvuzela: Bu can sıkıcı aletin geçen sene Konfederasyonlar Kupası'nda nasıl sıkıntı yaratacağı belli olmuştu. G.Afrika ile Meksika arasında oynanan açılış maçı adeta bir işkence gibiydi. Ancak Afrika takımlarının olmadığı maçlarda vuvuzela etkisi daha azdı. Grup maçlarından sonra ise etkisi iyice azaldı. Ancak yine de bu Dünya Kupası'na has bir şey olarak kalması en büyük dileğimizdir.

2- Takım olma olgusu: 2004'te Yunanistan anti-futbolla Avrupa şampiyonu olduğunda küçük takımlar için büyük turnuvalar kazanmanın yolu açılmıştı. Yunanistan'ın oynadığı savunma futbolu 2006'ya da sirayet etmiş İtalya, Fransa, Portekiz gibi iyi savunma yapan takımlar o kupada başarılı olmuşlardı. Fakat Fransa ve İtalya'nın çöküşü ile birlikte sistemini oturtmuş takım olarak iyi oynayan İspanya'nın yükselişi ve 2008'de Avrupa şampiyonu olması futbolu kurtardı. 2010'da da İspanya Dünya Kupası'nı kazanırken Hollanda ve Almanya gibi takımlar da iyi takım olduklarını göstererek başarılı bir turnuva geçirdiler. Takım olmayı beceremeyen Fransa, İtalya, İngiltere ve Portekiz gibi takımlar çeyrek finale bile gelemezlerken, Arjantin ve Brezilya gibi işi yetenekli oyuncularının performanslarına bağlı takımlar da çeyrek finalde kupaya veda ettiler.

3- İspanyol ekolü: 2010 Dünya Kupası artık futbolda bir İspanyol ekolünün oluşmasını sağlamıştır. Barcelona'nın alt yapısından çıkan ve Barcelona'nın omurgasını oluşturan futbolcuların yanına diğer takımlardan gelen oyuncuları serpiştirilmesi sonucu Barcelona'nınkine çok benzer bir futbol anlayışını ortaya koyuyorlar. İspanyolların alt yaş milli takımlarının elde ettiği başarılar düşünüldüğünde artık İspanya da büyük turnuvaların önemli bir takımı olacaktır.

4- Uruguay-Gana çeyrek final maçı: Çeyrek finallere gelindiğinde bu maç diğer maçların yanında sönük kalıyordu. Ancak Bu maçın 120. dakikasında yaşanan olay Dünya Kupaları tarihinin önemli olaylarından biri oldu. Luis Suarez'in kaleye giden topu elle çıkarması ve kırmızı kartla oyun dışı kalmasının ardından Gyan'ın penaltıyı kaçırması ve seri penaltılarda Uruguay'ın yarı finale çıkması unutulmazdı.

5- Lampard'ın verilmeyen golü: Almanya'nın İngiltere'yi perişan ettiği maçta Lampard'ın şutunda top çizgiyi geçmiş olmasına rağmen golünün verilmemesi ve 1966 finalinden sonra yine bir Dünya Kupası'nda bir Almanya-İngiltere maçında benzer bir olayın yaşanması unutulmaz olaylardan biri oldu.

6- Almanya milli takımı ve Thomas Müller: Almanya milli takımı Ballack'ın sakatlanmasının ardından Dünya Kupası'nda başarılı olması beklenmeyen bir takımdı. Ancak Almanya bütün otoriteleri şaşırtarak yarı finale kadar geldi ve İspanya maçına kadar şampiyonluğu en çok hakeden takım görüntüsündeydi. Ancak İspanya karşısında çaresiz kaldılar ve 2006'dan sonra 2010'da da üçüncü oldular. Thomas Müller ise Dünya Kupası'nda artık genç yıldız çıkmıyor diye yakınanlara performansıyla çok güzel cevap verdi ve hem turnuvanın en iyi genç oyuncusu ödülünü hem de asist farkıyla altın ayakkabıyı kazandı. Eğer bugün Almanya gelecek turnuvalar için çok şey vaadediyorsa Thomas Müller bunda çok büyük etkendir.

7- Hakem hataları: Hakem hataları aslında her Dünya Kupası'nın vazgeçilmez bir unsurudur. 1966'da topun tamamının çizgiyi geçmediği pozisyonda gol kararı çıkmasından tutun da "Tanrı'nın Eli" ne, 1990 finalinde Almanya'ya verilen penaltıdan tutun da 2002'de Brezilya ile yaptığımız ilk maçtaki skandal hakeme ve G.Kore maçlarında verilen kararlara kadar Dünya Kupaları hep hakem hatalarıyla anılan turnuvalar olmuşlardır. Keza 2006'da da hakemlerin performansı kötüydü. 2010'da da 1-2 hakem dışında hakemler iyi değillerdi. Özellikle Lampard'ın golü ve Tevez'in Meksika'ya attığı ilk gol çok tartışıldı. Yine Howard Webb'in final performansı pek iyi değildi.

8- Kahin Ahtapot Paul: Ahtapot Paul kendisine tahmin yaptırılan tüm maçları doğru tahmin ederek bu turnuvanın unutulmazlarından biri olmayı başardı. Bu Dünya Kupası'nın güzel taraflarından biri oldu. O da güzel bir anı olarak hafızalarda kalacaktır.

9- Jabulani: Dün bu mereti unuttum şimdi aklıma geldi. Bu Dünya Kupası'nın resmi maç topu da çok konuşuldu. Bir FIFA yöneticisi (ki kendisinin hayatında kaç kez topa dokunduğunu bile bilmiyorum.) Jabulani'yi savunurken futbolcular ve teknik direktörler topa ağır eleştiriler getirdi. 145 golün atıldığı Dünya Kupası'nda bazı gollerin Jabulani'nin azizliğinden kaynaklandığı görüldü. En son NASA topun saatte 70 km. hızı geçtikten sonra sapıttığını açıkladı. 2006'da da kaleciler Teamgeist'tan memnun değillerdi ama hiçbir top bu kadar konuşulmamıştı.

2010'dan akılda kalanlar bunlar oldu. Şüphesiz İspanyollar'ın unutamayacağı, Almanların ilerisi için umutlandığı, Uruguaylılar'ın gururlandığı, Ganalılar'ın dövündüğü bir turnuva oldu ve her güzel şey gibi bitti. Şimdi 4 yıl kim bekleyecek?

Şampiyon İspanya


2010 Güney Afrika Dünya Kupası'nda son Avrupa şampiyonu İspanya mutlu sona ulaştı ve ilk kez Dünya Kupası'nın sahibi oldu. Hollanda ise çıktığı 3. finalden de kupasız döndü.

Maç öncesi İspanya'nın rahat bir galibiyet alacağı konuşuluyordu. İlk 15 dakika beklentiler doğrultusunda oynansa da 70.dakikaya kadar Hollanda İspanya'yı zaman zaman sertliğe de başvurarak iyi durdurdu ve dengeyi sağladı. İspanya'yı kendi seviyesine çekti. Tabi Hollanda'nın sertliği ve hakemin sarı kartları çıkarmaya başlaması maçta kırmızı kart çıkacağına delaletti. Aslında bu maç final maçı olmasa de Jong'un Xabi Alonso'ya yaptığı hareket çok rahat bir şekilde kırmızı kart olurdu. Umut Sarıkaya deyimiyle resmen kalbine tekme attı.

İkinci yarıya İspanya daha istekli başladı. Ancak bu istek sonuç vermeyince Del Bosque Pedro-Navas değişikliğine gitti ve Navas oyuna hareketlilik getirdi. Ancak bu hareketlilik de fayda etmedi ve Robben çok net iki pozisyondan faydalanamadı. Hollanda o pozisyonları atıp skor üstünlüğünü ele geçiremeyince rakibinin oyununu bozmaya yönelik oyunundan dolayı fizik olarak geriledi. Ayrıca Dirk Kuyt gibi maçın her dakikasında ayakta kalabilen bir oyuncunun oyundan alınması bana göre çok yanlıştı. 87.dakikada Del Bosque Alonso-Fabregas değişikliğini yaptı ve bu değişikliğin meyvesini İspanya uzatmalarda aldı.

Uzatmalarda Hollanda oyundan iyice düşerken İspanya her atağında tehlikeli gelmeye başladı. Özellikle Fabregas ve Navas etkili olurken Iniesta da bu oyunculara eşlik etmeye başladı. Gol olacaksa bu golün İspanya'dan geleceği belliydi. 109'da Heitinga ikinci sarı karttan atılınca Hollanda'nın tek şansı artık penaltı vuruşları olabilirdi. Ancak maçın adamı Iniesta 116'da attığı golle ülkesini şampiyonluğa taşıdı.

Eğer bu akşam maç 70 dakika oynansaydı Hollanda maçı hakeden takım olabilirdi. Belki aşırı sert oynadılar ama İspanya'nın pas trafiğini de iyi kestiler. Ancak hem fizik olarak oyundan düştüler hem de yedek kulübesi daha zengin olan İspanya değişikliklerle maçı kendisine çevirmeyi bildi. Bugün Hollanda'da sadece kenardan van der Vaart fark yaratabilecek oyuncuyken, İspanya'da Navas, Fabregas, Torres, Silva, Mata gibi oyuncular var. Zaten Navas ve Fabregas'ın bu maçta oynadığı oyun ortada.

Nasıl diğer kulüp takımlarıyla Barcelona'yı ayrı bir yere koyuyorsak milli takımlar arasında da İspanya'nın ayrı bir yeri var. Omurgası Barcelona üzerine kurulu olduğu için kulüp takımı gibi oynuyorlar. Bu çok büyük bir avantaj. Bu Dünya Kupası'nı da hakederek kazandılar diyebiliriz. Hollanda ise finale kadar çok başarılı bir şekilde geldi. Ama önceki turnuvalardaki elenmelerinden farklı olarak bu sefer kendilerinden daha iyi bir takıma yenildiler. Finalde fizik olarak oyundan düştüler ve uzatmalarda İspanya'ya karşılık veremediler. Bu da kupayı kaybetmelerine neden oldu.

2010 Dünya Kupası'nı İspanya kazandı ve tarihinde ilk kez bu bşarıya ulaştı. Kupa 4 sene sonra ise Brezilya'da. Tribün atmosferi açısından 2014 çok güzel bir kupa olacaktır. En azından vuvuzela olmayacak.

11 Temmuz 2010 Pazar

İstatistikler


Bu akşamki final maçının bazı ilginç istatistikleri var.

Bu akşam daha önce bu kupayı kazanamamış iki takım karşılaşacaklar ve bir tanesi adını Dünya Kupası şampiyonu olan takımlar arasına yazdıracak ve formasına bir yıldız alma hakkı kazancak. En son daha önce kupayı kazanamamış iki takım karşı karşıya geldiğinde sene 1978'di ve finaldeki takımlardan biri yine Hollanda'ydı. Arjantin ise kendi evinde düzenlenen turnuvada ilk kupasını kazanmıştı.

Bu akşam finali İngiliz hakem Howard Webb yönetecek. Daha önce İngiliz bir hakemin yönettiği final maçı 1974 finaliymiş ve ne tesadüf ki Hollanda yine finalde ev sahibi Batı Almanya'ya mağlup olmuştu.

Dünya Kupaları'nda en çok final oynayan takımlar 7'şer kezle Almanya ve Brezilya. Ancak bu iki takım 2002 finalinde ilk kez karşılaştıklarından beri finale çıkamıyorlar. 2006'da Brezilya yine çeyrek finalde elenirken Almanya 3. olmuştu. Bu kupada da aynısı oldu. 2002'den geriye giderken Almanya ve Brezilya'nın finalde olmadığı ilk kupa 1978 Dünya Kupası. O finali Hollanda ve Arjantin'in oynadığını yazmıştık.

2006'da Fransa çeyrek finalde Brezilya'yı eleyip finalde kaybetmişti. İtalya ise yarı finalde Almanya'yı geçip kupayı kazanmıştı. Yine Hollanda çeyrek finalde Brezilya'yı eleyip finale gelirken İspanya yarı finalde Almanya'yı geçti ve Almanya yine 3. oldu. Tarih tekerrür ederse İspanya şampiyon olur.

1990 Dünya Kupası'nı forma sponsoru Adidas olan Almanya kazanırken, 94'ü Nike giyen Brezilya, 98'i Adidas giyen Fransa 2002'yi yine Nike giyen Brezilya kazandı. 2006'da ise araya Puma giyen İtalya girdi. Sanki sıra Adidas giyen bir takıma gelmiş gibi gözüküyor. O da İspanya'yı işaret ediyor.

Markalardan bahsetmişken turnuva öncesinde "Geleceği sen yaz." temalı raklam filmi çok beğenilen Nike'ın reklamında Kobe Bryant hariç kim oynadıysa işleri ters gitti. Roger Federer bile Wimbledon'da yarı finali göremedi. Eğer bu reklamın uğursuzluğu devam ederse Hollanda'nın işi zor.

Hollanda bu akşam maçı 90 dakikada kazanmayı başarırsa Brezilya'dan sonra Dünya Kupası'nda oynadığı tüm maçları kazanıp şampiyon olan 2. takım olacak. Ayrıca Hollanda elemelerdeki tüm maçlarını da kazanmış bir takım. Yalnız geleneksel şanssızlıkları devreye girerse bu işi buraya kadar getirip son maçı kaybetmişler olurlar ki konuştuğumuz takım Hollanda olduğu için bu hiç şaşırtıcı olmaz.

İspanya bu akşam galip gelen taraf olursa ilk maçını kaybedip kupayı kazanan ilk takım olacak. Daha önce Arjantin 1990'da ilk maçını kaybedip finale gelmiş ancak Almanya'ya mağlup olmuşlardı.

Bu akşam bir Avrupa takımı ilk kez kendi kıtası dışında kupaya uzanacak. Daha önce Brezilya 1958'de İsveç'te 2002'de ise G.Kore ve Japonya'nın ortaklaşa düzenlediği kupada bu başarıya ulaşmıştı.

Bugüne kadar düzenlenen 18 Dünya Kupası'nda G.Amerika takımları ve Avrupa takımları 9'ar kez şampiyon oldular. Bu akşam kupayı bir Avrupa takımı kazanacağından Avrupalılar durumu 10-9 yapacak.

Brezilya kendi ev sahibi olduğu turnuvayı kazanamayıp şampiyonlukları olan tek takım. Eğer bu akşam İspanya şampiyon olursa o da aynı unvana sahip olacak. 1982'de İspanya'da organize edilen kupayı İtalya kazanmıştı. Hollanda için de benzer bir durum geçerli aslında ama onlar zaten Dünya Kupası'na hiç ev sahipliği yapmadılar.

Son olarak "kahin ahtapot Paul" final için İspanya'yı tercih etti. Bakalım kendisi haklı çıkacak mı? Yalnız finallerdeki performansında biraz sıkıntı var gibi. Euro 2008 finalinde Almanya'yı seçmiş ancak kupayı İspanya kazanmıştı.

Büyük Gün Bugün


Futbolda Dünya'nın en büyüğü bu akşam belli olacak. Hollanda ve İspanya tarihlerinde ilk kez Dünya Kupası şampiyonu olmak için sahaya çıkacaklar.

Maç öncesi gerek bahis şirketleri gerekse de futbol kamuoyu İspanya'yı kupaya daha yakın görüyor. Ancak şöyle bir durum var. İspanya da olsanız Dünya'nın en büyük maçına çıkıyorsunuz. İşler o kadar kolay olmaz. Ama yine de İspanya biraz daha şanslı gibi.

İspanya tıpkı diğer maçlarda olduğu gibi bu maçta da topa daha çok sahip olan taraf olacaktır. Bu kaçınılmaz bir şey. Birçok insan Hollanda'nın Almanya kadar başarılı savunma yapamayacağından İspanya'nın işinin Almanya maçından daha kolay olacağını düşünüyor. Aslına bakarsanız Hollanda'nın savunmacılarıyla Almanya'nın savunmacılarını teker teker ele alırsanız birbirlerine denk olduğunu görürsünüz. Ancak savunma artık takım halinde yapıldığından Hollanda zaafiyet gösterecekmiş gibi görüntü var.

İspanya topa daha çok sahip olan taraf olduğundan Hollanda orta sahada kazanacağı toplarla etkili olmaya çalışacaktır. Bu konuda Almanya'dan daha şanslılar. Çünkü ellerinde bu tip topları çok etkili kullanabilecek Robben, Sneijder ve Kuyt gibi oyuncular var. Ayrıca van Bommel ve de Jong orta sahada iyi pres yapan oyuncular.

Her ne kadar Dirk Kuyt "Almanya kadar korkak olmayacağız." dese de ister istemez kendi yarı alanlarına çekilmek durumunda kalacaklardır. Ayrıca Almanya'nın korkak oynadığını düşünmediğimi belirtmeliyim. İspanya Almanya'yı buna mecbur etti. Hollanda da buna mecbur kalacaktır.

Bu Dünya Kupası'nda maçları hep hakeden takımlar kazandı. Bu maç da 90 dakikada tamamlanacaksa galip gelen taraf İspanya olmalıdır. Eğer maç uzar ya da penaltılara giderse o noktadan sonra her türlü ihtimal eşittir.

Desteklediğim üç takımdan iki tanesi finale geldiği için finali tarafsız bir gözle izleyeceğim. İyi oynayan kazansın.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

3.lük Maçı


Dünya Kupası 3.lük maçında Almanya ile Uruguay karşılaşacaklar. Almanya 2006'dan sonra 2010'da da 3.lük maçı oynamak zorunda kaldı. Uruguay ise 1970'te Almanya'ya yine bir 3.lük maçında kaybetmiş. Bu açıdan enteresan bir maç.

3.lük maçları angarya gibi gözükse de aslında insanların Dünya Kupası'nda güzel futbol oynanmadığından yakındığı bir ortamda Dünya Kupası'nda aslında pek bir hedefi kalmamış iki takımın savunma güvenliği arka plana attığı ve hücum futbolunu ön planda tuttuğu maçlar olmuştur. Zaten bugüne kadar oynanan 17 3.lük maçının sadece ikisi 1-0 bitmiş geri kalanında ise 3 veya daha fazla gol atılmış. Bu açıdan bakıldığından bu akşamki maç futbol açısından çok şey vaadediyor.

Ayrıca 3.lük maçının gol krallığı açısından da önemi var. Bugüne kadar sadece 1986'da İngiltere son 4'e kalamayıp gol kralı çıkarmış o turnuvada Gary Lineker 6 golle gol krallığını tek başına kazanmıştı. Onun dışında gol kralı çıkaran takımlar ya finali ya da 3.lük maçını oynayan takımlar olmuşlar. Bu açıdan bakıldığında bu akşam Klose ve Müller gol krallığı konusunda şanslılar. Ayrıca Klose bu akşam 2 gol atarsa Dünya Kupaları tarihinin en çok gol atan futbolcusu olacak ki bence bu hiç uzak bir ihtimal değil.

3.lük maçıyla ilgili uzun uzadıa analizler yapmak doğru değil. Bu maç hoşça vakit geçirmek için güzel bir maç olur.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Almanya 0-1 İspanya


Dünya Kupası'nın en iyi 2 takımı dün akşam yarı finalde karşı karşıya geldiler ve İspanya Almanya'ya Euro 2008'in rövanşını vermeyerek ilk kez Dünya Kupası'nda final oynama hakkı kazandı.

Dün akşam Almanya favori olan taraf olarak gösteriliyordu. Bunun nedeni ise hem Almanya'nın 2 senede aldığı yol hem de İspanya'nın 2008'deki kadar iyi olmamasıydı. Bunlar Almanya'nın şansını artırıyordu. Ancak işlerin öyle olmadığı maç başlar başlamaz görüldü. Turnuvanın başından beri çok formsuz olan Torres'in yerine ileri uçta David Villa'yı onun arkasında da Pedro Rodriguez'i görevlendiren Del Bosque maçın 11'e 11 oynanmasını sağladı ve İspanya bu turnuvadaki en iyi futbolunu Almanlara karşı oynadı.

Almanya'nın maçta kendi oyununu oynamaya çalıştığı dakikalar olsa İspanyolların orta sahadaki müthiş pas trafiği Almanların kendi yarı sahalarında beklemelerine sebep oldu. Orta sahada zaman zaman kazandıkları topların çoğunu ise olumlu kullanamadılar ki bunda bana göre Müller'in olmamasının çok etkisi vardı.

Dün akşam İspanya daha iyi olan tarafı ve maçı hakederek kazandı. Ancak İspanya'nın kaçırdığı her golden sonra aklıma sürekli Gary Lineker'in geldiğini söylemeliyim. "Yine Lineker mi haklı çıkacak?" derken "kahin ahtapot Paul" bir kez daha iddaacıları yanıltmadı ve bu turnuvanın genelinde olduğu gibi hakeden takım maçı kazandı.

Almanya turnuva başında desteklediğim takımlardan biri değildi. Ballack'ın sakatlanmasından sonra ise hiç şans tanımıyordum ama İspanya maçına kadar turnuvanın en güzel futbolunu oynadılar. Belki Arjantin ve İngiltere'nin zaaflarından iyi faydalanmaları 4 gollü galibiyetlerin en önemli sebebiydi ama kesinlikle buraya kadar hakederek geldiler. Belki de bu iki takım finali oynamalıydı ama turnuvanın tablosu iki takımı yarı finalde karşılaştırdı. Belki bu turnuvada finale ulaşamadılar ama bu genç Alman takımının önünün çok açık olduğunu söylemek gerekir. Dün akşam Alman futbolcuların maç sonundaki halini gördükten sonra bundan sonraki Dünya Kupaları'nda desteklediğim takımlar listesine Almanya'yı almaya karar verdim. Çünkü her türlü başarıyı hakediyorlar.

Bu Dünya Kupası benim adıma çok güzel geçti. Her büyük turnuvada olduğu gibi desteklediğim takımların başında Hollanda vardı. Daha sonra Messi ve Maradona'dan dolayı Arjantin'i tutuyordum. 3. olarak desteklediğim takım ise yine geleneksel olarak büyük turnuvalarda her zaman tuttuğum takımlardan biri olan İspanya'ydı ve desteklediğim üç takımdan ikisi finalde karşılaşacaklar. Daha ne isterim ki! Allah bereket versin.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Turuncu Devrime Doğru


Hollanda 2010 Dünya Kupası yarı finalinde Uruguay'ı 3-2 mağlup ederek 32 yıl sonra Dünya Kupası'nda final oynama hakkı kazandı.

Hollanda bu Dünya Kupası'nda diğer turnuvalardan farklı olarak daha kontrollü bir oyunu tercih ediyor. Bugüne kadar sütten ağızları birçok kez yandığı için yoğurdu üfleyerek yemek işlerine geliyor. Uruguay ise A ve C gruplarında alınan sürpriz sonuçların ardından yarı final yolu açıldığından dolayı bu noktalara geldi demek yanlış olmaz. Ancak bu maça kadar iki gol yemiş olmaları ne kadar iyi savunma yaptıklarını gösteriyor. Bu maçta 3 gol yedikleri düşünülürse savunmadaki eksiklerin sıkıntısını çektiler bence.

Maça Uruguay tutuk, Hollanda temkinli başladı. İlk 10 dakikada Uruguay'ın tutukluğundan dolayı Hollanda 1-2 cılız pozisyon üretti ama hepsi o kadar. 18.dakikada van Bronckhorst'un muhteşem golü Hollanda'yı 1-0 öne geçirince Hollanda oyunu rölantide oynamaya başladı ama bu işi fazlasıyla abarttı. Uruguay ise geriye düştükten sonra saldırmaya başladı ancak golü Forlan'ın ceza sahası dışından attığı bir şutla buldular ve ilk yarı berabere sonuçlandı.

İkinci yarıya Hollanda De Zeeuw-van der Vaart değişikliğiyle başladı. Ancak Uruguay daha tehlikeli hücumlar geliştiren taraftı. Hollanda ölü toprağını ancak 70'te üzerinden atabildi Sneijder takımını tekrar öne geçiren futbolcu oldu. 73'te Kuyt'ın ortasına Robben kafayı iyi vurdu ve skor 3-1 olunca artık her şey bitti denildi. Öyle ki Tabarez Forlan'ı oyundan alırken van Marwijk de Robben'i çıkardı. Ancak 90+2'de Uruguay farkı 1'e indirince 90 dakika çok ağır tempoda giden maç son 3 dakika inanılmaz heyecanlı geçti. Eğer maç 3-3'e gelse Uruguay Forlansız Hollanda ise Robbensiz uzatmaları oynamak zorunda kalacaktı.

Bu maç aslında Dünya Kupası açısından çok kritik bir maçtı. Hollanda'nın İspanya ve Almanya ile oynayacağı 3.lük maçı yerine bu takımlardan biriyle oynayacağı final maçı şüphesiz çok daha iyi olacaktır.

Hollanda az ama öz oynayarak finale geldi. Ancak kabul etmek gerekir ki final maçında bir adım önde olacak olan taraf Almanya-İspanya maçının galibi olur. Gönül Hollanda ya da İspanya'nın kupayı kazanmasından yana ama şampiyonluğu hakeden takım açık ara Almanya.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Maradona, Zidane, Messi


Arjantin'in Dünya Kupası'na çeyrek finalde hezimete uğrayarak veda etmesi sonucu birçok futbol otoritesi ya da kendini otorite sanan birçok aklıevvel Arjantin'in oyun planının tamamen ileride oynayan oyuncuların bireysel yeteneklerine dayalı olmasından dolayı kupaya veda ettiği tezini savunuyorlar. Buraya kadar herşey tamam da futbol artık takım halinde oynandığından bir futbolcunun (ki burada kastedilen Lionel Messi.) takımı tek başına sırtlayıp Dünya Kupası kazandıramayacağı söylenyor ki işte ben buna karşı çıkıyorum.

Buna karşı çıkmamın nedeni ise 4 sene önce final oynayan Fransa'dır. Hatırlayın o turnuvaya Fransa berbat bir şekilde başlamış ilk 2 maçında İsviçre ve Güney Kore'yle berabere kalmıştı. Ancak son maçında Togo'yu yenmeyi başarabilmiş ve gruptan çıkmıştı. Gruptan çıktıktan sonra ise Zinedine Zidane sazı eline almış zaman zaman Ribery'nin de katkılarıyla takımını adeta tek başına finale çıkarmıştı. Finalde ise İtalya'ya penaltılar sonucu kaybetmişlerdi ki belki Zidane Materazzi'ye kafa atmasa penaltılarda kazanan Fransa olacaktı.

Gelelim Messi'nin sürekli mukayese edildiği Diego Armando Maradona'nın Dünya Kupası'nda oynadığı maçlara. 1986 Dünya Kupası'nda Arjantin turnuvada oynadığı maçlarda kalesinde toplam 5 gol görmüş ve 2 gol yediği tek maç finaldeki Almanya maçı. Yani iyi kötü bir savunma yapmışlar. 1990'da ise gruptan zar zor çıkmalarına rağmen ikinci turda Brezilya'yı 1-0 çeyrek finalde Yugoslavya'yı yarı finalde ise İtalya'yı penaltılarla geçmişler finalde ise Almanya'ya son dakikalarda yedikleri penaltı golüyle kupayı kaybetmişlerdi. Toplamda yedikleri gol sayısı ise 4. Yani 2010'da tek maçta yedikleri kadar.

Görüldüğü gibi Maradona takımını tek başına götürürken Arjantin savunması kevgire dönmemiş görevini yapmış. Keza 2006'da Fransa final oynadığında turnuva boyunca yedikleri gol sayısı 3. 2010'daki Arjantin ise turnuva başladığından beri savunmasında SOS veren bir takımken Messi'den Maradona'nın, Zidane'ın yaptığını beklemek ya da "Bir futbolcu takımını tek başına şampiyon yapamaz." demek bana göre Messi'ye yapılmış bir haksızlıktır. Çünkü ne 1986 ve 1990'daki Arjantin'i Maradona sırtlarken ne de 1998 ve 2006'daki Fransa'yı Zidane sırtlarken takımları 2010'daki Arjantin kadar kötü savunma yapmıyordu. Ayrıca gol atamamış olsa bile Messi'nin oynadığı futbol kötü değildi. Zaman zaman kendisinden daha iyi olduğu iddia edilen C.Ronaldo'nun yerine Portekiz'de Messi olsaydı Portekiz daha etkili bir futbol oynardı. Hiçbir şey olmasa abuk subuk yerlerden şut çeken bir adam yerine takımına daha çok katkı sağlayan biri sahada olurdu.

Sonuç olarak elinizde Messi gibi yetenekli bir futbolcu varsa savunma güvenliğini sağlama alarak Messi'nin işini kolaylaştırabilir ve hücumda Messi'nin yapacaklarıyla galibiyetler alabilirsiniz. Ama siz bir maçta 4 gol yiyip Messi'den 3 gol 2 asist gibi bir performans bekliyorsanız Messi'nin şaka yollu değil cidden uzaylı olması gerekir.

4 Temmuz 2010 Pazar

Görünen Köy Kılavuz İstemez


Dün sonucu merakla beklenen Arjantin-Almanya maçı oynandı ve Almanya tıpkı İngiltere karşısında olduğu gibi Arjantin karşısında da tarihi bir skor elde ederek adını yarı finale yazdırdı.

Maç öncesinde iki takımın şansları eşitmiş gibi gözükse de aslında Almanya takım olarak daha iyi durumda olduğunda Arjantin'e göre bir adım öndeydi. Zaten maç başlar başlamaz bu durum kendini belli etti ve Almanlar daha 3. dakikada öne geçtiler. Arjantin bu golün şokunu uzun süre üzerinden atamadı. Şoku atlattığı dakikalarda ise Alman savunmasını geçemediler. Almanya ise etkili kontraataklar geliştirse de gole ulaşamadı.

İkinci yarıya Arjantin istekli başladı. Ancak golü 68.dakikada Almanya atınca maç orada koptu. O dakikadan sonra zaten Arjantin'in geri dönmesi mümkün değildi. Almanya ise 2 gol daha bularak tarihi bir sonuç elde etti.

Son Avrupa Şampiyonası ve bu Dünya Kupası gösterdi ki saha içi organizasyonu daha iyi olan takımlar, futbolu takım halinde oynayan takımlar başarıya ulaşıyor. Almanya'ya baktığınız zaman oyun içinde zaman zaman oyundan kopsalar da takım olarak çok organizeler. Arjantin'de ise bundan bahsetmek mümkün değil. Tamamen ileri uçtaki yetenekli oyuncuların bireysel becerilerine dayalı bir oyun anlayışları vardı. Ancak bu futbol tıpkı Maradona'nın futbolculuğu gibi 80'lerde kaldı.

Gönlümüz Arjantin'den yanaydı ama gerçekçi olmakta fayda var. Almanya gerçekten iyi oynuyor. Kaybettikleri Sırbistan maçında bile 10 kişi kalmalarına rağmen maçı çevirecek pozisyonları bulmuşlar, iyi oynamışlardı. Şu ana kadar turnuvada en pozitif futbol oynayan takım Almanya ve şampiyonluğu hakediyorlar. Ben Hollanda veya İspanya'nın kazanmasını istiyorum o ayrı.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Dünya Kupası Değerlendirmesi


Stajdı tatildi derken Dünya Kupası'nda gündüz maçlarını izleyemez, buraya da yazı yazmaya vakit bulamaz oldum. Tabi böyle olunca yaşanan birçok şeyle ilgili yorum yapmaya fırsatım olmadı. Ancak şimdi Almanya-Arjantin maçından önce fırsat bulabildim. Tabi bu arada Fransa, İtalya, İngiltere, Portekiz, Brezilya gibi ülkeler turnuvaya veda ettiler.

Turnuvayı genel olarak değerlendirecek olursak çeyrek finale kadar gelen takımların hepsi burayı hakederek geldiler. 8 takımın 8'i de takım kimyasını iyi yakalamış olan takımlar. Belki biraz Arjantin'de bu konuda sıkıntı var ama orada da hem bireysel yeteneklerin ön plana çıkması hem de inanmışlık etkin. Onun dışında turnuvaya veda eden Fransa, İtalya, İngiltere ve Portekiz gibi güçlü takımların takım olma konusunda ciddi sıkıntılar çektiği görüldü ve haliyle bekleneni veremediler. Ben zaten Fransa ve İtalya'dan bir şey beklemiyordum ama İngiltere'nin daha iyi olmasını beklerdim. Portekiz ise zaten turnuvanın zor tarafına düşmüştü işi kolay değildi. Ayrıca tüm oyun planları da C.Ronaldo üzerineydi. O da pek iyi olmayınca ilerlemeleri için mucize gerekirdi.

Dünkü Hollanda-Brezilya maçının ilk yarım saatini izleyebidim ve ilk yarım saat sonunda Hollanda için çok umutsuzdum. Maç bitince maç sonucunun cep telefonuma gelmesini bekledim ama gelmedi. Ben de pek ümitli olmayarak internetten sonuca baktım ama 2-1 yazısını görünce gerçekten çok sevindim. Her turnuvada desteklediğim takımların başında gelen Hollanda'nın yarı finale çıkmış olması gerçekten çok güzel.

Brezilya ile ilgili olarak şunları söylemek doğru olacaktır; Brezilya adeta ikiye bölünmüş bir takım. Bir tarafta hücum edenler var diğer tarafta ise savunma yapanlar. Fakat çeyrek finale kadar Brezilyalı oyuncular görevlerini o kadar iyi yaptılar ki bu bölünmüşlük fazla sorun çıkarmadı. Ancak karşılarında Hollanda gibi bir takım olunca özellikle ikinci yarıda bu problemi yaşadılar ve elenmek durumunda kaldılar. Her ne kadar Hollanda'yı desteklesem de Brezilya'nın bu kupanın en büyük favorisi olduğunu düşünüyordum. Çünkü İspanya Euro 2008'deki İspanya gibi değil. Doğrusu Brezilya takımındaki bu bölünmüşlüğün fazla sıkıntı yaratmayacağını düşünüyordum ama Hollanda bundan iyi istifade etti.

Brezilya'nın elenmesiyle birlikte turnuva benim için daha güzel hale geldi. Çünkü Brezilya'nın bu kupayı kazanmasını hiç istemiyordum. Zira 2014 Dünya Kupası'nı onlar düzenleyecek ve o kupanın şimdiden en büyük favorisi konumundalar.

Dün Gana'nın de elenmesiyle kesinleşen bir şey var. Brezilya dışında ilk kez bir takım kendi kıtası dışında şampiyon olacak. Bugünkü Almanya-Arjantin maçı ise turnuvanın şu ana kadar oynanan en büyük maçı olacaktır. Bu maça kalp dayanmaz ama kalpler Messi ve Maradona ile. İspanya ise % 65'lik topla oynama yüzdesiyle oynayacağı maçta Paraguay'ı geçer diye düşünüyorum.