23 Aralık 2010 Perşembe
İlk Yarı Değerlendirmesi: Manisaspor
Manisaspor tipik bir Süper Lig takımı. Geçen sezon takımı küme düşmekten kurtarsınlar diye Reha Kapsal'ı getirmişler o da üzerine düşeni yapmış Manisaspor'u kurtarmıştı. Daha sonra yanlış hatırlamıyorsam yeni sezon için de Reha Kapsal ile devam edeceklerini açıklamalarına rağmen Haziran ayında Reha Kapsal'ı gönderdiler ve Hakan Kutlu gibi küme düşme garantili bir ismi takımın başına getirdiler. Daha sonra baktılar ki Hakan Kutlu istikrarını devam ettiriyor Fatih Terim versiyon 1.01 Hikmet Karaman'ı göreve getirdiler. Beşiktaş'ı deplasmanda yendikleri hafta Rijkaard gönderilince de Hikmet Karaman kıymete bindi ve sözleşmesini uzattılar. Teknik direktör hususunda 5-6 ay içerisinde bu kadar tutarsızlık komik duruma düşmekten başka bir şey değildir.
Manisaspor Hakan Kutlu'yla çok kötü başladı. Muhtemelen Hakan Kutlu devam etseydi şu anda Manisaspor Kasımpaşa'dan farksızdı. Hikmet Karaman'ın gelmesiyle birlikte ligin en formda takımı Trabzonspor'u Trabzon'da yenerek ilk yarının en büyük sürprizini yaptılar. Daha sonraki haftalarda da Beşiktaş'ı ve Galatasaray'ı da İstanbul'da yenmeyi başardılar. Zaten deplasmanda 10 puan toplamışlar ve bunların 9'unu Trabzon, Beşiktaş ve Galatasaray'dan aldılar. Hatta 0 puandayken ilk 3 puanı Avni Aker'de aldılar.
Manisaspor'un aldığı sonuçlara bakacak olursak Robin Hood olmaya özendiği sonucunu çıkarabiliriz. Manisaspor çok yukarılara çıkabilecek bir takım görüntüsü vermiyor. Ancak kendisinden çok daha kötü durumda takımlar olduğundan da küme düşeceğini zannetmiyorum. Ancak arada sırada o takımlardan da puanlar alması gerekiyor. Aksi takdirde sıkıntıya düşmesi kaçınılmaz.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Eskişehirspor
Eskişehir, takımıyla, taraftarıyla, şehriyle ligde mutlaka temsil edilmesi gereken bir il. Uzun yıllar boyunca Süper Lig'den uzak kaldılar. Hatta bir ara şimdilerde Bank Asya 1.Lig olarak tabir edilen ligde bile değillerdi. Ama neyse ki 2 sene önce Play-off'lardan lige çıkmayı başardılar.
Eskişehirspor 3 sezondur Rıza Çalımbay ile çalışıyordu. İlk sezonunda 40 puanla 11.sırada ligi tamamladılar. Geçen sene ise 55 puanla 7. oldular. Ancak kendi içlerinde rekabet içinde oldukları Bursaspor şampiyon olunca işin de rengi biraz değişti.
Eskişehirspor Beşiktaş'tan Tello, Erkan Zengin ve Batuhan'ı aldı. Zaten oturmuş bir kadrosu vardı ve Rıza Çalımbay'la da 3.sezonuna başlayacaktı. Doğrusu bu sene çok büyük beklentilerim olan takımların başında Eskişehirspor geliyordu. Ancak Rıza Çalımbay bu sezona iyi başlayamadı. Ümit Karan'ın kadro dışı bırakılmasından dolayı bir takım problemlerin yaşanması Rıza Çalımbay'ın Eskişehirspor'dan ayrılmasına sebep oldu. Daha sonra Eskişehirspor Bucaspor'dan "enteresan" bir şekilde ayrılan Bülent Uygun'la anlaştı. Bülent Uygun'un takımın başına geçmesiyle Eskişehirspor toparlanmaya başladı ve tırmanışa geçti. Bu tırmanış şimdilik 11. sıraya kadar sürdü. 2.yarıda Eskişehirspor daha yukarılara çıkmaya aday takımlardan bir tanesi.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Antalyaspor
Antalyaspor Mehmet Özdilek'le 3. sezonuna başladı. İlk sezonunda ligde kalmayı son haftada garantilerken geçen sene 49 puan toplayarak 9. oldular. Bu sezona da deplasmanda aldıkları farklı Fenerbahçe mağlubiyetiyle başlamalarına rağmen daha sonradan çıkışa geçip bir ara 5. 6. sıralara kadar yükseldiler. İlk yarının sonlarına doğru ise tekrar düşüşe geçip ligin tam ortasında kaldılar.
Antalyaspor'da Mehmet Özdilek belli bir başarı yakaladı. Başarı da istikrarı getirdi ve Antalyaspor ligin kalıcı takımlarından biri olmayı şimdilik başardı. Her ne kadar kadrolarında ligin "kaşar" oyuncularının birçoğunu barındırsalar da Ali Zitouni, Tita, Djehoua gibi yabancı oyuncularını iyi kullanıyor Antalyaspor. Antalyaspor'un yapması gereken takımın iskeletini bozmadan takımı ileriye götürecek birkaç transferle birlikte gelecek sezonlarda Avrupa Kupalarını kovalamaları olmalı. Bunu kovalayacak altyapıyı Mehmet Özdilek oluşturmuş durumda.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Galatasaray
Galatasaray başkanı Adnan Polat seçildiğinde kulübün ekonomik yapısını düzelteceğini, bu süre içerisinde stat projesine başlanacağını ve sportif başarı değil gözyaşı vaat ettiğini söylemişti. Ancak Haldun Üstünel'in Futbol Şube Sorumlusu olmasıyla birlikte ilk sezonda Kewell ve Baros'un kelepir fiyatlara alınmasıyla takımdan beklentiler artmış, geçen sene de Keita ve Elano gibi oyuncuların yanı sıra Rijkaard'ın da teknik direktörlüğe getirilmesiyle taraftar Galatasaray'ı güzel günlerin beklediğine inanmaya başlamıştı. En başta gözyaşı vaadinde bulunan Adnan Polat da bu çizgisini koruyamaz olmuştu.
Geçen sezonun 3. tamamlanmasının ardından Galatasaray bir sezon daha Şampiyonlar Ligi'nden uzak kaldı. Haldun Üstünel istifa etti ya da istifaya zorlandı. Artık transferlerden taraftarın "sevgilisi" Adnan Sezgin sorumluydu. Taraftarın baskısına dayanamayan yönetim Kewell'ın sözleşmesini bir sene daha uzattı. En başta ekonomik olarak kulübü düze çıkarmayı öncelikle hedefi olarak açıklayan Adnan Polat bu doğrultuda Keita'yı ve Mehmet Topal'ı gönderdi. Kiralanan Jo ve Dos Santos'un satış opsiyonları kullanılmadı. Bunların yerine takıma Serdar Özkan, Pino, Mehmet Batdal ve Musa Çağıran gibi oyuncular dahil edildi. Yabancı kalecide aradığını bulamayan Galatasaray kaleyi Ufuk ve Aykut'a emanet etti. Orta sahaya Lorik Cana transfer edildi. Transferin son günlerinde de Misimovic ve Insua getirildi.
Galatasaray sezona sıkıntılı başladı. Daha ilk resmi maçında OFK Belgrad diye bir takımla Ali Sami Yen'de berabere kaldı. Rövanşta işi kurtarsa da Karpaty Lviv'e trajik bir biçimde elendi. Sol bekte Hakan Balta kariyerinin en kötü zamanlarını geçiriyordu, kalede büyük sıkıntılar vardı. Ayhan ve Mustafa Sarp da oldukça formsuzdu. Dünya Kupası'nda iyi oynadığı için kendisine pazar yaratan Elano da satılabilsin diye UEFA'ya gönderilen kadroya yazılmamıştı. Lige de iki mağlubiyetle başlanınca Galatasaray'ın bu sezon başarılı olamayacağı en baştan kendini belli etmişti. Ne de olsa balık baştan kokar.
Galatasaray özellikle Baros'un üstün performansıyla ligde 3 maç kazandı. Fakat Karabük deplasmanında alınan mağlubiyetin ardından içeride Ankaragücü'ne de 2-4 kaybedince 1 ay önce gelecek sene de Rijkaard'la çalışacağını açıklayan Adnan Polat bu sözünü yemek zorunda kaldı. Rijkaard gittikten sonra önce Fatih Terim'e gidildi. Fatih Terim'in "ailevi" sebeplerden ötürü görevi kabul etmediğini yazdı medya. Ardından Hakan Şükür'le fikir alış verişinde bulunulduktan sonra Hagi göreve geldi.
Hagi'li Galatasaray'ın ilk maçı 10 yıldır mağlup olduğu Şükrü Saraçoğlu'ndaydı. Bırakın Fenerbahçelileri Galatasaraylıların bile bir çoğunda tarihi fark beklentisi vardı. Ancak maç çok farklı gelişti. Galatasaray belki de galibiyeti kaçırdı ve maç berabere bitti. Fakat bu beraberlik Galatasaray'a pek yaramadı. İmkansızlıklar yüzünden santrafor oynayan Pino o maçta Fener savunmasını sadece zorladı diye diğer haftalarda da o bölgede oynamaya başladı. Arda, Baros, Kewell üçlüsünün de sakatlıkları Galatasaray'ı olumsuz etkilemeye devam ediyordu. Elano, Pino ve Misimovic kendi bölgelerinden farklı yerlerde oynamaya başladılar. Özellikle Misimovic formsuzdu ve hiç alışık olmadığı bir mevkide kendisinden bir şeyler bekleniyordu. Galatasaray'ın mağlup olduğu bir maçtan sonra sakız çiğniyor, gülüyor diye Hagi tarafından kadro dışı bırakıldı. Hagi Galatasaray'ın 8.5 milyon Euro'sunu hoyratça çöpe atmıştı. Yine kiralık oyuncu istemeyen Hagi Insua'yı da dışladı. Derken Elano için Santos kulübünün teklifini kabul eden Galatasaray UEFA kriterleri çerçevesinde Elano'yu da gönderdi. Tüm bunlar olurken Galatasaray Ali Sami Yen'de önüne gelene mağlup oldu ve ilk yarıyı 9. sırada ve -2 averajla tamamladı.
Galatasaray takımı bu dönemde içeride oynanan maçlardaki seyirci baskısından olumsuz etkilendi. 8 mağlubiyetin 5 tanesini içeride oynanan maçlarda aldı Galatasaray. Deplasmanlarda daha rahat oynayan bir Galatasaray var. 2.yarıda yeni statla birlikte Galatasaray daha iyi sonuçlar almaya başlayacaktır. Ancak devre arasında transferlerden bahsediliyor ki bence hiç gerek yok. Bu sezon Galatasaray'ın genç oyuncuları kazanma sezonudur. Emre Çolak, Musa Çağıran, Anıl Karaer gibi genç oyuncular bu hedefsiz sezonda takıma monte edilmelidir. Yanılmıyorsam 2003-2004 sezonu da Galatasaray için benzer bir sezondu ve o sezonda Sabri A takıma çıkmıştı. Tabi birçok Galatasaray taraftarı keşke çıkmasaymış diyor belki ama her ne kadar ortaları ve şutları berbat olsa da mücadele olarak belli bir istikrarı olan bir oyuncu Sabri.
Bunların dışında artık Galatasaray'da belli başlı oyuncuların vadesi doldu. Bunların başında Ayhan, Mustafa Sarp, Servet, Barış gibi oyuncular geliyor. Yine sürekli sakatlık problemi yaşayan Kewell da muhtemelen sezon sonunda ayrılacaktır.
İlk Yarı Değerlendirmesi: İBB
Büyükşehir Belediye takımı lige çıktığından beri her sene üstüne koyarak devam ediyor. İlk çıktığı sene 12. bir sonraki sene 9. geçen sene de ligi 6. bitirdiler. 2010-2011 sezonu itibariyle ise 8.sıradalar.
Büyükşehir Belediye sanıyorum 5 yıldır Abdullah Avcı ile çalışıyor. Sonuçta da bu istikrarın meyvesini topluyorlar. Kadrosunda barındırdığı genç isimlerle modern futboldan kesitler sunuyorlar. Fakat lige pek faydası olan bir takım değil. Çünkü taraftarı yok. Ayrıca şu ana kadar kadrosunda genç oyuncular bulunmasına rağmen içlerinde İbrahim Akın dışında Türk futbolunun fayda göreceği bir isim de pek yok gibi. Efe İnanç, İskender Alın başarılı futbolcular ama fazla sivrilemiyorlar. İbrahim Akın da Beşiktaş'ta tutunamadı zaten.
İBB'nin 6. sıradan yukarıya çıkması pek mümkün değil. Avrupa Kupalarına katılma potansiyeli yok. Ama 10. sıradan da aşağı düşmezler. Futbola en büyük katkısı istikrarın ne kadar önemli olduğunu kanıtlamak olur.
22 Aralık 2010 Çarşamba
İlk Yarı Değerlendirmesi: Gaziantepspor
Gaziantepspor sezona Tolunay Kafkas'la başladı. Ismael Sosa ve kaleci Karcemarskas gibi isimleri transfer ettiler. Zaten Julio Cesar ve Beto gibi önemli yabancı oyuncuları da olan bir takım. Sosa'dan faydalanmadılar ama Karcemarskas Volkan Demirel'le birlikte ligin en iyi performansı gösteren kalecisi oldu diyebiliriz.
Ligin ilk haftalarında Gaziantepspor istediği sonuçları alamadı. Ancak Fenerbahçe galibiyetinden sonra yükselişe geçtiler ve ilk yarı 7.sırada tamamladılar. Gaziantepspor tarafından gelen açıklamalara bakarsak kupada en azından finale çıkıp Avrupa Kupalarına katılmak istiyorlar. Bu Gaziantep için gerçekçi bir hedef. Tolunay Kafkas Kayserispor'la Türkiye Kupası'nı kazanmıştı. Devre arasında da kupa için gerekirse takıma takiviye yapabileceklerini söylediler.
Gaziantepspor zaten ligin kalburüstü takımlarından biri. Ligi ilk 10 içinde bitirmemeleri için hiçbir engel yok. Bunu başaracak kadro ve teknik ekibe de sahipler.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Karabükspor
Karabükspor sanırım Bank Asya'ya yükseldiği sezon şampiyon olarak Süper Lig'e çıktı. Sene başında da lige yeni çıkan bir çok takımın düştükleri hatalara düşmediler. Takımın iskeletini bozmadılar, hocasını değiştirme yanlışını yapmadılar. Birkaç nokta transferle de takıma takviyeler yaptılar.
Karabükspor'un performansı kimine göre sürpriz ama bana göre sürpriz değil. Çünkü bunun örnekleri mevcut. Gençlerbirliği OFTAŞ da lige çıktığı sezon benzer bir performans göstermişti. Onlar da takımın iskeletini bozmadılar ve kazanma alışkanlıkları olduğundan ilk sezonlarında başarılı bir grafik sergilemişlerdi. Keza İngiltere'de de Hull City Premier Lig'deki ilk sezonunu ilk 10 içerisinde bitirmişti.
Karabükspor'u yazıp da Emenike'den bahsetmemek olmaz. Gerçekten çok başarılı bir futbolcu. Zaten gol krallığında Alex ile birlikte zirvede. Oyuncu tipi olarak da biraz abartı bulabilirsiniz ama Porto'daki Hulk'a benziyor. Takımın başarısında önemli payı var.
Karabükspor bu sezonu çok rahat bir şekilde istediği yerde bitirecektir. Önemli olan bundan sonraki yıllarda da bu şekilde doğru hareket edebilmek. Bunu yaptıkları takdirde ligde kalıcı olabilirler.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Beşiktaş
Beşiktaş sezona Bernd Schuster ile başladı. Schuster'in gelmesinden sonra Quaresma ve Guti transfer edildi. Hatta basketbol takımına da Allen Iverson alındı.
Sezonu erken açan Beşiktaş amiyane tabiriyle dandik takımlara karşı Avrupa Ligi'nde iyi maçlar çıkardı. Hatta Quaresma bu maçlarda çok iyi oynadı. Bu performans ilk haftalarda lige de yansıdı. Ancak Quaresma'nın yanlış hatırlamıyorsam Rapid Wien ile deplasmanda oynanan maçta sakatlanmasından sonra takım düşüşe geçmeye başladı. Sene başında Bursaspor ile şampiyonluk yarışı yapacağı düşünülen takım arka arkaya mağlubiyetler almaya başladı ve zirvenin uzağında kaldı. Quaresma'nın sadece varlığıyla bile işleyen Schuster'in sistemi arızlar gösterdi. Q7 dışında Beşiktaş'ın birçok oyuncusu yine sakatlık problemleriyle karşı karşıya kaldı. Bir de buna Schuster ile tartıştığı için ıskartaya çıkan Fatih Tekke de eklenince Beşiktaş son haftalarda oynadığı birçok maça 18 kişiyle çıkamadı. Son maçta da sakatlar kervanına Holosko ve Necip de eklendi.
Beşiktaş devre arasında Simao ve Hugo Almeida'yı kadrosuna katacak gibi gözüküyor. Manuel Fernades ile zaten anlaşıldı. Ancak yine de bu adamlar gelecek Beşiktaş'ı uçuracak diye beklemek doğru olmaz. Geçen sene de Galatasaray devre arasında Jo, Dos Santos ve Lucas Neill'ı transfer etti. Bu oyunculardan sadece Neill kaldı. Üstelik Galatasaray 2.yarıya çok gerilerde başlamamış olmasına rağmen sezonu 3. tamamladı. Beşiktaş her hamlesiyle geçen seneki Galatasaray ile inanılmaz benzerlikler gösteriyor. Bu kadar benzerliğin olduğu düşünülürse akıbeti de pek farklı olmayacak gibi gözüküyor.
Beşiktaş liderin 14 puan gerisinde. Trabzonspor'un form durumu dikkate alındığında bu fark kapanacak gibi durmuyor. Fenerbahçe için yaptığımız hesaplar ortadayken bir hesap da Beşiktaş için yapmaya gerek görmüyorum. İsteyen oradan pay biçsin.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Kayserispor
Kayserispor sezona AZ Alkmaar'da Louis van Gaal'in yardımcılığını yapan ve Trabzonspor'un herhalde gelmiş geçmiş en başarılı yabancı futbolcusu olan Şota Arveladze ile başladı.
Kayserispor Ertuğrul Sağlam ile bir sistem oturtmuştu. İyi savunma yapan rakibe kolay pozisyon vermeyen bir Kayserispor çıkmıştı ortaya. Tolunay Kafkas da bu sisteme gurbetçi oyuncuları monte ederek daha ileriye taşıdı. Hatta öyle ki İddaa'da Kayserispor maçlarına gözümüz kapalı "alt" oynuyorduk. Kayserispor bir sistem takımı olduğundan Mehmet Topuz ve Gökhan Ünal gibi önemli oyuncularını satmasına rağmen ligde seviyesini her zaman muhafaza etti. Hatta geçen sene Kayserispor bir ara liderliğe kadar yükselmiş ancak sezonun 2.yarısında düşüşe geçip ligi 8. tamamlamıştı.
Kayserispor bu sezona da iyi başladı. Şota da düzeni değiştirmeyerek mevcut sistem üzerinden devam etti. Savunma yapan ve rakiplerin hatalarından faydalanmasını iyi bilen Kayserispor uzun süre zirve mücadelesi verdi. Bu süre zarfında Cangele'den ve Zaleyata'dan fazla yararlanamasalar da Hasan Ali Kaldırım, Serdar Kesimal, Mehmet Eren Boyraz, Furkan Özçal gibi oyuncular iyi oynadılar. Ancak son haftalarda istediği sonuçları almakta zorlanan bir Kayserispor vardı ki bir zamanlar Trabzon'un hemen ardındaki takım 4-5 haftada 10 puan geride kaldı.
Kayserispor oyun olarak Bursaspor ile benzerlik gösteren bir takım. Zaten bu takımın temellerini atan Ertuğrul Sağlam'dı. Ancak Bursaspor gibi şampiyonluğa oynayacak durumda değiller. Çünkü yarın öbür gün bu takım şampiyonluk potasına girdiğinde rakipler şampiyonluk adayıyla oynamanın bilinciyle savunmalarını katılaştırmaya başlayacaklar. Kayserispor'un bu gibi takımlar karşısında işi çok zor olur. Bursaspor da zaman zaman bu tip zorluklar yaşadığında etkili duran toplarla goller bulup kilidi açıyor. Ancak Kayserispor duran top konusunda Bursaspor kadar başarılı değil. Bu yüzden şampiyonluk yarışına girdikleri zaman beraberlik sayılarının artacağını düşünüyorum. Ancak 10 puan geride kalmış bir Kayserispor'un kupadan da elenmiş olmasından dolayı ligde Avrupa Ligi'ni kovalaması gerekiyor. Bunun için ligi en az 4.bitirmeli veya 5.bitirip kupa finalini ligde üstünde yer alan takımlardan ikisinin oynamasını beklemeli. Türkiye Kupası'nın şu anki görüntüsü itibariyle Kayserispor'a bir Trabzon-Bursa finali gerekecek gibi bir görüntü var.
21 Aralık 2010 Salı
İlk Yarı Değerlendirmesi: Fenerbahçe
Fenerbahçe sezona Niang, Dia, Stoch gibi transferlerle başladı. Ancak Avrupa Kupalarından erken elendi. Ardından ise savunmaya saatli bomba Bilica yerine Yobo monte edildi.
Fenerbahçe zayıf rakipler karşısından kolay kazanırken ligin sağlam takımları karşısından galibiyet yüzü göremedi. Aynı zamanda ligin dişli takımlarıyla deplasmanlarda oynanan maçları da kazanamadı. Bu takımın 90 dakikalık fizik kondisyona sahip olmamasından kaynaklanıyor. Yalnız şunu belirtmekte fayda var. Bu Aykut Kocaman'ın çözmesi gereken bir sorun olsa da bu sorun Fenerbahçe'de 3-4 yıldır var. 2006'da Daum ayrıldıktan sonra takım son dakikalarda maç kazanmaya değil maç kaybetmeye başladı. Gelen hocalar da bu sorunu bir türlü çözemediler.
Fenerbahçe'nin bir başka sıkıntısı da bazı oyuncular çok iyi oynarken bazıları hiç oynamıyor. Alex, son haftalar hariç Niang, Emre, Gökhan Gönül, zaman zaman çok top kaybı yapsa da Mehmet Topuz, Yobo ve kaleci Volkan iyi oynarlarken diğer oyuncular vasat bile oynamadılar. Böyle olunca da iyi oynayan oyunculardan biri olmadığında sıkıntı yaşamaya başlıyorsunuz. Aykut Kocaman da Stoch, Dia ve Andre Santos gibi oyuncuların performanslarını artıracak işleri tercih etmiyor.
Fenerbahçe bana göre ligin şu an için en kaliteli kadrosuna sahip. Şu an için diyorum çünkü Beşiktaş'ın devre arası transferlerinden sonra işler değişebilir. Bu kadroya rağmen şampiyonluk için transfere ihtiyaç varsa o zaman daha başka problemler var demektir. Ben ikinci yarıda Fenerbahçe'nin 9 puanlık farkı kapatabileceğine pek ihtimal vermiyorum. Geçen sene de ihtimal vermezken 9 maç arka arkaya kazandı aslında. Ama şöyle bir gerçek var. Trabzonspor 2.yarıda ilk yarıdaki Fenerbahçe gibi oynasa ve 33 puan alsa Fenerbahçe de Trabzonspor'un ilk yarıda topladığı kadar puan toplasa 75-75 eşitlenirler. Trabzonspor'un 33'ten daha fazla puan alacağını varsayarsak Fenerbahçe'nin de 42'de fazla puan toplaması gerekir. Fenerbahçe 2.yarıda 42 puan toplayabilir mi? Bence zor.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Bursaspor
Bursaspor gayet istikrarlı bir biçimde yoluna devam ediyor. Geçen senenin şampiyonu bu yılın ilk yarısını 37 puanla 2.tamamladı. Doğrusunu söylemek gerekirse Bursaspor olması gereken yerde.
Bursaspor'un bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde oynayacak olmasından dolayı ilk yarıda biraz daha gerilerde kalabileceğini düşünüyordum. Ancak sene başındaki fikstürün kolaylığı sayesinde Bursaspor Şampiyonlar Ligi maçlarından fazla etkilenmedi. Ayrıca Beşiktaş ile birlikte Avrupa'da mücadele eden iki takımdan biri olduğu için Şampiyonlar Ligi maçlarından sonra maçlarını genelde Pazar ya da Pazartesi günleri oynaması da avantaj yarattı. Ancak ligde fikstür zorlaştıkça Bursaspor'un da puan kayıpları başladı. Ligde Karabükspor, Fenerbahçe ve Trabzonspor ile kendi evinde arka arkaya oynadı ve bu maçları kazanamadı. Arada Antalya'da 2-0 geriye düşüp 2-2'ye getirdiği bir maç da var. Şampiyonlar Ligi özellikle o haftalarda etkisini gösterdi ve Bursaspor liderliği kaybetti. Ancak daha sonra Manisa galibiyeti ile toparlanıp ilk yarı 2. bitirdiler.
Bursaspor'un Avrupa'dan elenmesiyle birlikte 2.yarıda daha çok puan alacağını düşünüyorum. İkinci yarılarda takımlar daha az puan topluyorlar belki ama en kötü 35-37 puan alırlar diye tahmin ediyorum. Ligin sonunda 70 puanı geçeceklerdir. Ancak şampiyonluk için daha fazlasına ihtiyaçları var.
İlk Yarı Değerlendirmesi: Trabzonspor
Trabzonspor Spor Toto Süper Lig'in ilk yarısını 42 puanla lider kapattı. En yakın rakibi Bursaspor ile arasında 5 puanlık bir fark bulunuyor. 2005-2006 sezonundan beri ilk yarıda 40 puanı geçebilen takım yoktu. Bu açıdan bakıldığında şampiyonluk için ne kadar avantajlı olduğu çok net görülüyor. Yalnız burada şöyle bir durum var. İlk yarıda 40'tan fazla puan toplandığında şampiyonluk barajı 80'e yaklaşıyor. O yüzden 70-75 üzerinden değerlendirme yapmamak gerekir.
Trabzonspor ile ilgili daha önceleri yazdık. O yüzden artık klişeleşmiş lafları kullanmayacağım. Ancak şöyle bir şeyden bahsetmek istiyorum. Arkadaş arası sohbetlerde konu futbola geldiğinde insanlarda Trabzonspor'un 2.yarıda karışıp düşüşe geçeceği beklentisi var. Ben bunun gerçekleşeceğini zannetmiyorum. Öncelikle geçen sene Bursaspor şampiyon olduktan sonra ligin bazı dinamikleri değişti. Ayrıca Trabzonspor sene başında takımı karıştırabilecek bir çok olay da yaşadı. Umut Bulut'un Toulouse takımına transferi söz konusuydu. Teofilo sezona çok iyi başlamasına rağmen problemler yaşadı veya çıkardı aldı başını gitti. Bunlar eskiden olsa Trabzonspor karışabilirdi. O yüzden bu tip beklentiler içerisinde olmanın bir anlamı yok.
Trabzonspor bu formunu devam ettirdiği müddetçe en fazla Bursaspor Trabzonspor'u zorlar. Fenerbahçe geçen sene enteresan işler yaptı ama Fenerbahçe'den pek ümitli değilim.
17 Aralık 2010 Cuma
Şampiyonlar Ligi Son 16 Eşleşmeleri
Şampiyonlar Ligi'nde gruplardan çıkmayı başaran 16 takım bugün yapılan kura çekimiyle eşleşti. Reytingi düşük maçların yanında Inter-B.Münih ve Arsenal-Barcelona gibi çok şey vaadeden maçlar da var.
A Grubu'nu lider bitiren Tottenham Şampiyonlar Ligi'ni en çok kazanan 2.takım olan Milan'la eşleşti. Tottenham Şampiyonlar Ligi'ne ilk kez katılmasına rağmen çok başarılı maçlar çıkardı. Deplasmanlardan galibiyet çıkaramasa da Inter'in performans düşüklüğü sayesinde grubu lider tamamladı. Bu arada Inter de deplasmanda galip gelemedi. Milan ise Serie A'da 6 puan farkla lider ve bu sene şampiyon olacaklarmış gibi gözüküyor. Ancak bu liderlik Milan'ın iyi olmasından ziyade diğer takımların kötü olmasından kaynaklanıyor desek hata etmiş olmayız. Tottenham kolay gol atan aynı zamanda da kolay gol yiyen bir takım. Bu yüzden bu eşleşme de Milan savunmasına büyük iş düşüyor. Milan'da Ibrahimovic'in üstün performansı bu eşleşmede Milan'a gol getirecektir. Burada önemli olan Milan'ın Tottenham'ı durdurabilmesi. Eğer bunu başarabilirlerse turu geçen taraf olabilirler.
A Grubu'nu 2.bitiren son şampiyon Inter geçen sene finaldeki rakibi Bayern Münih'le eşleşti. Inter Rafael Benitez yönetiminde geçen seneyi mumla arıyor. Bayern ise sakatlıklar boğuşan bir takım olmasına rağmen grubunu 15 puanla lider tamamladı. Sezonun 2.yarısında sakatların da iyileşmesiyle birlikte Bundesliga'da yükselişe geçmelerini ve en kötü ihtimalle Şampiyonlar Ligi'ne katılabilecek bir pozisyonda ligi bitirmelerini bekliyorum. Bu eşleşmede de öne çıkan takım Bayern Münih. Rafael Benitez yönetimindeki Inter'in toparlanabileceğini zannetmiyorum.
B Grubu'nu sürpriz bir şekilde lider bitiren Schalke C Grubu'nda 2. olan Valencia ile eşleşti. Bu eşleşme Valencia için lokum gibi kura diyebiliriz. Sonuçta grup lideri olan takımlardan kağıt üstünde en zayıf olan Schalke'ydi. Schalke Bundesliga'da küme düşme hattından bir türlü uzaklaşamazken Şampiyonlar Ligi'nde grubunu lider tamamladı. Valencia ise sezona çok iyi başlamasına rağmen Barcelona mağlubiyetinden sonra bir türlü belini doğrultamadı. Fakat Şampiyonlar Ligi'nde başarılı sonuçlar almayı başardılar. Herşeye rağmen Valencia daha oturaklı bir takım görüntüsünde. Kendi sahalarında oynayacakları ilk maçta avantajlı bir skor elde edeceklerini ve çeyrek finale çıkacaklarını düşünüyorum.
B Grubu'nun ikincisi Lyon geleneksel olarak Real Madrid ile eşleşti. Lyon ile Real Madrid arasında oynanan maçlarda Lyon bugüne kadar mağlup olmadı. Ama bu kez durumlar farklı. Öncelikle Lyon savunması Şampiyonlar Ligi'nde iyi bir sınav veremedi. Schalke ve Benfica'dan deplasmanda toplamda 7 gol yediler. Ayrıca son maçta Hapoel Tel Aviv'i de güç bela yendiler. Real Madrid ise Jose Mourinho yönetiminde iyi işler çıkarıyor. Barcelona'ya 5-0 mağlup olsalar da diğer maçlarda özellikle Ronaldo-Mesut-Di Maria üçlüsünün iyi oyunları galibiyeti getiriyor ve kolay kolay gol yemiyorlar. Ben bu kez Mourinho faktörüyle de Real Madrid'in Lyon'u eleyip 7 sene sonra çeyrek finale çıkacağını düşünüyorum.
C Grubu'nun lideri Manchester Utd. ise Marsilya ile eşleşti. Manchester Utd. Rooney'nin dönmesiyle beraber iyi oynamaya başladı. Marsilya ise ilk 2 maçını kaybetmesine rağmen son 4 maçını kazanıp 12 puanla grubunu Chelsea'nin ardından 2.bitirdi. Ancak yine de bu eşleşmede favori olan taraf MANU. Ben Manchester'ın çeyrek final oynamasını bekliyorum.
D Grubu'nu lider bitiren Barcelona H Grubu 2.si Arsenal ile eşleşti. Arsenal oyun olarak Barcelona'ya benzer bir oyun oynuyor. Doğal olarak Barcelona kadar iyi oynayamıyorlar. Geçen sene de Barcelona karşısında kendi oyunlarını oynamaya çalıştıklarından 4-1 kaybetmişlerdi. Bu kez Arsene Wenger'in farklı şeyler denemesi gerekiyor. Ancak Arsenal'in Barcelona'yı durdurabilecek bir savunmaya sahip olduğunu düşünmüyorum. Enteresan olaylar olmazsa Barcelona turu geçen taraf olacaktır.
D Grubu'nun 2.si Kopenhag Şampiyonlar Ligi'nde bu yılın flaş takımı oldu. Gruptan çıkmayı başaran ilk Danimarka takımı oldu. 2.turdaki rakipleri ise Chelsea oldu. Chelsea son haftalarda istediği sonuçları alamıyor. Ancak maça daha 2 ay var ve o zamana kadar köprünün altından çok sular akar. O yüzden Chelsea'nin Wembley yolunda Kopenhag'a takılacağını zannetmiyorum.
Son olarak E Grubu 2.si Roma ile H Grubu lideri Shaktar Donetsk eşleşti. Bu eşleşme diğer eşleşmelerin çok gölgesinde kalacak bir eşleşme oldu. Roma bir grup 2.si olarak tercih edilebilecek bir grup lideri ile eşleştiğini belirtelim. Tabi Shaktar yabana atılacak bir takım değil. Bu eşleşmede şanslar %50-%50. İlk maçta Roma iyi bir skor elde edemezse deplasmanda tur biletini alamaz.
İlk maçlar 15-16 ve 22-23 Şubat'ta rövanşlar ise 8-9 Mart ve 15-16 Mart'ta oynanacak.
Dinamo Kiev
Beşiktaş Avrupa Ligi'nde Dinamo Kiev'le eşleşti. Dinamo Kiev'in Beşiktaş'ın muhtemel rakipleri arasından tercih edilebilecek bir takım olduğunu söyleyebiliriz.
Dinamo Kiev yakından tanıdığımız bir takım. Beşiktaş sanıyorum 100.yılında UEFA Kupası'nda Dinamo Kiev'le karşılaşmış ilk maçı İstanbul'da 3-1 kazanıp deplasmanda aldığı 0-0'lık beraberlikle tur atlamıştı. O maçta Pascal Nouma'nın attığı harika bir gol vardı. Daha sonra Trabzonspor Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Dinamo Kiev'le eşleşmiş ilk maçı deplasmanda 2-1 kazanmasına rağmen Avni Aker'de 2-0 yenilmişti. İlk maçta Trabzonspor'un farkı yakalayabileceği pozisyonlar vardı. 2008-2009 sezonunda Fenerbahçe ile Dinamo Kiev Şampiyonlar Ligi'nde aynı gruba düşmüştü. İstanbul'daki maç 0-0 bitmiş, gruptaki son maçta ise Dinamo Kiev 1-0 kazanmıştı. O sene Dinamo Kiev UEFA Kupası'nda yarı finale çıkmış Shaktar Donetsk'e elenmişti. Geçen sene ise Şampiyonlar Ligi'nde Inter, Barcelona ve Rubin Kazan'la aynı gruba düşmüşler fakat sonuncu olmuşlardı. Ancak geçen sene o grupta oynanan maçlar çok çetin geçmiş, tüm takımları üst tur şanslarını son maça kadar taşımayı başarmışlardı.
Dinamo Kiev eskiden Ukrayna'nın Bayern Münih'iydi. Fakat son yıllarda Shaktar'ın yaptığı atılımlar karşısında arka planda kalmaya başladı. Ligde de 12 puan geride 2.sıradalar. Avrupa Ligi'nde ise gruplarını 14 puanla lider bitirdiler. Bu eşleşmede Beşiktaş için ilk maç çok büyük önem taşıyor. İlk maçta alınabilecek 2 farklı bir galibiyet Beşiktaş'ı % 75 oranında tura yaklaştırır. Ancak bir sonraki turda rakibin Aris-M.City eşleşmesinin galibi olacak olmasından dolayı Beşiktaş'ın önü tıkalı gibi gözüküyor.
15 Aralık 2010 Çarşamba
Bu Kadar Adam Nerede Oynayacak?
Beşiktaş devre arasında transfer atağına devam ediyor. Manuel Fernandes'in ardından Simao ve Hugo Almeida'yı da almak üzereler. Gönderilmesi düşünülen isimler ise Ferrari, Fink ve Zapo. Gerçi Holosko'nun sakatlığı ve Bobo'nun sözleşmesinin yıl sonunda bitecek olmasından dolayı bu oyuncuların da sözleşmelerinin dondurulma ihtimali hiç de az değil. Ayrıca Bobo'nun da sakatlığı olduğunu belirtelim.
Beşiktaş eğer bu oyuncuları alırsa sene başında Schuster'in kıytırık UEFA Avrupa Ligi takımlarına karşı başarılı olmuş sistemini diğer takımlara da uygulama ihtimali doğacak. Ancak yabancı kontenjanından dolayı yeni transfer edilen bu 3 oyuncunun yanına Guti, Ernst ve Quaresma'yı eklediğimizde kaleciyle birlikte geride 5 kişi yerli olmak zorunda. Bu da Beşiktaş'ın en önemli problemi olur. Ligimizin genel özellikleri bakımından iki stoperi sezon boyunca iyi oynayan takımların şampiyon olduğu düşünüldüğünde Beşiktaş'ın İbrahim Toraman-Ersan Adem Gülüm ikilisiyle başarıyı yakalaması zor görünüyor. Kaldı ki savunma orta sahaya kadar çıkmak zorunda kalacağından orta sahada rakipler iki pas yaptığı takdirde çok kolay bir şekilde Beşiktaş kalesinde pozisyon bulacaklardır. Beşiktaş'ın Schuster'in kafasındaki sistemle sürekli iyi oynaması lazım. Bu anlayışla kötü oynayarak maç kazanamazlar. Bu da demek oluyor ki Schuster ile kısa vadede başarı gelmesi zor. Sabredilmesi gerekiyor. Beşiktaş taraftarı belki sabreder de yönetim konusunda ciddi şüphelerim var.
14 Aralık 2010 Salı
Manchester Utd. 1-0 Arsenal
Premier Lig'de zirveyi yakından ilgilendiren maçta Manchester Utd. Arsenal'i Park'ın golüyle 1-0 yenerek liderliğe yükseldi. Manchester'ın bir maçının da eksik olduğunu belirtmekte fayda var. Haftaya ise Stamford Bridge deplasmanına gidecekler.
Manchester Utd. ev sahibi olmasının avantajıyla ilk yarıda daha etkiliydi. Arsenal'in de zaman zaman tehlikeli pozisyonları vardı ama maçın hakimi genelde Manchester'dı. Rooney'nin dönmesiyle birlikte sezon başındaki ölü toprağını üzerlerinden atmayı başarmış durumdalar. Rooney gerçekten de Manchester Utd. için çok önemli bir oyuncu. Onun sahadaki varlığı bile takımın çehresini değiştirmeye yetiyor. Velhasıl Manchester Utd. ilk yarının son dakikalarında Park'ın golüyle 1-0 öne geçti.
İkinci yarı ise Arsenal biraz daha etkiliydi. Manchester Utd. ise kontra toplarla pozisyonlar bulmaya çalıştı. Arsenal ceza sahasında birçok defa etkili olmasına rağmen Manchester'ın tecrübeli savunmacıları Arsenal forvetlerine gol şansı tanımadı. Arsene Wenger'in oyuna soktuğu Fabregas-Van Persie-Walcott üçlüsü de pek başarılı olamadılar. Manchester Utd. ise Rooney ve Nani'yle önemli pozisyonlar bulmasına rağmen onlar da 2. yarıda gol bulamadılar. 73.dakikada ise Rooney Manchester adına bir penaltı vuruşundan yararlanamadı. Penaltı pozisyonu ise tartışmalıydı.
Arsenal şampiyonluğa oynayan takım görüntüsünde olmasına rağmen asla şampiyon olamayacağını çok iyi bildiğimiz bir takım. Çünkü kadrosunda liderlik vasıfları olan oyuncular yok. Arsenal'in şampiyon olduğu sezonlarda liderlik vasıfları olan Bergkamp, Henry, Ljungberg, Pires gibi oyuncuların takıma katkısı çok büyüktü. Arsenal kendine oyun içinde takıma liderlik yapabilecek bir oyuncu bulamadığı sürece ya da mevcut kadrosundan böyle bir oyuncu yaratamadığı müddetçe kupasız yıllar geçirmeye devam eder.
Manchester Utd. ise Rooney'nin dönmesiyle birlikte yükselişe geçti. Chelsea'nin de form düşüklüğü ve sakatlıklar boğuşmasından dolayı ligde şampiyonluğun en güçlü adayı konumuna geldi. Haftaya Chelsea maçı Ancelotti için çok kritik bir maç olacak.
Onun dışında son olarak Nani'yle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Arkadaş bir oyuncu bu kadar mı sahte olur? Bir insanın saha içinde yaptığı her şey mi Cristiano Ronaldo'ya benzer? Bir tane farklı bir şey yap! Serbest vuruşları kullanmasından tutun, çektiği şutlara, attığı çalımlardan, nefes alışına kadar herşey aynı. Bu kadar taklitçilik olmaz. Ayıp denen bir şey var.
13 Aralık 2010 Pazartesi
Hoca Etkisi
Kimileri teknik direktörün takıma katkısı %10-%15'tir der. Eğer öyleyse kötü sonuçlarda niye ilk önce teknik adam gönderilir? Kimileri de teknik direktörün takıma katkısının %100 olduğunu düşünür. Futbol matematik olmadığından bu tür oranlamalar yapılması doğru değil bana göre. Bu sadece takımdan takıma değişkenlik gösterir. Örneğin İspanya milli takımı için teknik direktör katkısı çok yüksek değildir. Aragones'le Avrupa Şampiyonu olan takım Del Bosque ile Dünya Kupası'nı kazanmıştır. Öte yandan Mourinho ile uçan Inter de Benitez ile yerlerde sürünmektedir.
Ligimize dönelim. Bugün hiç kimse Türkiye'nin en kaliteli kadrosunun Trabzonspor'da olduğunu söylemez. Ama en iyi takım olduğuna ve bulunduğu yeri sonuna kadar hakettiğine de kimse itiraz edemez. Burak Yılmaz gibi, Engin Baytar gibi futbollarından çok başka türlü problemlerinin tartışıldığı oyunculardan bugün Şenol Güneş azami verim almasını biliyor. Elbette Trabzonspor'un bu oyuncular için son fırsat olduğu gerçeği de var. Ancak farklı durumlardaki diğer birçok oyuncu için de aynı şeyler geçerli. Burada ciddi bir teknik adam başarısı vardır.
Fenerbahçe'yi ele alalım. Brezilya milli takımına çağırılan ve oynatılan bir sol bek, Andre Santos var kadroda. Ve Aykut Kocaman'ın Caner'e rağmen kullanmamakta ısrar ettiği bir adam. Bir tarafta Burak Yılmaz gibi bir adamdan faydalanmasını bilen Şenol Güneş, diğer tarafta ise bir türlü Brezilya milli takımının sol bekini kullanamayan, ondan istifade edemeyen Aykut Kocaman. Sanıyorum sadece buradan bile iki takımın ligdeki konumlarını değerlendirebiliriz.
Fenerbahçe ile Trabzonspor arasındaki puan farkı 9'a çıktı. Yine Beşiktaş da Eskişehir mağlubiyetiyle 12 puan geride kaldı. Biri Messi'yi diğeri C.Ronaldo'yu transfer etse bana göre yine de bu fark kapanmaz. O yüzden lig İstanbul takımları için bitmiştir. Bundan sonra şampiyonluk yarışındayız demek, kendini kandırmaktan başka bir şey değildir. Artık Bursa'yla Trabzon'la devrimcilik oynar, kendinizi tatmin edersiniz.
10 Aralık 2010 Cuma
Mecburiyet
PFDK Beşiktaş-Bursaspor maçı sonrasında her iki kulübe de ağır cezalar verdi. Beşiktaş iki maç tarafsız sahada seyircisiz, Bursaspor ise 2 maç seyircisiz oynama cezasına çarptırıldı. Tabi son günlerde sürekli tartışılan Sporda Şiddet Yasası'nın uygulanması, ya da yeniden yasa yapılması tartışmalarının da etkisi ile taraftarlar "100-150 kişinin yaptığının cezasını tüm taraftar çekiyor." diyerek isyan etmeye başladı.
Öncelikle şunu söyleyeyim:
Futbol Disiplin Talimatı:
MADDE 6 – SORUMLULUK
(1) Ev sahibi kulüp, müsabakanın oynanacağı stadın ve çevresinin düzeninden ve güvenliğinden sorumludur.
(2) Kulüpler, müsabaka öncesinde, esnasında ve sonrasında meydana gelebilecek her türlü olaydan sorumlu olup müsabakanın organizasyonuna ve güvenliğine ilişkin tüm talimatlara uymakla yükümlüdür.
(3) Kulüpler, futbolcularının, görevlilerinin, yöneticilerinin, üyelerinin, özel güvenlik görevlilerinin ve taraftarlarının ihlallerinden dolayı objektif olarak sorumludur.Meydana gelen zarar sorumlulara tazmin ettirilir.
MADDE 51 – SAHA OLAYLARI
(1) Stadyumlarda düzen veya disiplinin ya da müsabakanın olağan akışı içinde oynanmasının veya güvenliğinin sağlanmasına ilişkin kuralları bireysel veya toplu bir biçimde ihlal eden kişiler, iki aydan iki yıla kadar soyunma odasına ve yedek kulübesine giriş yasağı, müsabakalardan men, stadyuma giriş yasağı veya süreli hak mahrumiyeti cezası ile cezalandırılır.
(2) Seyircisi, mensupları, futbolcuları nedeni ile olaylardan sorumlu kulüplere, saha kapatma, veya müsabakayı seyircisiz oynama cezaları ayrı ayrı veya birlikte verilebilir.
(3) Profesyonel futbol faaliyetlerine ilişkin saha olaylarında, sorumlu kulüp hakkında, bu cezalar ile birlikte ayrıca para cezasına hükmedilebilir. Disiplin Kurulu, olayın niteliğine göre, sorumlu kulüp hakkında yalnızca para cezası vermekle de yetinebilir.
(4) Meydana gelen zarar sorumlulara tazmin ettirilir.
Bu iki madde çok açık. Ev sahibi takımın sorumluluğu sadece stadın içini değil aynı zamanda çevresini de kapsıyor. Bu yüzden Beşiktaş stad etrafında meydana gelen olaylardan sorumlu oluyor. Ayrıca yine 6.maddede belirtildiği gibi her iki takım da müsabaka öncesinde meydana gelecek olaylardan sorumludur. Bu yüzden 51.maddede belirtilen Saha Olayları ifadesine stadyumun çevresinde yaşanan olaylar da dahildir. Bunlardan dolayı TFF'ye çemkirmenin bir manası yok. Kendi koydukları kuralı uygulamak zorundalar. Aksi takdirde çifte standart meydana gelir.
Burada tartışılması gereken olaylara karışan ne kadar insan varsa bunların teker teker tespit edilip, stadyumlara giriş yasağı uygulanmasıdır. Ayrıca adlî bir olaya karışmışsa da TCK'nın ilgili hükümlerince de cezalandırılmasıdır. Bunlar yapılmadığı sürece seyircisiz oynama cezaları devam edecektir.
9 Aralık 2010 Perşembe
Şampiyonlar Ligi 6.Hafta Çarşamba Maçları
Şampiyonlar Ligi'nde grup maçları dün akşam E,F,G ve H Gruplarında oynanan maçlarla tamamlandı ve daha önce gruptan çıkmayı garantileyen takımlar arasına Roma, Shaktar ve Arsenal de katıldı.
E Grubu'nda Basel işleri karıştırsa da 6 maç sonunda kuralar çekildiğinde öngörülen sıralama gerçekleşti. Roma Cluj deplasmanında istediği sonucu alarak grubu Bayern'in ardından 2. tamamladı. Basel ise Alman disiplinin kurbanı oldu. Bayern hiçbir iddiası olmamasına rağmen Basel karşısında ciddiyeti elden bırakmayarak 3-0 galip geldi. Schalke de çıkmayı garantilediği maçta Benfica'yı yenmiş, Werder Bremen de hiç iddiası olmamasına rağmen Inter'i yenmişti salı akşamı.
F Grubu'nda kimin kaçıncı olacağı 5. maçlar sonunda zaten belli olmuştu. Formalite niteliği taşıyan maçlarda ise Marsilya Chelsea'yi 1-0'la geçti. Ancak hakemin Chelsea lehine önce penaltı verip sonra kararını değiştirmesi maçın gidişatını değiştirdi. Hakemin verdiği penaltı kararı doğruydu. Zilina ise ilk puanlarını alacak derken 1-0 öne geçtiği maçta Spartak Moskova'ya 2-1 yenilerek Şampiyonlar Ligi'ni puansız kapattı. Spartak Moskova taraftarlarının sahaya meşaleler atmasının sebebini ise anlayabilmiş değilim.
G Grubu'na ölüm grubu dendi ama Real Madrid gruplardan en çok puan toplayan takım olarak bir üst tura çıktı. Auxerre karşısında farklı bir galibiyet alacaklarını tahmin ediyordum zaten. 5-0'ın yaralarını sarmak için böyle sonuçlara ihtiyaçları var. Diğer maçta ise Ajax Milan'ı deplasmanda yenerek kendi işini kendi gördü ve yoluna Avrupa Ligi'nde devam etme hakkı kazandı. Bu maçta Ibrahimovic oyuna sonradan girdi ilk yarı sonunda Ajax'ın 9 şutuna karşın Milan'ın 1 şutu vardı.
H Grubu'nda ise işler son maça kalmıştı. 3 takımın da bir üst tura çıkma ihtimali vardı ama Braga'nın şansı pek gerçekçi değildi. Nitekim Shaktar 15 puanla grubu lider bitirdi. Lucescu'nun Galatasaray'la yaptığını Shaktar'la yapmaması için hiçbir sebep yok. Milan dışındaki tüm muhtemel rakiplerini eleyebileceklerini düşünüyorum. Bir de Inter sıkıntı olur Shaktar için. Arsenal ise zorlandığı maçta Partizan'ı 3-1 yenerek grubu 2. tamamladı. Arsenal ilk yarıda oyun kurmakta bir hayli zorlandı. Partizan orta sahada iyi pres yaparak Arsenal'in oyununu bozdu. 2. yarıya Arsenal daha istekli başlamasına rağmen golü yedi. Arsene Wenger'in Arshavin-Walcott değişikliği ise Arsenal'e galibiyeti getirdi. Sagna maçın son dakikalarında kırmızı kartı gördü.
Böylece Şampiyonlar Ligi'nde grup maçları tamamlandı. Son 16 turunun kura çekimi ise 17 Aralık Cuma günü yapılacak.
8 Aralık 2010 Çarşamba
Xavi-Iniesta-Messi
FIFA Altın Top ödülünde son 3 belli oldu ve ödülün Barcelona takımına gideceği belli oldu. Tabi burada konuşulan Sneijder'in haksızlığa uğraması durumu var. Geçen sene Şampiyonlar Ligi'ni kazanmış ve Dünya Kupası'nda final oynamış ve her iki turnuvada da takımının en iyi oyuncularından biri olmuş Sneijder'in en azından son 3'e kalması gerekirdi. Yine Robben'in de geçen sene muhteşem bir sezon geçirmiş olması da göz önüne alınabilirdi. Ancak seçmenler son 3'e bu isimleri bıraktı. Herkeste bir Barcelona hayranlığı almış başını gidiyor.
Bu ödül Dünya Kupası düzenlendiği yıllarda verildiğinde hep Dünya Kupası'nı kazanan takımın bir oyuncusu bu ödülü almış. Bu durumda şu anda Dünya'nın en iyi futbolcusu olan Messi'nin bu ödülü alması zor gözüküyor. Benim tahminim ise ödülü Xavi'nin alacağı yönünde. Geçen sene de 3. olmuştu. Bu sene büyük ihtimalle Xavi kazanabilir. O olmazsa da finalde golü atan Iniesta alır diye düşünüyorum.
Şampiyonlar Ligi 6.Hafta Salı Maçları
Şampiyonlar Ligi'nde grup maçlarının sonuna geldik. Dün akşam A,B,C ve D Gruplarında oynanan maçların ardından son 16'ya kalan ilk 8 takım belli oldu. Aslında bunlardan 7'si geçen haftadan belliydi. Son bilet için Rubin Kazan ve Kopenhag mücadele ediyordu, kazanan Kopenhag oldu. Barcelona haricindeki diğer garantileyen takımlar ise liderlik mücadelesi içerisindeydiler.
A Grubu'nda Tottenham gollü geçmesini beklediğimiz maçta Twente ile deplasmanda 3-3 berabere kaldı ve Inter'in Werder Bremen'e mağlup olmasıyla gruptan lider çıktı. Tottenham gerçekten de Şampiyonlar Ligi'ne bu sene ayrı bir renk kattı. Yıllardır İngiltere'den aynı 4 takımın Şampiyonlar Ligi'ne katılması ve bunlardan 3 tanesinin her sene en az yarı final oynaması çok can sıkıcı bir durumdu. Tottenham'ın bu zinciri kırması hoş oldu. Sanırım seneye de Manchester City'i buralarda göreceğiz. Inter ise berbat bir sezon geçiren Werder Bremen'e deplasmanda 3-0 mağlup oldu. Benitez bu gidişle sezon sonunu göremez. Hatta Milan bu hafta puan farkını biraz daha açarsa işler iyice sakata girer. Belki de Moratti Dünya Kulüpler Şampiyonası'nı bekliyordur.
B Grubu Şampiyonlar Ligi'nin en kıytırık grubuydu. Fakat bu kıytırık gruptan Schalke son maçta Benfica'yı Portekiz'de yenip lider çıktı. Bundesliga'da 15 maçta 16 puan toplayan takım Şampiyonlar Ligi'nde 6 maçta 13 puan aldı. Ancak bana göre Schalke'nin çeyrek final oynaması içi kura şansına ihtiyacı olacak. Bana göre 2.sırada çıkan takımlardan sadece Kopenhag'ı eleyebilirler. Lyon ise Schalke Benfica'yı yenince liderlik şansını kaybetmişti ama yine de Hapoel'i yeneceklerini düşünüyordum. Fakat onu da beceremediler. Lyon'un bu savunmayla işi zor. Benfica'dan ve Schalke'den deplasmanda 7 gol yemiş bir takımın çeyrek finali göreceğini zannetmiyorum. Bu arada Hapoel'e de yazık oldu ama "Bu zamana kadar aklınız neredeydi?" diye de sormadan edemeyeceğim. Yalnız Zahavi'nin golü tek kelimeyle mükemmeldi.
Bursaspor'un grubu C Grubu'nda Manchester Utd. ile Valencia Old Trafford'da liderlik mücadelesine çıktı. Manchester'ın kendi sahasında yenilmesi durumunda Valencia lider çıkacaktı. Valencia öne geçmesine rağmen üstünlüğünü koruyamayarak 1 puana razı oldu. Maçın özeti ise galibiyeti hakeden tarafın Manchester Utd. olduğunu gösteriyor. Rooney'nin dönmesiyle Manchester Utd. adeta evrim geçirmiş gibi oldu. Rooney'e bir şey olmazsa bu sene en az yarı final göreceklerini düşünüyorum. Zaten geçen sene Bayern'e Rooney sakatlandıktan sonra elenmişlerdi. Valencia ise iyi bir kura çekerse çeyrek final şansı bir hayli artar.
D Grubu'nda Barcelona liderliği garantilemiş bir biçimde belalısı Rubin Kazan'la karşılaştı. Guardiola'nın bir çok önemli oyuncusunu oynatmadığı maçı kazanmayı başardılar. Tabi ilk yarıda Barcelona neredeyse hiç pozisyona girmemişken, Kopenhag'ın önde olduğunu öğrenen Rubin Kazan'ın da maçı bırakmış olması kuvvetle muhtemel. Barcelona'yı muhtemel rakipleri arasında en çok zorlayabilecek 2 takım Inter veya Milan olur. Inter'in geçen seneden nasıl bir potansiyele sahip olduğunu biliyoruz ama o potansiyeli kullanabilecek bir teknik direktörü olmadığını da bu seneden biliyoruz. Milan ise Barcelona'ya çok ters gelebilen bir takım ve Ibrahimovic tehlikesi de mevcut. Kopenhag da Panathinaikos'u yenerek 10 puanla grubu 2. bitirdi. Sanırım gruplardan çıkan ilk Danimarka takımı oldular. Şampiyonlar Ligi'nde bu senenin flaş ekibi onlar.
Şampiyonlar Ligi'nde E,F,G ve H Gruplarında oynanacak maçlarla grup maçları tamamlanacak. Bu akşam 3 takım daha son 16'ya kalacak. E Grubu'nda Basel ya da Roma, H Grubu'nda ise Arsenal, Shaktar veya Braga adlarını bir üst tura yazdıracak. Aslında Shaktar %99 gruptan çıktı ama olsun.
Elde Var Bir
Bursaspor Şampiyonlar Ligi serüvenine Rangers maçıyla nokta koydu ve Sercan'ın 79'daki golüyle tek puanını aldı. Aslına bakarsanız Bursaspor galibiyeti hakeden bir futbol yansıttı yeşil sahaya.
Ertuğrul Sağlam geniş kapsamlı bir rotasyona gitti maçta. Daha önce şans vermediği ya da yeteri kadar şans bulamayan isimleri kullanmak istedi. Rangers ise ilk maçtakine yakın bir kadroyla sahadaydı.
Bursaspor ilk puanlarını almanın isteği ve kendi sahasında oynamanın avantajıyla 90 dakika boyunca oyuna hükmeden taraftı. Rangers ise kontraataklarla gol bulmanın peşindeydi ve bunu 20.dakikada Kenny Miller ile gerçekleştirdiler. Golden sonra Vederson pozisyonda hamle yapmakta geç kaldığından tribünler tarafından protestolara maruz kaldı.
İkinci yarıya Ertuğrul Sağlam Ömer Erdoğan ve Pablo Batalla ile başladı. İlk 10-15 dakika Bursaspor için çok önemliydi. Bu dakikalarda yiyeceği bir gol puan ya da puanlar almasını zorlaştıracaktı. Rangers bu öldürücü darbeyi vurmak için biraz hareketli gibi gözüktü ama cılız ataklar dışında pek bir şey yapamadılar. 60'tan sonra Bursaspor rakip üzerindeki baskısını artırdı. Bu baskı 79'da Sercan Yıldırım'ın golüyle sonuç verdi. 1-1'den sonra Bursaspor galibiyet golünü atacak pozisyona da girmesine rağmen Sercan Yıldırım bu fırsatı acemice harcadı ve maç 1-1 sona ererken Bursaspor da Şampiyonlar Ligi'ni puansız tamamlama tehlikesini bertaraf etmiş oldu.
Bursaspor Şampiyonlar Ligi maçlarında aldığı skorlardan bağımsız olarak giderek artan bir performans gösterdi. İlk 3 maçta etkisiz, rakip kaleye gitmekte zorlanan bir takım vardı. Ama hem Bursa'daki Manchester maçında hem de deplasmandaki Valencia maçında maç 0-0 iken Bursaspor'un çok net pozisyonları vardı. O pozisyonlar gol olmayınca maçların gidişatı aksi istikamette oldu. Bu akşamki maçta ise en azından bir puanı almayı başardı Bursaspor. Yine takım için genel bir değerlendirmede bulunacak olursak yabancı transferleri son derece isabetsizdi. Takımı ileriye götürecek isimler alınmalıydı. Özellikle Nunez'e daha sonra değineceğim.
Maçın yıldızı ise Sercan seçildi. Gerçekten iyi bir performansı vardı ancak takım arkadaşlarıyla daha fazla yardımlaşmalıydı. Günümüz futbolunda bir maç içinde onun kadar çalıma giren 2 futbolcu var. Biri Messi diğeri de C.Ronaldo. Bilmem anlatabiliyor muyum? Onun dışında gerçekten çok yetenekli bir futbolcu. Sürat desen var, top tekniği var, adam eksiltme özelliği var ancak son vuruş hiç yok. Bunun üstüne gitmesi lazım. Rıdvan Dilmen'in her fırsatta anladığı bir şey var. Tanju Çolak'ın her antrenmandan sonra son vuruş çalışması yaptığını söyler. Tanju Çolak bile bunu yapıyorsa Sercan'ın mutlaka yapması gerekiyor. Bu sorununu çözdüğü takdirde Avrupa'da istediği ligde oynar, milli takımın da önemli oyuncusu olur.
Şimdi gelelim Nunez'e. Burada Sergen Yalçın moduna giriyorum. Bu adamı çok aradınız mı? Vasat bir oyuncu bile değil. Adeta rakip takım stoperi gibi oynadı. Zaten bu akşamdan sonra Bursa'da fazla kalamaz. Büyük ihtimal devre arası gider diye düşünüyorum.
6 Aralık 2010 Pazartesi
Hak
Geçen sene son maçta Bursaspor ve Beşiktaş'ı yenip şampiyon olunca artık iki camia arasındaki buzlar erir husumet kalmaz deplasman yasağı da bu sene kalkar diye düşünüyorduk. Ancak dün yaşanan olaylar gösterdi ki "çağ dışı" olarak nitelenen bu uygulamanın devamında fayda varmış.
Bu uygulama çağ dışı bir uygulama olabilir. Ancak bir insan ya da topluluk çağ dışı davranıyorsa çağdaş uygulamaları haketmiyordur. Medeniyetin beşiği olarak nitelendirebileceğimiz Fransa'nın PSG kulübü de taraftarına deplasman yasağı getirmedi mi geçen sene? Durduk yerde böyle bir karar almadı herhalde bu adamlar. Taraftarlarının yaptığı ırkçılık ve çıkardığı olaylar buna sebep oldu. Burada ise daha böyle olaylar yaşanmadan bu yasak getirildi. Bir nevî önlem alındı. Dün yaşananlardan sonra da bu iş uzun süre böyle devam edecek gibi gözüküyor.
"Yenilsen de Yensen de" programında Cumartesi günü bu maça bir hayli geniş yer verilmişti. Programda hep "Statlar kötü, polisler kötü yok Avrupa'da böyle davranmıyor polis." minvalinde şeyler söylendi. Allah aşkına deplasmana gidenler efendi efendi oturuyordu da polis gelip durduk yere mi copladı, biber gazı sıktı ya da orantısız güç kullandı. Hiç kimse bana bilimum kesici, delici, yaralayıcı ekipmanla maça giden bir insanın tek derdinin "takımını deplasmanda yalnız bırakmamak" olduğunu söylemesin. Aynı şeyler olaylara karışıp Bursaspor taraftarlarını yaralayan Beşiktaşlılar için de geçerli. Bu insanların derdi futbol falan değil. "Hak verilmez alınır." diye bir laf var. O laf boşuna söylenmiş laf değil. Her iki takım taraftarı da deplasmana gitmeyi hakedene kadar bu yasağın devamında fayda var.
Bu işin çözümüne gelecek olursak. Bu işi çözecek insanlar yöneticiler, valilik, emniyet falan değil. Bunlar sadece olaylar engellemek için tedbir alabilir. Ancak olay çıkaracak adamı engelleyemezler. Nitekim engelleyemediler. Bu işi çözecek olanlar taraftarlardır. İki kulübünde önde gelen taraftar grupları var. Eğer hakkaten bu insanların derdi deplasmana gidebilmek, takımına destek olabilmekse internet sitelerine bildiri koysunlar. "Biz bu işi sonlandırmak istiyoruz." desinler. Bir yerde buluşulsun, oturulsun, konuşulsun hatta baklavalar ikram edilsin geçmişte yaşananlara bir sünger çekilsin. Zaten çağdaş insan davranışı da budur. O zaman "çağ dışı" olarak nitelenen uygulamalara son verilir, insanlar da hakettiği muameleyi görürler.
2 Aralık 2010 Perşembe
2018 Rusya'da 2022 Katar'da
FIFA 2018 ve 2022 Dünya Kupaları'na ev sahipliği yapacak ülkeleri bugün açıkladı. Turnuvalar daha önce ev sahipliği yapmamış olan Rusya ve Katar'a verildi.
2018 için 4 aday vardı. Rusya'nın dışında İngiltere, Portekiz-İspanya ve Belçika-Hollanda adaylıkları vardı. Aslında bu turnuvayı düzenlemeye en yakın ülke İngiltere olarak görülüyordu. 2 ülke ortaklıklarına ise FIFA'nın sıcak bakmamasından dolayı Portekiz-İspanya ve Belçika-Hollanda adaylıklarının şansı azalıyordu. Oysa ki bu ülkelerin ulaşım konusunda Rusya'ya göre çok daha fazla avantajı vardı. İngiltere ise bu turnuvayı düzenlemek için çok hırs yaptı ve belki de bu hırsının kurbanı oldu. Özellikle medyada FIFA İcra Kurulu üyeleri ile ilgili yaptıkları haberler diğer üyeleri ayar etmiş olacak ki İngiltere ev sahibi olamadı. Doğrusu iyi de oldu çünkü çok antipatik olmaya başlamışlardı.
2022 için ise 5 aday vardı. Bu adaylar Katar, Avustralya, ABD, Japonya ve Güney Kore'ydi. Japonya ve Güney Kore 2002'de birlikte düzenledikleri için 2022'yi tekrar almaları zor görünüyordu. Yine Japonlar 3D yayınla ve hologramik olaylarla bir yenilik getirme çabası içerisine girdiler ama Güney Kore'nin sunduğu yeni bir şeye şahit olamadık. ABD ise yine yakın sayılabilecek bir zamanda ev sahipliği yaptığından şansı epey azdı. Geriye ise Avustralya ve Katar kalmıştı. Avustralya'da maçların yayın saati Avrupa'ya çok ters kaldığından bir sıkıntı söz konusuydu. Bunun sonucunda da 2022 Katar'a verildi. Tabi Katar'ın küçük bir ülke olmasından dolayı statlar çok küçük bir alana dağılmış olacak. Ayrıca sıcaklık da önemli bir sorun olacak. Her ne kadar statlara son teknoloji soğutma sistemleri konulacak olsa da statların dışında sıkıntılar yaşanacaktır.
FIFA 1994'ten bu yana daha önce Dünya Kupası düzenlenmemiş kıtlara şans veriyor. 94'te ilk defa Kuzey Amerika'da, 2002'de ilk defa Asya kıtasında, 2010'da ise Afrika kıtasında Dünya Kupası düzenlendi. 2014 sırası Güney Amerika'ya geldiğinden organizasyon Brezilya'ya verildi. 2018'de ise sıra Avrupa'daydı ve daha önce ev sahipliği yapmayan Rusya'ya verildi. 2022'de Ortadoğu'ya şans verildi. FIFA'nın futbolu daha geniş kitlelere yayma isteği özellikle Katar kararında önemli bir faktör. Diyeceğim ki acaba biz Avrupa Şampiyonası yerine Dünya Kupası'na mı kassak? Gerçi bu Blatter bize ayar oluyor bize vermezler.
Gizli Gizli
Elano'nun gelişi de gidişi de gizli gizli oldu. Spor kamuoyunun o zamanlar alışık olduğu üzere Haldun Üstünel "pat" diye kaliteli futbolcuları Galatasaray'a transfer ederken o isimlerden biri de Elano'ydu. Yine beklenmedik bir anda Elano Galatasaray'dan ayrıldı. Tıpkı Keita gibi. Aslında Brezilya basınında bu transferle ilgili haberler çıkmış ama bunlar daha bizim medyaya yansımadan bu gidiş de gerçekleşti.
Elano geçen sene zaten çok kaliteli olan Galatasaray kadrosuna eklenen son parçaydı. Belki de bu son parça olmasından dolayı geçen sene takımın iyi oynadığı dönemlerde henüz yeni geldiği için tam etkili olamadı. Sonra takımla birlikte O da düşüşe geçti. Türkiye'ye geldiğinde kendisinden beklenen takımın zorlandığı maçlarda sazı eline alıp maçı çevirebilmesiydi. Ancak Dünya Kupası'ndaki performansı gösterdi ki Elano iyi bir takımda oynarsa iyi futbol oynayabilen bir adamdı. Maç alacak bir futbolcu değildi.
Bu gidiş şimdi gerçekleşmese devre arasında en kötü ihtimalle ise sezon sonunda olacaktı. Görünen o ki devre arasında Galatasaray oraya Hagi'nin istediği bir futbolcu alacak. Ancak Galatasaray bu transferi yaparken gelecek yılları da planlamalı. Tabi santrafor mevzusundaki gibi değil.
İşin bir de maddi boyutu var. Galatasaray resmi internet sitesinde Elano'nun Santos'a transferi ile ilgili olarak yapılan açıklamada işin maddi boyutu geniş kapsamlı bir biçimde ele alınmış. Elano'nun bu yıl için alacaklarından feragat ettiği ve Santos'un daha yüksek bir bedelle oyuncuyu elden çıkarması durumunda transferden %50 pay alınacağı söylenmiş. İkinci seçenek pek ihtimal dahilinde değil. Ancak bu yıl alacağı paranın Galatasaray'ın kasasından çıkmayacak olması Elano'nun burada kalmak istemediğinin açık bir göstergesi. Zaten sene başında satılacak diye ismi UEFA'ya da bildirilmemişti.
Bu gidişler Elano ve Misimoviç'le sınırlı kalmamalı. Galatasaray'da misyonunu tamamlamış birçok oyuncu var. Bunların başında Servet, Ayhan Akman, Barış Özbek ve geçen sene gelmesine rağmen Mustafa Sarp geliyor. Ayrıca Galatasaray'da yeri olmayan Ali Turan, Gökhan Zan ve Serdar Özkan'ı da unutmamak lazım. Onun dışında bir sezon boyunca maçların ancak yarısında görev yapan Kewell, sürekli sakatlanan Baros ile ilgili olarak da ciddi ciddi düşünülmelidir. Yine bu gidecekler listesine Pino da eklenebilir. Ancak bu işleri yapmayı hakedenlerin Galatasaray'ın Adnan Polat başkanlığındaki mevcut yönetiminin olmadığı aşikardır. Galatasaray'ın bir takım radikal kararlar alması şarttır ve bunların içine Galatasaray yönetimi ile ilgili olanlar da dahildir.
30 Kasım 2010 Salı
Mourinho Savunma Oynatabilir miydi?
Dün akşam Real Madrid 5-0 kaybedince Jose Mourinho'nun tıpkı geçen sene Inter'deyken yaptığı gibi bir savunma yapması gerektiği söylenmeye başladı.
Öncelikle geçen seneki yarı final maçlarıyla ilgili olarak şunları söylemek gerekiyor. Her iki maçta da hakemlerin tartışmalı kararları vardı. Hatta yanlış hatırlamıyorsam ilk maç sonunda Mourinho geçen sene de Barcelona'nın hakem hatalarıyla Chelsea'yi elediğini söylemişti.
Ayrıca Barcelona'da oynanan rövanş maçını Inter kaybetmiş, sadece turu geçecek skoru elde etmişti. Yine Barcelona'nın hakemin tartışmalı kararıyla sayılmayan bir golü de vardı. O maç için o futbol doğruydu. Sonuçta tek farklı mağlubiyetten bir şey olmazdı. Fakat dün akşam Real Madrid'e tek farklı mağlubiyetten fazlası lazımdı. Kaldı ki Real Madrid'in geçen sene Inter'in yaptığını yapması kolay değildi.
Ayrıca Real Madrid Inter'in oynadığına benzer futbolu 5 maçlık serinin ilk maçında oynamıştı. Schuster'in "Barcelona'yı yenemeyiz." açıklamasından sonra Juande Ramos takımın başına getirilmiş, Real Madrid oyunu tamamen kendi yarı sahasında kabul etmiş Casillas penaltı kurtarmış fakat son dakikalarda yenilen gollerle 2-0 mağlup olmuştu. Yani benzer bir futbol daha önce denenmiş fakat başarıya ulaşamamıştı. Öte yandan o maçla bu maç arasında iki takımın durumları bakımından farklar var. O zaman Barcelona her kulvarda tozu dumana katarken Real Madrid başarısız sonuçlar alıyordu. O maç öncesinde tarihi fark beklentisi vardı. Tıpkı bu seneki Fenerbahçe-Galatasaray derbisine benziyordu. Fakat bu sene Real Madrid Nou Camp'a namağlup lider gitti ve Mourinho ve futbolculardan insanların farklı beklentileri vardı. O yüzden savunma oynayamazdı.
Ortada böyle örnekler varken benzer bir anlayışla çıkıp kaybedeceğime kendi oyunuma bakarım diye düşündü ama fena çuvalladı. Jose Mourinho Porto, Chelsea ve Inter'de şampiyonluklar kazandı ama Real Madrid ile kazanacağı bir La Liga şampiyonluğu hiç kuşkusuz kariyerinin en önemli şampiyonluğu olacaktır.
Rüzgar Eken Fırtına Biçer
Bu akşamki El Clasico için söylenebilecek atasözlerinden bir hiç tartışmasız herhalde budur. Mourinho ile Barcelona arasındaki rekabete 6 senedir Şampiyonlar Ligi bazında tanık oluyorduk. Geçen sene Inter'in başındayken finale çıktığında orta sahaya koşup deliler gibi sevinen Mourinho, yine Chelsea'nin başında olduğu zamanlarda da Nou Camp'ta atılan gollerden sonra delicesine seviniyordu. Tabi tüm bunlar Barcelona ile Mourinho arasındaki gerginliği daima artırdı. Mourinho'nun takımlarının Nou Camp'ta hep eksik kalması hiç şüphesiz tesadüf değildir. Bu akşam da bu gelenek Sergio Ramos ile devam etti.
Geçen sene El Clasicolarda hem Pellegrini hem de Guardiola bazı ofansif oyuncularından feragat etmiş maçlar beklentinin altında geçmişti. Bu akşam da Mourinho'nun da orta sahaya Xabi Alonso ve Khedira'nın yanına Lassana Diarra'yı da eklemesini bekliyordum. Fakat Mourinho Higuain hariç ideal 11'iyle sahaya çıktı. Guardiola'nın da geçen seneden esinlenerek orta sahaya Mascherano'yu koymasını bekledim ama o da ideal 11'iyle sahaya çıkmayı tercih etti.
Maçın 0-0'lık ilk 10 dakikalık bölümünde Real Madridli oyuncular top Barcelona'dayken 11 kişi topun arkasına geçip savunmayı da önde kurarak oyunu 30 metreye sıkıştırmaya çalıştılar. Ancak Barcelona o 30 metrelik aralıkta bile inanılmaz işler yaptı. Zaten daha maçın başında Messi'nin mükemmel vuruşu direkten dönünce maçın Barcelona için sıradan bir La Liga maçı gibi geçeceği belli olmuştu. Bir tarafta Barcelona vardı ama karşısındaki takıma Real Madrid demeye 1000 şahit lazımdı.
18 dakikada maç 2-0 olunca Real Madridli oyuncular oyun disiplininden koptular. Cristiano Ronaldo bir şeyler yapmanın derdine düştü. Guardiola ile yaşadığı gerginlik Real Madrid'i biraz canlandırsa da birkaç korner dışında Real Madrid bir şey üretemedi.
2.yarıya Jose Mourinho Diarra-Mesut değişikliğiyle başladı ama o dakikadan sonra allame-i cihan olsanız -ki Mourinho belki de öyledir- maçı çevirmesi mümkün değildi. Yıllardır Barcelona'yı yakından takip ediyorum. Öne geçip kaybettiği bir bu sene Süper Kupa'daki Sevilla maçını hatırlıyorum kaldı ki rövanşta kazandılar. Onun dışında sanıyorum 1-2 tane içeride oynadıkları Villareal maçında berabere kaldılar. Yalnız bu kadar konsantre olmuş bir Barcelona'nın bu maçı kazanamaması için mucizelere ihtiyacı vardı "Special One"ın.
Real Madrid 2.yarıya golle başlayıp maça ortak olmanın peşindeydi. Ancak Messi buna izin vermedi. İlk önce kendisi bir şut denedi savunmadan döndü. Baktı ki yine Mourinho'nun takımlarına karşı gol orucunu bozamayacak "Ben de asist yapar perişan ederim." diye düşünmüş olacak ki 3 dakikada yaptığı 2 asistle Villa'ya 2 gol attırdı ve maç 4-0'a geldi. Bu dakikadan sonra Barcelona Real Madrid ile adeta "alay" etti. Topuk pasları mı istersin, bacak arası mı istersin, arka arkaya 30-35 pas mı istersin? Hepsini yaptı Barcelona. Tabi bunda Mourinho'nun Real Madrid'ine karşı oynamanın da verdiği duygunun payı büyüktü. Bu takım deplasmanda 6-2 kazandığında ya da Roma'da Şampiyonlar Ligi şampiyonu olurken bu tip işlere kalkmamıştı. 5-0 olunca da beklenen oldu. Hakem ne kadar kırmızı kart çıkarmamak için uğraşsa da Sergio Ramos kayış kopardı gitti Messi'ye arkadan daldı arada Diarra'yı da götürdü ve kırmızı kart gördü. Yine milli takımdan arkadaşları Puyol ve Xavi'ye yaptığı hareketler de terbiyesizceydi.
Jose Mourinho'ya eleştiri yapmak çok garibime gidiyor ama bu akşam kesinlike kendi oyununu oynamaktansa Barcelona'yı durdurmanın yollarını aramalıydı. Maç 5-0 oldu diye böyle yazıyor değilim. Çünkü dünya üzerindeki hiçbir takımın Nou Camp'a gidip de kendi oyununu oynayarak oradan başı dik ayrılması mümkün değil. İddia ediyorum Barcelona dışındaki takımlardan bir Dünya Karması oluşturun Nou Camp'ta Barcelona'nın karşısına koyun kendi oyununu oynamaya kalkarsa perişan olur. Hele bir de Barcelonalı oyuncular bu maça konsantre oldukları gibi konsantre olurlarsa hiç şansları olmaz. O yüzden Jose Mourinho'nun öncelikle rakibi durdurması gerekirdi. Çünkü Real Madrid diğer takımlara ne kadar çok gol atarsa atsın Barcelona ile aşık atacak düzeye henüz gelemedi. Zaten buna zaman da yok. Adamlar sadece Guardiola dönemini saysak bile 2,5 yıldır bu futbolu oynuyor. Kaldı ki Rijkaard ile birlikte evveliyatı var. Oysa Jose Mourinho sezonun ilk haftasından itibaren sayarsak 3 aydır Real Madrid'in başında. 3 aylık bir takımın 2,5 yıllık bir takıma böylesine üst düzey bir maçta oyununu kabul ettirmesi eşyanın tabiatına aykırı.
Barcelona'da tüm futbolcular mükemmel oynadılar. Real Madrid'de ise sadece Pepe'yi beğendim. O da Messi'den çalım yemediği için. Casillas ise çaresizdi.
Son olarak maç yüksek tempolu seyir zevki yüksek bir maçtı. Maçın başından kalkıp mutfağa çay almaya gidemedim. Tabi zaman zaman gerginlikler de yaşandı. Ronaldo ile Guardiola arasındaki gerginlikte iki tarafta suçlu gibi ama Ronaldo daha suçlu. Çünkü topu almaya giden adam sadece topu almak ister adamı itmez. Öte yandan Messi gibi bir futbolcudan Carvalho'yu attırmak için bu kadar ucuz numaralara girmesini beklemezdim. Maç 2-0 bitseydi o pozisyondan Jose Mourinho'ya iyi malzeme çıkardı. Sergio Ramos ise hakemin tüm çabalarına rağmen kırmızı kart görmeyi başararak Mourinho'nun geleneği devam ettirdi. Maçın hakemi de oyunu fazla kesmemeye özen göstererek temponun yükselmesine katkı sağladı. Ancak Real Madridli oyuncuları atmamak için de bir hayli uğraştı.
Maçtan önce Jose Mourinho'nun takımı 5-0 mağlup olacak diye 100 kişiye sorsalar "Olmaz öyle şey." derlerdi. İşte Barcelona bugün "olmaz" denileni yaptı. Bu 5-0'lık skor kolay kolay hazmedilecek bir skor değil. Başlıkta "Rüzgar eken fırtına biçer." dedik. Acaba 2. maçta karma felsefesi devreye girer de bu fırtına kasırgaya dönüşür mü, merak içindeyim.
29 Kasım 2010 Pazartesi
El Clasico Zamanı
Barcelona ile Real Madrid bu akşam TSİ 22.00'da Nou Camp'ta karşılaşacak. Dünyanın gözü bu maçta olacak. Maç NTV Spor'dan canlı yayınlanacak.
Bu maç için bir tahmin yürütmek hakikaten çok zor. Bir tarafta öve öve bitiremediğimiz Barcelona diğer tarafta ise Mourinho'nun Real Madrid'i. Maçın kaderine tesir edecek o kadar çok adam var ki tahmin yapmak imkansız hale geliyor.
Bu maçın değerlendirmesine Real Madrid cephesinden başlamak daha doğru olacak diye düşünüyorum. Öncelikle Real Madrid Barcelona'ya lider geliyor ve ben Mourinho'nun ilk etapta buradan lider ayrılmanın hesapları içinde olabileceğini düşünüyorum. O yüzden bir beraberlik Real Madrid'i üzmeyecektir. Bunun için de Mourinho'nun öncelikli amacı Barcelona'yı durdurmak olacaktır. Ancak bunu geçen sene Inter'deyken yaptığı gibi 9 kişiyi ceza sahasına çekerek yapacağını düşünmüyorum. Çünkü buradan duyduğumuz, bildiğimiz kadarıyla Real Madrid camiasının basınıyla, taraftarıyla bu tip bir futbol anlayışını kabul etmesi mümkün değil gibi gözüküyor. Öyle ki sene başında maçlar kazanılmasına rağmen gol yollarında sıkıntılar yaşandığından Mourinho özellikle Marca Gazetesi'nden eleştiriler almış, statta homurdanmalar duyulmuştu. O yüzden Inter'in 2.maçta oynadığı futbola benzer bir oyun ortaya çıkacağını sanmıyorum. Geçen sene ilk maçta oynadığına benzer bir oyun çıkabilir belki ama o maçta da Eyjafjallajökull'un ve hakemin bazı hatalı kararlarının da payı vardı. Öyle ki maçtan sonra Mourinho "Geçen sene de Barcelona Chelsea'yi hakem hatalarıyla eledi." demişti.
Bu maçta Mourinho savunmaya hiç şüphesiz biraz daha öncelik verecektir. Çünkü Xabi Alonso ve Khedira'nın sadece ikisi Barcelona'yı durdurmaya yetmez. Di Maria'nın kısıtlı yardımları da yetmeyecektir. Bu yüzden savunması hiç olmayan Mesut Özil'i bu maçta kullanmayabilir onun yerine Lassana Diarra'yı oynatabilir Mourinho. Çünkü C.Ronaldo ve Higuain savunmaya hiç yardım etmiyorlar. Bir de Mesut oynarsa bu lükse kaçar.
Son olarak Real Madrid'in bu maçtaki en önemli hücum silahlarından biri duran toplar olacaktır. Çünkü Barcelona kısa bir takım ve bu tip toplarda sıkıntı yaşayabilecek bir takım. Öyle ki 6-2'lik maçta yanlış hatırlamıyorsam Real Madrid 2 golü de duran toptan atmıştı.
Barcelona ise sistemi belli olan bir takım. Her maça aynı anlayışla çıkıyorlar. Ama o sistemi mükemmel uyguluyorlar. Ancak bu sistemin de bir dezavantajı var, sıkıntıya düştüğün maçlarda alternatifini üretemiyorsun. Ancak Guardiola geçen sene Real Madrid maçlarında bir takım değişiklikler yapmıştı. Örneğin geçen sene Nou Camp'taki maçta Ibrahimovic'i kenarda bekletmiş, Santiago Bernabeu'daki maçta ise Dani Alves sağ açık gibi oynamıştı. Ama Inter maçlarında Mourinho'nun tuzağına düşmüş gerekli değişiklikleri yapmayınca finale çıkamamıştı. Guardiola Real Madrid maçlarına fazla kafa yorduğundan Villa-Messi-Pedro üçlüsünden Pedro'yu kesip oraya Iniesta'yı koyup, orta sahaya mücadeleci Mascherano'yu koyabilir. Bunun dışında bir değişiklik yapacağını sanmıyorum.
Geçen yıl oynanan El Clasico maçları bol gollü geçmesi beklenen ama kısır geçen maçlar olmuştu. Umarım bu maç en azında TGS 4-6 biter. İddaa TGS 4-6 oynamadım sadece temenni.
Her Maçın Canı Ayrıdır
Galatasaray ile Beşiktaş Ali Sami Yen'deki son derbide karşı karşıya geldiler ve son maçı Beşiktaş 2-1 kazanarak şampiyonluk yarışına az da olsa tutunmuş oldu. Galatasaray ise bu sezon 7. mağlubiyetini alarak sezonu kapattı. Bana sorarsanız aslında 2. hafta sonunda Galatasaray sezonu kapatmıştı.
Maç öncesinde Beşiktaş'ın bu maçı kazanmasını çok zor görüyordum. Çünkü ileri uçta oynayan oyuncuları formsuzdu ve Beşiktaş'ın bu adamlarla gol bulabilmesi kolay gözükmüyordu. Öte yandan Hagi'nin gelmesiyle daha defansif oynayan Galatasaray'ın derbilere uygun bir oyun formatı var gibi gözüküyordu ve bunun Galatasaray için bir avantaj olabileceğini düşünüyordum. Ayrıca istatistikler de Galatasaray'dan yanaydı.
Ancak böyle olmadı. Ali Turan'ın yaptırdığı penaltı bütün dengeleri alt üst etti. Gol atmasını ummadığım Beşiktaş 1-0 öne geçti. Hiç kimse kusura bakmasın ama Ali Turan'ın Galatasaray'da sağ bek oynaması korkaklıktan başka bir şey değildir. Hıncal Uluç gibi oldum ama öyle. Bu adam sene başında Sabri'nin yokluğunda sağ bek oynarken rakipler o bölgeden adeta maden bulmuş gibi saldırıyor, pozisyonlar buluyor, goller atıyordu. Böyle bir durum varken, elinde de Sabri varken hala Ali Turan'ı orada oynatıyorsan sende sıkıntı var demektir. Zaten hücumda çoğalma sıkıntısı yaşıyorsun. Galatasaray'ın yakaladığı pozisyonlarda kadrajda en fazla 4 sarı kırmızı forma giyen adam görebiliyoruz. Bir de sen hücum edebilen bekini orta sahaya çekip stoperden bozma sağ bek oynatıyorsun. Hakan Balta da fazla çıkan bir adam değil. 4 tane adam kafadan gitti zaten. Cana ile Ayhan da hücuma katılmıyorlar 2 adam da ordan gitti. Kalıyor geriye 4 adam. 4 kişiyle gidip de maçı çevirmen için ancak rakibin Ali Turan gibi bireysel hatalar yapması gerekiyor. Ersan 2 pozisyonda hata yaptı ama ileride gol atabilecek adamın olmadığından onları değerlendiremedin. Yalnız bu konuda Hagi'ye eleştiri getirmek doğru değil. Mehmet Batdal olsa golleri atardı diyemeyiz. Baros da sakatlıktan yeni çıktı. Burada suç santrafor transfer etmeyen yönetimde veya sene başında santrafor transferi istemeyen Rijkaard'ta.
Beşiktaş da öyle inanılmaz işler yapmadı. İlk yarıda penaltı haricinde pozisyonu yok. Ama Hagi'nin yaptığı her değişiklik Beşiktaş'ı ileri götürdü. Önce Pino'yu esas yerine çekip Mehmet Batdal'ı oraya soktu böylece özellikle Ersan'ı çok rahatsız eden Pino yerine markajı kolay Mehmet Batdal oyuna girdi ve Beşiktaş'ın stoperleri rahatladı. Daha sonra Servet'i çıkarıp Barış'ı aldı böylece Nobre rahatladı etkili olmaya başladı. En sonda Elano çıkıp Baros girince Schuster Necip'i orta sahaya koydu ve Guti rahatladı. Böylece Beşiktaş 2.golü de buldu. 90+1'deki gol ise en azından Galatasaray'ın gol orucunu bitirdi.
Maçın hakemi Cüneyt Çakır 2-3 sene öncesine kadar kartına çok başvuran bir hakemdi. Örneğin Hilbert'in sarı kartı varken yaptığı bir hareket var ki eski Cüneyt Çakır Hilbert'i 2.sarıdan atardı. Yine Bazı Beşiktaşlı taraftarlar da Cana'nın atılması gerektiğini savunuyorlar.
Bu sonuçla beraber uçurumdan aşağı düşen Beşiktaş tutunacak bir dal yakalamış oldu. Şimdi Beşiktaş'ın yapması gereken o dala sıkı sıkı tutunup yukarıya tekrar çıkabilmek. Galatasaray ise artık lige havlu attı. Yazının başında da belirttiğim gibi bana göre Galatasaray ilk 2 maçını kaybedince zaten şampiyon olamayacağı belliydi. Çünkü bir çok zor maçını oynamamıştı. Belki mağlup olması beklenen bazı maçlarda Galatasaray daha sonra mağlup olmadı ama sonuçta 7 mağlubiyete ulaştı. Son yıllarda ligde şampiyon olan takımlar maksimum 6 mağlubiyetle şampiyon olmuşlar. Bu da demektir ki tepeden tırnağa radikal kararlar almanın zamanı geldi.
Son olarak Harry Kewell hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Galatasaray taraftarının sevdiği oyuncuların başında Harry Kewell geliyor şüphesiz. Tabi sevilmeyecek adam değil de bu ilginin aşırı olduğunu düşünüyordum. Çünkü sürekli sakatlıklar yaşayan sezon boyunca oynanan maçların ancak yarısında forma giyebilen bir oyuncu. Ama dün akşam ceza sahasındaki bir pozisyon sonrasında neden bu kadar sevildiğini anladım. Harry Kewell ceza sahası içersinde yerde kalmasına rağmen pozisyonu devam ettirip gol atmaya çalıştı. Başka bir futbolcu olsa devam etmez hakemden penaltı bekler ve birçok hakem de o pozisyonda penaltıya hükmedebilirdi. Gerçekten de çok asil bir davranıştı. Keza Neill'ın Nobre'nin sarı kart gördüğü pozisyonda hakeme "Sarı kartlık bir şey yok." şeklindeki hareketi de centilmenceydi.
28 Kasım 2010 Pazar
FM 2011 Değerlendirmesi
Her FM serisinde olduğu gibi yine ilk önce Fenerbahçe'yle oyun açtım. Taktik, antrenmandı derken ayarları yaptıktan sonra düşük transfer bütçesi nedeniyle sadece Manisaspor'dan Okay Yokuşlu'yu cüzî bir fiyata transfer ettim.
Şampiyonlar Ligi ön elemesinde ilk turda Unirea Urziceni ile karşılaştım. İçeride 3-1 deplasmanda 2-0 kazanarak Zenit'in rakibi oldum. Lige de Bucaspor galibiyetiyle başladım. Zenit ile ilk maçımı deplasmanda oynadım ve 0-0 berabere kaldım. Fakat maçın çok sert geçmesi sebebiyle birçok oyuncum haftasonu oynayacağım Gaziantep maçına hazır değildi ve ben de geniş kapsamlı bir rotasyon yapmak zorunda kaldım. Bu rotasyonun faturasını 3-1 yenilerek ödedim. Rövanş maçında da içeride kontradan yediğim golle 1-0 mağlup oldum ve Avrupa Ligi'nin yolunu tuttum. Avrupa Ligi'nde Basel, Rosenborg ve Dundee Utd. ile eşleştim ve 5 galibiyet 1 beraberlikle gruptan çıktım. Bu arada içeride 0-2 geriye düştüğüm Dundee Utd. maçını 3-2 kazanmasını da bildim.
Ligde de işler iyi gitti. Fikstürde Trabzonspor'u takip ediyordum. Bursaspor ise lige 8'de 8'le başladı. Ben ise aldığım bir mağlubiyet yüzünden onları 3 puan geriden takip ediyordum. 9.haftada Trabzon Bursa'yı deplasmanda yendi, ben de içeride yenince 10.hafta sonunda Bursa'nın 3 puan önüne geçmiş oldum. Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzon'la ilk yarıda içeride oynadım ve hepsini yendim. İlk yarının son haftası ise ligin 15.si Manisaspor'a deplasmanda çok kötü bir maçın ardından 1-0 yenilerek Bursa'yla aramdaki farkı 9'a çıkaramadım.
Ara transfer döneminde Güiza'yı satılık, Bilica'yı ise kiralık olarak Lazio'ya gönderdim. Sözleşmelerinin bitimine 6 ay kaldığından Mahamadou Diarra ve Selçuk İnan'ı beleşe aldım. Transfer dönemi bittikten sonra Lugano "Hoca ben gitmek istiyorum bana yardımcı olursun." dedi. Ben de "Yaza gönderirim." dedim. Onun alternatifi hazır zaten. Freiburg'dan Ömer Toprak.
Türkiye Kupası'nda da çok kolay bir gruba düştüm. Orduspor, Denizli, Kayseri Erciyes ve Altay'la oynadım. Orduspor maçındaki rotasyondan dolayı berabere kalınca diğer maçlara as oyuncularla çıkıp rahat kazandım. Ardından çeyrek finalde Galatasaray ile eşleştim. İlk maçı içeride oynadım. Galatasaray'ın birçok önemli oyuncusu eksikti ve ben de bundan en iyi şekilde yararlanmalıydım. Kadıköy'de seyirciyle birlikte rakibi baskı altına aldık ve 2-0 kazandık. Rövanşın ise zor geçeceği belliydi. Galatasaray 90 dakikayı 2-0 önde kapattı ve maç uzadı. Uzatmalarda Semih skoru 2-1 yapmayı başardı. Galatasaray 3. golü attı ama Semih'in attığı golle yarı finale çıkan taraf ben oldum.
İkinci yarıya Bucaspor deplasmanında aldığım galibiyetle başladım. Trabzon maçına kadar tüm maçları kazandım. Trabzon deplasmanında sarı kart cezalısı Lugano'nun yokluğunu hissettik ve 1-0 kaybettik. Avrupa Ligi'nde de Rapid Wien ile eşleştik. İki maçı da kazanıp bir sonraki turda Şampiyonlar Ligi'nden gelen Bursaspor'u eleyen Juventus'a rakip olduk. İlk maçta Krasic'i durduramayınca içeride 2-1 yenildik. Deplasmanda ise yardımcı antrenörün tavsiyesine uyup 4-2-3-1 oynadık. Fakat savunmada yaptığımız hatalardan dolayı 3-2 kaybettik ve Avrupa defterini kapadık.
Arka arkaya oynadığımız maçlar oyuncuları kötü etkilemeye başladı. Alex yokları oynuyordu ve maçları zar zor kazanabiliyorduk. İçeride Kayserispor'u 3-2 yendikten sonra maç sonu oyunculara "Yeteri kadar iyi değilsiniz." dedim. Hay demez olaydım. Squad Harmony'nin içine ettik. Bekir'le Emre mutsuz oldular. Bekir'i bir şekilde hallettik de Emre geldi rest çekti. Ben de "Haddini bil, hocan var karşında." falan deyince, "Pişman olacağım şeyler söylemek istemiyorum." dedi çekti gitti. Sonra transfer listesine konmak istedi. Ben de reddettim. Bu olaydan sonra Emre'yle her maç öncesinde ayrı motive etsem de bir daha benle konuşmaya yanaşmadı. Beyefendinin bana tahammülü yokmuş. Herhalde göndermek zorunda kalacağız.
Tabi takım kötü oynamaya başladı. Ligin zayıf ekiplerinden Konya'yla deplasmanda oynadığım maçı duran toplardan attığım 2 golle 2-0 kazandım. Kötü oynamamıza rağmen oyuncuların moralini yükseltmek için "Aferin iyi oynadınız." falan dediysem de kâr etmedi ve bir sonraki hafta Tita ve Necati Ateş içeride bizi perişan etti. 2.sıradaki Gaziantep'in nefesini yavaş yavaş hissetmeye başladım. Çünkü zor maçlar geliyordu takım iyi oynamıyordu. Ardından deplasmanda Bursa ile berabere kalıp içeride Karabük'ü yendikten sonra yaptığı transferlere rağmen taraftarlarına hayal kırıklığı yaşatan Beşiktaş'a konuk oldum. Beşiktaş hakkaten çok kötü gitti. Öyle ki Türkiye Kupası'nda gruplara bile kalamadılar. Beşiktaş Schuster'i gönderip "bizim evladımızdır" deyip Rıza Çalımbay'ı teknik direktörlük koltuğuna oturttu. Bu maçta fazla iyi oynamasam da 3-4 kez rakip kaleye gitmeme rağmen attığım 2 golle 2-1 galip geldim. Bu sonuçla artık şampiyonluğa çok yakındım fakat Gençlerbirliği ile içeride 2-2 berabere kaldım. Tabi bunda haftaiçi Trabzonspor ile oynayıp 2-0 kazandığım Türkiye Kupası yarı finalinin de etkisi vardı. Devre arasında 3 değişiklik yapınca Alex'in sakatlanmasıyla maçta 10 kişi kaldım. 2-1 öne geçer geçmez 2.golü kalemde görünce yıkıldım. Fakat şampiyonluk için kalan 4 maçta 4 puan bana yetiyordu. Belediye'yi deplasmanda Sivas'ı da içeride 4-0 yenip ligin bitimine 2 hafta kala şampiyon oldum. Yarı final rövanşında da Trabzon'u yardımcı antrenörün tavsiyesine uyarak 2-0 yendim ve finaldeki rakibim Sivasspor oldu.
Türk Telekom Arena'ya ise şampiyon sıfatıyla geldim 33.haftada. "Galatasaray taraftarı Fenerbahçe'yi alkışlar mı?" tartışmalarının döndüğü maç birçok defa hakem tarafından durduruldu. Şaka şaka öyle şeyler olmadı. Sadece maç öncesi Rijkaard ile polemikler yaşadım o kadar. Türkiye Kupası'nda oynayacağım finali düşünerek Niang,Alex, Emre gibi önemli oyuncuları oynatmadım ve Semih-Kazım ikilisi ile ileri uçta goller aradım. Semih'in(2) ve Kazım'ın golleriyle 3-2 kazandım ve son hafta içeride Manisa'yı çok kötü bir sezon geçiren Özer'in golüyle 1-0 yendim. Böylece ligi 82 puanla 2. Gaziantepspor'un önünde 10 puan farkla lider bitirdim. Enteresandır ilk yarıda da 41 puan topladım, ikinci yarıda da 41 puan topladım. Galatasaray ligi 5. Beşiktaş ise 7. tamamladı ve ikisi de Avrupa Kupaları'na katılamadı. Türkiye Kupası finalinde ise Sivasspor'u rahat bir maçın ardından 3-0'la geçip kupaya uzandım. Zaten ancak oyunda oluyor. Böylece seneyi çifte kupayla kapattım.
Fenerbahçe oyunda gerçekten çok güçlü olmuş. Özellikle Niang şov yapıyor. Sezonu toplamda 47 golle tamamladı. Öte yandan maç içinde yapılan değişikliklerin de bir hayli etkisi oluyor. Zorlandığım birçok maçta yaptığım değişikliklerle kazanmayı başardım. Özellikle bu konuda Uğur Boral bir hayli önemli rol oynadı.
Onun dışında menajerler gelip oyuncu öneriyor ama ben onlara pek itimat etmedim. Antremanlar da daha kapsamlı hale gelmiş. Taktik çalışma ve normal antrenman olarak ikiye ayrılıyor. Onun haricinde Match Preparation olayı da "A planı B planı" tartışmalarına son noktayı koymuş durumda.
11.1.1 patchiyle oyun biraz daha toparladı. Yalnız hala maçlarda çok sakatlık yaşanıyor. Ayrıca sakatlıktan çıktıktan sonra rezerv takıma gönderdiğim bazı sakat oyuncular rezerv ligde ilk oynadıkları maçta tekrar sakatlandı. Ayrıca bazı oyuncular çok kaprisli. "Git şu abinden bir şeyler kap diyorum." "Ben ne kapıcam o benden öğrensin." diyorlar. Menajerler mukavele pazarlıklarında inanılmaz yüksek fiyatlar çekip sonra yarısına anlaşıyorlar. Bunların da düzeltilmesi şart.
Son olarak Fenerbahçe ile oyun açacaklar için şunu söylüyorum:
"cCc Niang Reyiz cCc"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)