BİY

31 Mayıs 2009 Pazar

Turkcell Süper Lig 2008-2009 Sezonu

Turkcell Süper Lig 2008-2009 sezonu bitti ve tıpkı geçen seneki gibi enteresan bir sezon yaşadık. Geçen sene 4 takımın şampiyonluk mücadelesi yaptığı sezonda Galatasaray 6 hafta kala hocasını gönderip şampiyonluğa ulaşmıştı. Bu senede 6. hafta Ertuğrul Sağlam’ın yerine Mustafa Denizli’yi getiren Beşiktaş şampiyon oldu. Zirvedeki 5 takım matematik el verdiğince şampiyon olmak için mücadele etti. Son haftaya girilirken uzun yıllar sonra (Trabzonspor’un ki çok az da olsa) 3 takımın şampiyonluk şansı vardı. Bu açıdan bakıldığında oldukça heyecanlı bir seneyi geride bıraktık. Ligi bir de Avrupa Kupaları’na katılan ve küme düşen takımların performansları açısından değerlendirelim.



1-Beşiktaş: Beşiktaş’ın şampiyonluk öyküsünü yazacak olsam hikayeyi devre arasında yapılan Yusuf ve Ernst transferlerinden başlatırım. Zira ilk yarıda Beşiktaş şampiyonluğa oynayabilecek bir görüntüde değildi. Fakat devre arasında yapılan bu iki transfer, Mustafa Denizli’nin oyun planını değiştirip daha aklı başında futbol oynatması, rakiplerin yaptığı puan kayıpları Beşiktaş’ı ilk yarı sonunda önünde olan takımlardan sadece Ankaraspor ve Galatasaray’ı yenmesine rağmen şampiyonluğa taşıdı. Beşiktaş’ı şampiyonluğunda ötürü kutluyoruz.



2-Sivasspor: Açıkçası sene başında Sivasspor geçen seneki başarıyı tekrarlayabileceğini pek tahmin etmiyordum. Fakat Sivasspor benim gibi bir çok insanı şaşırtarak 17 hafta lider götürdüğü ligi 2. tamamlayarak Şampiyonlar Ligi’nde ön eleme oynama hakkı kazandı. Yarıştığı diğer takımların potansiyellerine baktığımız zaman Sivasspor elde ettiği başarı en az Beşiktaş’ın şampiyonluğu kadar değerli. Onları da tebrik ediyoruz.



3-Trabzonspor: Trabzonspor sene başında yaptığı transferlerle yepyeni bir takım kurdu. Lige Ankaraspor galibiyetiyle başlayan Trabzonspor rüzgarı arkasına alarak ite kaka da olsa maçları kazanarak ilk yarıyı Bursa’da yediği ofsayt gol yüzünden Sivasspor ile aynı puanda lider kapattı. 2.yarıya da fena başlamayan Trabzonspor çok açık ve net bir şekilde golcü diye geçinen futbolcularının beceriksizlikleri yüzünden çok kritik puanlar kaybetti. Özellikle kendi sahasında 8 puan kaybettiği Denizli, Konya ve Büyükşehir Belediye maçları Trabzonspor’un şampiyonluğu kaybetmesine neden olan maçlarmış gibi gözükse de oynadıkları futbol şampiyonluk için yeterli değildi. Sivasspor maçından sonra Ersun Yanal’ın gitmesi ile takımın bir hava yakalaması Trabzonspor’u son haftaya çok az da olsa şampiyonluk şansıyla ve Sivasspor’un deplasmanda Galatasaray’la oynamasından dolayı kuvvetli bir Devler Ligi’ne katılma ihtimaliyle getirdi. Fakat bugüne kadar ligde büyük maç kazanamayan Trabzonspor zirvedeki takımlardan sadece Sivasspor’a kaybetmiş Fenerbahçe’ye yenilince Şampiyonlar Ligi’ne katılamadı. Kimileri Trabzonspor’u başarılı olarak görse de bence Trabzonspor, Fenerbahçe ve Galatasaray kötü olduğu için bu noktada ve yeni kurulmuş bir takım oldukları için mazur görülmeleri gerekse bile bence başarılı değiller.



4-Fenerbahçe: Bir çok insan Fenerbahçe’yi hayalkırıklığı olarak nitelendirse de ben böyle görmüyorum. Çünkü hayalkırıklığı beklenmeyen bir durumda oluşur. Sene başında yönetimin yaptıklarına baktığınız zaman Fenerbahçe’nin bu sezon başarılı olamayacağı belliydi. 14 Milyon €’ya alınan Güiza’nın bekleneni verememesi, haftalarca 32 yaşındaki Senna’nın peşinden koşulup Josico diye sürekli sakatlanan bir adam alınması. MALdonado faktörü, takımın en önemli oyuncusunun bedavaya takımdan ayrılması ve Aragones’in yaptığı saçma sapan işler düşünüldüğünde Fenerbahçe’nin bu noktada olması beklenmeyen bir şey değil. Bu yüzden Fenerbahçe’yi hayalkırıklığından ziyade kahreden bir performans gösterdiğini söylemek gerekir.



5-Galatasaray: Performansıyla hayalkırıklığı yaratan bir takım varsa o kesinlikle Galatasaray’dır. Bana göre Türkiye’nin en kaliteli kadrosuna sahip olan takım, şampiyonun 71 puan topladığı ligde çok rahat bir şekilde şampiyonluğa ulaşabilirdi. Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Avrupa’daki geçmişi ne olursa Steaua Bucharesti gibi bana göre vasat bir takımı eleyemeyen Galatasaray ilk önce Şampiyonlar Ligi’nden oldu. Uefa Kupası’na kalan Galatasaray grup maçlarında aldığı iyi sonuçlarla bir ivme yakaladı ve ilk yarıyı Sivasspor ve Trabzon’un 1 puan gerisinde bitirdi. İyi bir çıkış yakalayan Galatasaray’a devre arası yaramadı ve ikincı yarının ilk 5 maçında aldığı 3 mağlubiyet 1 beraberlik 1 galibiyet Skibbe’nin gitmesine sebep oldu. Ardından Servet’in sakatlığı sırasında Meira’nın satılması, Hamburg maçında Kewell’ın stoper oynayıp Galatasaray’ın Avrupa’ya veda etmesi, Fenerbahçe maçından sonra çıkan olaylardan sonra şampiyonluktan kopmuş gibi gözükse de son haftalardaki fikstür avantajını kullanamayıp en kötü Şampiyonlar Ligi’ne gidebilecek Galatasaray’ın ligi 5. sırada tamamlaması tam bir hayalkırıklığı oldu.



6-Hacettepespor: Geçen seneki adıyla Gençlerbirliği Oftaş bu seneki adıyla Hacettepespor gençler önem veriyor olmasından dolayı her ne kadar Türk futbolu için önemli bir takım olsa da Süper Lig için oldukça gereksiz bir takımdı. Küme düşmeleri çok isabetli oldu. Umarım Süper Lig’e hiç bir şey katmayan bu takımı bir daha bu seviyelerde görmeyiz.



7-Kocaelispor: Kocaelispor amiyane tabiriyle Süper Lig’in kaşarlaşmış oyuncularıyla başarılı olabileceğini düşündü ve çok büyük yanılgıya düştü. İlk yarıda çok kötü bir performans gösteren Kocaelispor devre arasını da hayli çalkantılı geçirdi. Başta teknik direktör Yılmaz Vural ve bazı futbolcuların takımdan ayrılmasının ardından yeni hoca ve yeni futbolcularla ikinci yarıya bambaşka başlasalar da ilk yarıdaki kötü performansa rağmen kümede kalmaları çok kolay değildi.



8-Konyaspor: Konyaspor lige çıktığı 2003 senesinden beri küme düşme sıkıntısı yaşamayan bir takımdı. Sezon sonuna doğru iddiasız takımlar arasındaki yerini alırdı. Fakat bu sezon Sivasspor’dan feyz alıp gaza geldiler ve iyi takım kuracağım diye ligin kaşarlarını topladılar. Özellikle kendi sahasında başarısız bir performans gösteren Konyaspor direkt rakibi olan Eskişehirspor’a kendi sahasında yenilerek aslında intihar etmiş fakat ölmemişti. Hastaneye yetiştirilmesi gereken acil bir hasta vardı ve ambulans şöförlüğü görevini Ünal Karaman üstlendi. Fakat Antalya’nın attığı gol ile Konyaspor küme düştü. Aşağıdaki takımlar arasında en kötü futbol oynayan takım şüphesiz Konyaspor’du ve küme düşmeleri normaldi.

Bir sezon bu şekilde geçti. Oldukça heyecanlı fakat bir o kadar da kalitesiz bir sezonu daha geride bıraktık. Fakat her ne kadar kalitesiz de olsa, her ne kadar oynanan futbol bizi tatmin etmese de, her ne kadar bir Fenerbahçe taraftarı olarak oldukça kötü bir sezon geçirmiş olsak da ligin bitmesi ile ister istemez hayatımız da bir boşluk oluşacak. Bu boşluğun tez zamanda dolması dileğiyle yeni sezonda görüşmek üzere.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Parayı Veren Düdüğü Çalar Ligi



2000'lerin başında dünya futbolunun merkezinde şüphesiz Florentino Perez’in Real Madrid'i vardı. Luis Figo’yla başlayan Zidane, Beckham, Ronaldo ile devam eden her sene bir yıldız futbolcu transferi yapma geleneği Real Madrid’i en popüler kulüp yapmıştı. Dünya’nın açık ara en iyi kadrosuna sahip olan takım Şampiyonlar Ligi’nde de başarılıydı. 2000 ve 2002’de şampiyon olan takım 2001 ve 2003’te yarı finale kadar gelmişti.

2003 yılında Real Madrid La Liga şampiyonluğunu kazanmıştı. Perez ise yine olay yaratacak bir transfer peşindeydi. Takımın o zamanki hocası Del Bosque başkana savunma oyuncusu almaları gerektiğini söyleyince işinden oldu. Aynı yaz Real Madrid Figo, Zidane, Raul, Mc Manaman gibi yıldızlarının yanına Beckham’ı ekledi. Takımın orta sahadaki yükünü çeken Makelele bu transferin üzerine kontratında iyileştirme istedi. Bu isteği reddedilince transfer olmak istediğini söyledi ve Abramoviç’in Chelsea’sine gitti. Florentino Perez Makelele’nin eksikliğini hissetmeyeceklerini söylese de Real onu çok aradı. Orta saha onun yerinde oynayanlar Makelele’nin performansına yaklaşamadılar. O sezondan beri Real Madrid Şampiyonlar Ligi’nde sadece 1 kez çeyrek final oynayabildi o da Makelele gittikten sonraki ilk sezon. O sezondan beri sadece gruptan çıkabiliyorlar.



Roman Abramoviç Chelsea’yi satın alarak futbolda yepyeni bir dönem başlattı. Onu örnek alan bir çok iş adamı Premier League’e akın etti. Real Madrid’in popülerliği İngiltere’ye doğru kaymaya başladı. Chelsea’nin astronomik rakamlar ödeyerek kurduğu takımla mücadele edebilmek için Manchester Utd. Liverpool ve Arsenal de transfer bütçelerini arttırdı. Artan transfer bütçelerini de doğru kullanarak yakın geçmişte pek de parlak olmayan Şampiyonlar Ligi performanslarını yukarılara çıkarmaya başladılar. 2005’te ilk önce Liverpool İstanbul’da kupayı kazandı. 2006’da Arsenal, 2007’de Liverpool final oynarken. Geçen yıl Moskova’daki finalde Manchester ve Chelsea karşılaştı. Bu sene de Manchester final oynamayı başardı. Ayrıca 2007,2008 ve 2009’da üç İngiliz takımı yarı finaldeydi.

2000-2003 arasındaki Real Madrid ve günümüz İngiliz takımları Şampiyonlar Ligi’ni “Parayı veren düdüğü çalar.” ligine dönüştürdü. Barcelona hariç Avrupa’nın diğer devleri de artık Nasreddin Hoca’nın bu kıssasından kendilerine bir hisse çıkarmak zorunda. Aksi takdirde bir nevi FA Cup’a dönüşmüş bir Şampiyonlar Ligi izlemeye devam ederiz.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Sadece Dinleyin


TEŞEKKÜRLER BARCELONA !!!


Herkesin beklediği finalde çoğunluğun arzu ettiği takım kupaya uzandı. Barcelona ilk 10 dakikası hariç maçın geri kalanında oynadığı futbolla kupayı haketti ve 3'te 3 yapmayı başardı.

Maçtan önce Barcelona'da Dani Alves ve Eric Abidal oynayamayacağı için Manchester biraz daha avantajlı gibi duruyordu. Cristiano Ronaldo hariç tüm futbolcularının elinde geldiğince oyunun iki yönünü de oynayabildiği bir takım MANU. Üstelik başında istikrar, tecrübe, taktik anlayış denince akla ilk gelen isim Sir Alex Ferguson gibi bir hoca varken Barcelona'nın Guardiola ile neler yapabileceği merak konusuydu.

Geçen sene bu Manchester United kupaya giderken yarı finalde Barcelona'yı elemişti. Karşısında bugünkünden daha kötü bir takım varken savunmayı ön plana çıkarmış rakibine pozisyon vermeden finale çıkmıştı. Açıkçası finalde de Alex Ferguson'un buna benzer bir anlayışla sahaya çıkmasını bekliyordum. Fakat Alex Ferguson hırs yapmış olacak ki bu adamlar oynuyorsa ben de oynarım diye mi düşünde ne yaptıysa artık enteresan bir şekilde hücumu fazlasıyla ön plana çıkaran bir anlayışla oynatmaya çalıştı takımını. Aslında ilk 10 dakikada Barcelona'nın da bocalamasıyla oyunun hakimi Kırmızı Şeytanlardı. Fakat Barcelona neden Barcelona olduğu sorusunun cevabını 10. dakikada Eto'o ile verdi. Daha buldukları ilk pozisyonda Eto'o topu ağlara gönderince işin rengi tamamen değişti. Artık oyunun hakimi Barcelona'ydı. Golün de verdiği avantajla daha rahat oynamaya ve istedikleri gibi top çevirmeye başladılar. Manchester United da iyi oynadığı dakikalarda gol yiyince moral olarak çöktü. Daha sonraki dakikalarda Manchester United Park ve Rooney ile savunmanın arkasına sarkmaya çalıştı fakat bunda da pek muvaffak olamayınca ilk yarı Barcelona'nın 1-0 üstünlüğü ile sona erdi.



2.yarıya Alex Ferguson Anderson'un yerine Tevez'i oyuna alarak başladı. Açıkçası bu değişiklik Manchester'a hiç bir fayda getirmedi. Barcelona 2.yarının başında çok kritik pozisyonlarda golü atamadı. Özellikle Henry girdiği pozisyonda golü yapsa maç büyük ihtimalle 2-0 bitmezdi. Xavi'nin direkten dönen frikiğini de unutmamak lazım. İlerleyen dakikalarda Manchester yarının başındaki Barcelona baskısını üzerinde atmayı başarsa da pek ciddi pozisyon üretemedi. Maç hala Barcelona'nın istediği gibi gidiyordu. Ji-Sung Park Berbatov değişikliği de fayda etmedi. O değişiklikten 4 dakika sonra faal futbolcular arasında en yetenekli olanı skoru 2-0 yaptı. Barcelona kupanın iki kulpunu da tutmuştu kaldırmak için 20 dakikanın geçmesini bekliyordu. Bu golden iki dakika sonra Manchester United maçın kronometresine göre 1 saat sonra en net pozisyonunu yakaladı fakat yine değerlendiremedi. 2-0'dan hemen sonra maça ortak olma şansını değerlendiremeyen Manchester United bu sefer ikincilikle yetinmek durumunda kalıyordu.



Bu sezondan önce herhangi bir futbolsevere "Bir takım düşünün B takımı hocasını A takımının başına getiriyor, daha ilk sezonunda lig şampiyonluğu, kupa şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu kazanıyor böyle bir şey mümkün olabilir mi?" diye sorsanız büyük çoğunluk olmaz derdi. Ama Barcelona olmaz denileni yapmayı başardı. 3'te 3 yaparak ulaşılması güç bir başarı elde etti. Bir çok takım bırakın 3 kulvarı 2'sini bir arada götüremezken Barcelona hepsinde başarılı oldu. Bu sezon oynadığı futbol ile biz futbolseverlere keyifli dakikalar yaşatan Barcelona'ya teşekkür ediyorum.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

İlklerin Finali


Bu akşamki Şampiyonlar Ligi finali bize bazı ilkleri yaşatacak bunu şimdiden söyleyebiliriz. Eğer kupayı Manchester United alırsa 1992'den beri Şampiyonlar Ligi adıyla oynanan turnuvayı ilk defa bir takım üst üste iki defa kazanmış olacak. Eğer kupayı Barcelona alırsa Manchester United ilk kez Avrupa kupalarında bir final kaybetmiş olacak. Ayrıca Guardiola da teknik adamlık kariyerinin daha ilk yılında takımını 3 kulvarda kupaya ulaştıran teknik direktör unvanına sahip olacak. Gönlüm son ikisinin gerçekleşmesinden yana.

Komplo Teorisi


Millet olarak komplo teorisi üretmeye meraklıyız. Özellikle ligimizde son haftalara girilirken ortaya çeşitli iddialar atılır. Bazısı tutar bazısı tutmaz. Ama biz komplo teorisi üretmeye devam ederiz. Hatta bu komplo teorilerini Avrupa Futbol Şampiyonası'na bile karıştırdığımız da olur. 12 Kasım 2005'teki İsviçre-Türkiye maçından beri hiç bir Türk takımının maçını yönetmeyen Lubos Michel Euro 2008'de ev sahibi ile oynadığımız maça atanınca hemen altında bir şeyler aradık ama Lubos Michel öyle bir yönetim gösterdi ki ne kadar yanlış düşündüğümüzü anladık. Madem biz bu kadar komplo teorisi üretmeye meraklı bir milletiz bir tane de ben üreteyim dedim. Ama Şampiyonlar Ligi finali ile ilgili.

Bu akşam 21:45'te nefesler tutulacak herkes Dünya'nın en iyi 2 takımı olarak gösterilen Barcelona ile Manchester United arasındaki Şampiyonlar Ligi finali izleyecek. Maçın sonucu önceden kestirebilmek mümkün değil. Ama en azından komplo teorisi üretmek mümkün. Şöyle ki; 3 hafta önce Barcelona Chelsea'yi elerken hakem Øvrebø'nun yönetimi çok tartışılmıştı. Chelsea'nin en az iki penaltısını vermeyen Øvrebø Eric Abidal'i de yanlış bir kırmızı kartla oyundan atmıştı. Maçtan sonra Øvrebø sıkıntılı günler geçirirken İngiliz basını UEFA'nın bir kez daha Chelsea ile Manchester United'ın final oynamasını istemediğini iddia etmişti.

Michel Platini UEFA Başkanı olduğundan beri yapmak istediği değişiklikler ve verdiği demeçler yüzünden özellikle İngilizlerle pek çok tartışma yaşadı. Her fırsatta Premier League'deki yabancı oyuncu serbestisini eleştiren Platini İngiltere Milli takımının bu yüzden son yıllarda herhangi bir başarı elde edemediğini bir çok defa söyledi. FA de Platini'nin kendi işine bakması konusunda uyardı.

Tüm bu olaylardan yola çıkarak UEFA'nın kupayı Barcelona'nın kazanmasını isteyebileceğini düşünebiliriz ama Avrupa'nın (aslında Dünya'nın) kulüpler bazındaki en büyük futbol organizasyonun finaline bu tip şaibelerin karışacağını düşünmek saçma tabi. Ama Türk'ün aklı böyle şeylere çalışıyor işte. Ne yapalım kader utansın. Finale gelecek olursak aslında iki takım da sempati duyduğum takımlar ama Barcelona'nın oynadığı futbol göze daha hoş geliyor. Hem Manchester geçen sene kazandı bu sene kazanmasa da olur. Umarız bu iki takım 2005'ten sonra unutulmaz bir final daha izletirler.

26 Mayıs 2009 Salı

O alırsa,bu alırsa...




Hangi teknik direktör ilk A takım çalıştırma tecrübesine İspanya Şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi Kupası ile başlamak istemez ki?..Guardiola bunu gerçekleştirmek üzere...Ayrıca bu kupayı alırsa,hem hoca hem oyuncu olarak kulbun bir tarafından tutan 6. futbol adamı olacak.Barcelona ise bu istatistiğe yabancı değil.Daha önce Cruyff ve Rijkaard iki ayrı ünvanla kupayı almışlar.






Alex Ferguson ise bu kupayı en çok alan teknik direktör hala değil!!!Liverpool'un "uçtuğu" zamanlarda Bob Paisley üç kez kupayı kaldırmış.(77,78,81).Yani Fergie yarın kupayı alırsa ünvanlarına bir ünvan daha eklemiş olacak.




Küçük bir not daha:Fergie finallerde ilk kez İspanyollara karşı oynamıyor.Aberdeen'i çalıştırdığı dönemde (m.ö. bilmem kaç) Kupa Galipleri Kupası Finali'inde Real Madrid'e karşı 2-1 üstünlük sağlamışlığı da var





Bu sezon futbol iyi geçmedi ama golf....


Küme Düşen Lejyonerler

1- Tuncay Şanlı Middlesbrough:



Middlesbrough takımı tıpkı West Bromwich gibi küme düşmesi sürpriz olmayan bir takım. Bu kadar kötü futbol oynayarak kümede kalmaları açıkçası mucize olurdu. Tuncay Şanlı'nın ve Stewart Downing'in çabaları Middlesbrough'yu kurtarmaya yetmedi. Aslında geçen sene de bu takım küme düşebilirdi ama puan almalarının beklenmediği maçlarda puanlar alarak kümede kalmayı başarmışlardı. Papaz bu kez pilav yemedi ve Championship'in yolunu tuttular. Fakat Tuncay ve Downing için aynı şey geçerli olmayacak gibi gözüküyor.

2- Ersen Martin Recrativo Huelva:



Recrativo Huelva da tıpkı Middlesbrough gibi vasat bir takım. Hafızam beni yanıltmıyorsa geçen sene tüm sezonu küme düşme potasının içinde geçirmelerine rağmen son hafta işler istedikleri gibi gitmiş kümede kalmışlardı. Fakat bu sene o kadar şanslı değillerdi. Açıkçası küme düşmesi gereken bir takımdı öyle de oldu. Ersen Martin'e gelince zaten doğru dürüst oynamıyordu. Hatta hocasıyla problem yaşayıp bir ara kadro dışı bile kalmıştı. Belki kendisini seneye bir Anadolu takımında görebiliriz.

3- Çağdaş Atan Energie Cottbus:



Aslında Energie Cottbus küme düşmedi. Bu sene değişen sistem sayesinde alt ligden gelen üçüncü takım ile play-out oynayacaklar. Energie Cottbus takımını değerlendirecek olursak düzenli olarak her sene kümede kalma mücadelesi veren bir takım olduklarını söyleyebiliriz. Kendimi bildim bileli bu takımın bir kere Avrupa kupalarına gitmek için uğraştığını göremedim. Çağdaş ise aslında bu sene dikkat çeken lejyonerlerden biri oldu. Energie Cottbus gibi vasat, en iyi derecesi 41 puanla 13. sıra olan bir takıma 2 gol kazandırdı. Bakalım play-out maçlarında takımı kümede kalabilecek mi?

3 tane lejyonerden 2 tanesi küme düştü bir tanesi şansını son maça taşıdı. Bu oyuncuların istikballerine baktığımızda ise sadece Tuncay'ınki parlak gözüküyor. Açıkçası o da bize yeter. Diğerleri milli takımda oynamıyor zaten.

22 Mayıs 2009 Cuma

Mustafa Denizli Tartışması


Geçen hafta NTV’de yayınlanan %100 Futbol programında Rıdvan Dilmen teknik direktörlerin galibiyet yüzdelerini istedi. Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş ve Bursaspor başında çıktığı lig maçlarındaki galibiyet yüzdesi herkesten yüksek çıkınca Güntekin Onay itiraz etti ve “Ertuğrul Sağlam Beşiktaş başında Fenerbahçe ve Galatasaray deplasmanlarına çıkmadı çok doğru bir tespit değil” dedi.

Yine çarşamba akşamı NTV Spor’da yayınlanan Yenilsen de Yensen de programında bu bahis açıldı. Beşiktaş taraftarları da Güntekin Onay gibi itiraz etti ve Ertuğrul Sağlam’ın Beşiktaş’ı çalıştıracak kalibrede bir hoca olmadığını oynattığı futbolun büyük takıma yakışan bir futbol oynamadığını söylediler ve Mustafa Denizli’yi savunur cinsten laflar da ettiler. Sanki ilk 6 haftada lider aldığı takımı ilk yarı sonunda 6. yapan o değilmiş gibi. Programa e-mail göndermeyi de düşündüm ama sonra değmez diye vazgeçtim. Ama içimde ukte kalmasın diye de bu satırları yazma ihtiyacı hissettim.

Mustafa Denizli Methallist Kharkiv faciasından sonra takımın başına getirildi. Ertuğrul Sağlam’ın aksine savunmadan çok hücumu ön plana çıkardı. Beşiktaş çılgınca hücum eden bir takım olmaya başladı. Öyle ki Mustafa Denizli rakip tek forvet oynuyor diye savunmada iki kişi bırakıyor dizilişte bekleri öne çıkarıyor sözümona seyir zevki yüksek futbol oynatıyordu. Tabi bu seyir zevki yüksek futbolun sonu hüsran olmuştu. Mustafa Denizli’nin lider aldığı takım ilk yarıyı liderin 6 puan gerisinde 6. bitirdi.



Devre arasında Mustafa Denizli kehanetlerine başladı. Bu kehanetlerinin kimi tutsa da kiminde başarısız oldu 28. haftada ligde 2 takımın şampiyonluk yarışında olacağını bunlardan birinin Beşiktaş olacağını tuttursa da içerde oynayacağı için avantajlı olduğunu düşündüğü Fenerbahçe maçını kaybetti, Trabzonspor ile berabere kaldı. Galatasaray ile bu hafta oynayacak. Ayrıca ilk 6’daki takımların hiçbirini yenememesine rağmen takımı bugün lider oldu.

Tabi Mustafa Denizli kehanetlerde bulunurken boş durmayıp transfer de yaptı. Sakat olan Delgado’nun yerine Trabzon’a gitmek üzereyken Yusuf Şimşek’i transfer etti. Schalke’den de Fabian Ernst’i aldı. Bu iki transfer Beşiktaş takımına çok önemli katkı sağladı. Ayrıca Mustafa Denizli hatasından döndü ve takımı daha doğru oynatmaya başladı. Ama Beşiktaş’ın kaderi kendi ellerinde değildi. Rakiplerinin puan kaybetmesi gerekiyordu. Rakipler puan kaybetti ve Beşiktaş önündekilerden bugüne kadar sadece Ankaraspor’u yenerek lider oldu ki yendiklerinde aralarında 19 puan fark vardı.

Beşiktaş ilk 6 sıradaki takımların hiçbirini yenemese de hatta bazılarından puan dahi alamamış olsa da liderlik koltuğuna hakederek gelmiştir. Diğer rakiplerinin özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray’ın adam gibi oynamayıp puan kaybetmesi Mustafa Denizli ve Beşiktaş’ın problemi değildir şansıdır! Ancak Beşiktaş’ın bu kadar kötü futbol oynanan ligde en iyi takım olması da övünelecek, marifet sayılacak bir şey değildir. Bilakis kendini kandırmaktır.

Tüm bu tartışmalardan çıkardığım sonuç ise insanlarımızın balık hafızalı olduğu gerçeğidir. İlk yarıda lider aldığı takımı 6. yapan bu hoca değilmiş gibi, şimdi aynı hocayı fezaya çıkarıyorlar.

SOYGUN !!!


Yazının başında şu husuları belirteyim. Bir kere Beşiktaşlı değilim. Hayatımda da bir kere stadyumda maç seyrettim. Ama derbi maçın bilet fiyatlarını görünce iki satır yazmamak olmazdı. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyerek yapılanlara göz yummak istemedim.

Mevzu Beşiktaş-Galatasaray derbisinin bilet fiyatları. En ucuz bilet fiyatının 90 TL olduğunu görünce bir takım gayriahlaki laflar etmek zorunda kaldım. Açıkçası edilmeyecek gibi de değil. 6 senedir şampiyon olamamayı fırsat olarak görüp, “Nasılsa taraftar bu maçta stadı doldurur hava da güzel fırsat bu fırsat bilet fiyatlarını yüksek tutayım.” anlayışını benimsemiş Beşiktaş yönetimi son haftalarına girilen ligde çok büyük bir ayıba imza atmıştır. Bunun adı düpedüz soygundur, fırsatçılıktır, ayıptır, günahtır, taraftara yolunacak kaz muamalesi yapmaktır, terbiyesizliktir. Fenerbahçe maçında en ucuz bileti 50 TL’den satarken bu maçta fahiş fiyatlar belirlenmesinde mantık aramak abesle iştigal etmektir.

Ayrıca bugün Aceto’nun blogundaki bir yazıda haftasonu oynanacak Milan-Roma maçının bilet fiyatları yazıyordu. 90 TL’lik bilet orada 20€. Üstelik sahadaki futbolcular Totti, Kaka, Pirlo gibi adamlar. Bobo, Holosko, Yusuf, Kewell, Arda, Baros izlemek en az 90 TL, Totti, Vucinic, Pizarro, Kaka, Pato, Maldini seyretmek 20€.

Tüm bunlar dikkate alındığında eğer Beşiktaş taraftarı bilet fiyatlarını normal karşılayabiliyorsa orası zaten sözün bittiği yerdir. Daha diyecek bir şey de yoktur.

Kongre Öncesinde Fenerbahçe


24 Mayıs Pazar günü Fenerbahçe Spor Kulübü olağan kongresi var ve bu kongre uzun yıllar sonra çok adaylı bir kongre olacak. Kongre öncesinde muhalefet kanadından yükselen çeşitli iddialar var. Bunlar 11 yılda 4 şampiyonluk başarı değil, Fenerbahçe ekonomik anlamda bahsedildiği kadar güçlü değil falan filan.

Ben ne muhasebeciyim, ne ekonomist, ne de kongre üyesi. O yüzden kulübün hesaplarını gelir gider durumunu bilemeyeceğim için Fenerbahçe’nin ekonomik durumu ile ilgili bir şey söyleyemem. Tesisleşme konusunda zaten muhalefetin bir eleştirisi olmadığı için o topa girmek de gereksiz. Geriye kalıyor sportif başarı.

Fenerbahçe Kulübünü komple bir spor kulübü olarak ele alacak olursak amatör branşlarda 100.yıl ile birlikte gelen ve devam eden bir başarı var. Fenerbahçeli sporcular hemen hemen katıldıkları tüm turnuvalarda önemli başarılar elde ediyorlar. Ama hiç bir taraftar kürekte ya da yüzmede ya da atletizmdeki başarılarla övünmediği gibi muhalafet de bu konularda zaten bir yorum yapmıyor. Zaten amatör branşlarda başarılı da olunsa başarısız da olunsa kongrelerde pek esamesi okunmuyor. İş dönüp dolaşıp futbol takımının yaptıklarına geliyor.

11 yıllık süreçte Fenerbahçe 4 tane şampiyonluk kazanmış. Bu sürede Galatasaray’ın 6, Beşiktaş’ın ise 1 şampiyonluğu var. Aziz Yıldırım’ın başkan olduğu 15 Şubat 1998’den 17 Mayıs 2000’e kadar geçen sürede tarihin en iyi Galatasaray’ına karşı mücadele edildiği düşünülürse ilk 3 senede şampiyonluk gelmemesi şimdi çok normal geliyor. Bugün hiçbir Fenerbahçeli “Eğer ben başkan olsaydım 1998-2000 arasında şampiyon olurduk.” diyemez. Geriye kalan 8 sezonda ise Fenerbahçe 4 şampiyonluk almış oluyor. Bu da Fenerbahçe’yi sportif anlamda başarısız yapar mı? onu da muhalefete sormak lazım. Ayrıca geçen sene Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamış, 2006’da da son hafta şampiyonluğu kaybetmiş bir takım var. Öncelikle muhalefetin 11 yılda kazanılan 4 şampiyonluğu yeterli görmeyip Fenerbahçe’nin en az kaç kez şampiyon olması gerektiğini açıklaması lazım. 11 yılda 4 şampiyonluk başarı değil deyip kestirip atmak kolay.



Şadan Kalkavan’ın adaylığı mutlaka çok önceden planlanmıştır. Yalnız planlamayı kendilerinin ne yapacakları üzerine değil Aziz Yıldırım’ın neleri yanlış yaptığı üzerine kurmuşlar ki Aziz Yıldırım adaylığını açıklayınca aday oldu. Bugüne kadar ben şunu yapacağım ben bunu yapacağım diye bir şey duymadım kendisinden. Hep Aziz Yıldırım’ın hatalarından bahsetti.

Aziz Yıldırım ilk geldiği zamanlar çok büyük yanlışlara imza atmıştı. Son senesinde de çok büyük yanlışlar yaptı. Kendi ihtirasları uğruna Fenerbahçe’yi kurban etti. Juan Figer diye bir adama takıldı sürekli bu adamın oyuncularını transfer edip durdu. Artık bu işlerden vazgeçmesi lazım. Avrupa’da tarihin en başarılı sezonunu yaşatan hocayı gönderdi. Bu kadar yanlış yapılınca da sonuç hüsran oldu.

Aziz Yıldırım mı, Şadan Kalkavan mı? diye düşünürsek, dışarıdan Aziz Yıldırım’ın daha mantıklı bir seçim olacağı gözüküyor. Ama Şadan Kalkavan daha aday olmadan gizli kapaklı bir şekilde organize olduysa işin rengi değişebilir. Açıkçası bu işi bu hale Aziz Yıldırım soktu düzeltirse yine kendi düzeltir gibi gözüküyor.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Kupa notları


İnsan kupanın organizasyonu içinde bulununca olaya daha farklı bakıyor.Maç penaltılara kalmadan gidip son metrobüs'e kalmayalım duaları eksik olmuyor.Benim açımdan söyleyebilirim ki çok şanslı bir maç günü organizasyonu gerçekleşti.Basın Çalışma Ofisi'nde görevli olduğum söylenince biraz endişlenmedim değildi ilk başta.Çünkü yanımda Uefa Kupası Finali oynanırken benim stad içinden gelen seslere göre sonucu tahmin etmek zorunda kalmam endişesi vardı.

Bağış Erten'den tutun da İlker Duralı'ya Emek Ege'den hatta Alaattin Metin'e kadar "spor basını camiasının" içinde buldum kendimi dün.


Yayın haklarına sahip olup olmamanın bu tip maçlarda "basın mensuplarına" nasıl kolaylıklar sağladığını belli zamandan sonra sadece yayın haklerına sahip olanların girebildiği bir alan haline geldiğini orada öğreniyorsunuz.

Ayrıca Uefa yetkililerini sinirlendirdiğiniz zaman kapı dışarı edebileceklerini Ukraynalı bir televizyonun çalışanlarının "talihsiz görüntülerinden" anlayabiliyorsunuz.

Tabii işin yeşil saha tarafı bütün yorgunluklara,kavgalara,işim gereği "akreditasyonunuz yok giremezsiniz" ukalalıklarıma değdiğini söyleyebilirim.Maç başladıktan 5 dakka sonra kendimize bir yer bulduk ve izlemeye koyulduk.Werder taraftarı Shaktar'ınkine nazaran daha az olmasına rağmen çok daha iyiydi.Tezahüratlar daha organize ve yaratıcıydı.Sadece 5.000 Werder Bremen taraftarı olduğu düşünülürse yaptıkları işi kutlamak gerekir.Ayrıca maç boyunca arada sırada duyulan fenerbahce tezahüratları da maçın ayrı bir neşesiydi.

Shaktar taraftarının maça "ONBİN PROMİL ALKOLLE" gelişi ve daha aramalar sırasında taşkınlık yapmaya başlamaları "ya Werder yenseydi" sorusunu aklıma getiriyor.

Maç boyunca herkesin dilinde Diego'nun yokluğu vardı.Ama Diego'nun Shaktar'daki hemşehrilerinin onu çok arattığını söyleyemeyeceğim.Şahsen Jadzinho ve Adriano'nun gelecek sene bu stadda top koşturmaaya devam etmelerini yürekten isterim.

Thomas Schaaf'ın maç boyunca "hiperaktif" hareketleri sahaya girmeye kadar vardı.Lucescu'nun da tersine kendinden emin tavırları dikkat çekiyordu.Futbolun 4-4-2si ,4-5-1'inin kalmadığı, oyuncuların özelliklerinden,sahaya yayılışlarından -böyle bir maçta-daha iyi anlıyorsunuz.

"Kavruk kısa boylu çocuğun" attığı gol ise sadece Shaktar taraftarlarını değil,stadyum çevresinde bulunan "bi ton" çalışanı evlerine sabaha karşı gitmekten kurtarmıştı.Ama buna ek katkı olarak Cantalejo'nun Pizarro'nun golüne faul çalması da eklenince "Son Kupa"nın sahibi Lucescu ve öğrecileri oluyordu.

Mesut içinde bişiler yazmak lazım heralde araya attığı toplar,driblinkleri ile her topa ayağı değdiinde kalitesini ispatlıyor.Çok yazık oldu çok!!!!!!


Yalnız Lucescu'nun bitiş düdüğünden sonra Basın Tribününe doğru attığı bakış,burada yaşadığı ve ona yaşatılanları "tokat" mahiyetinde bir bakıştı heralde.

Son olarak maçlarda polisin müdahale hakkının olmaması büyük zorlukların işareti olacağını söyleyebilirim.İkinci yarının başında alkollü bir adamın biletsiz Fenerium Üst'E kadar girebilmesi,orada güvenlik amiri'ne vurabilmesi,maçın sonunda gördüğümüz iki adamın biletsiz Hkan Şükür ile aynı yerde maç izlediklerini ve ellerinde bir çöp torbası dolusu Carlsberg ile staddan ayrıldıklarını görmek bunlara örnek gösterilebilir heralde

2003 Juventus - 2009 Werder Bremen

Bu iki takımın ne alakası var diye düşünebilirsiniz. Şöyle izah edeyim.



2003 senesinde Juventus yarı finalde Real Madrid ile eşleşmişti. İlk maçı deplasmanda 1-0 kaybeden Juventus, rövanşta kendi sahasında 3-1'lik bir galibiyet almış ve Old Trafford'taki finalde Milan'ın rakibi olmuştu. Juventus finale çıkmıştı çıkmasına ama en önemli oyuncusu Nedved sarı kart görerek cezalı duruma düşmüştü. Maçtan sonra gözyaşlarını tutamamıştı. Juventus ise finalde Nedved'in eksikliğini fazlasıyla hissetmiş, Şampiyonlar Ligi'nin gelmiş geçmiş en sıkıcı finalinde kupayı penaltılarla Milan'a kaybetmişti.

Bu sene de Werder Bremen ilk maçta kendi sahasında Hamburg'a 1-0 yenildi. Rövanşta ise deplasmanda 3-2'lik bir galibiyet alarak finale geldi ama en önemli oyuncusu Diego cezalı duruma düştü. Bu akşamki finalde de Werder Bremen Diego'nun eksikliğini fazlasıyla hisseti ve kupayı Shaktar'a kaybetti.



Bu akşamki finalde Diego olsaydı muhtemelen Werder Bremen daha iyi bir futbol oynar belki kupayı kazanırdı. Tıpkı 6 sene önce Juventus'ta Nedved cezalı duruma düşmüş olması gibiydi. Ne ilginç bir tesadüfdür ki Diego gelecek sezon Juventus'ta oynayacak. Umarız muhtemel bir Şampiyonlar Ligi finalinde bu sefer cezalı duruma düşmez.

Uefa Kupası Finali


Mircea Lucescu'nun takımı Shaktar Donetsk Alman temsilcisi Werder Bremen'i uzatma bölümünde bulduğu gol ile 2-1 mağlup ederek son Uefa Kupası'nı kazandı. Açıkçası maça bakacak olursak hakeden takımın kupaya uzandığını söyleyebiliriz.

Maça daha iyi başlayan sahaya daha iyi yayılan takım Shaktar Donetsk idi. İlk 15-20 dakika oyunun kontrolü Shaktar'daydı. Daha sonra Werder Bremen oyunu dengelemeye başlıyordu ki defansın hatası yüzünden golü yediler. Golden sonra demoralize olan Werder Bremen belli bir süre oyundan düştü ama imdadına Shaktar'ın kalecisi Pyatov yetişti. Böyle bir maçta yememesi gereken bir gol yiyerek skora eşitlik gelmesine sebep oldu.

İkinci yarı ilk yarıya oranla iki takım da daha kontrollü oynamayı tercih etti. İlk yarıdaki yüksek tempo, gol pozisyonları, seyir zevki ikinci yarıda olmadı. Bunda hakem Cantelejo'nun devrenin başında çaldığı faul düdüklerinin de etkisi vardı. Maçta eşitlik bozulmayınca iki teknik direktör de oyuncu değiştirmeyi düşünmedi. İlk değişiklik 78'de Thomas Schaff tarafından yapıldı. Markus Rosenberg yerine Aaron Hunt oyuna girdi. Lucescu ise ilk değişikliği 90'da yaptı. Sanki iki teknik direktör de maçın uzamasına razı gibiydi.



Uzatmalar başladığında Shaktar sanki biraz daha etkili gibiydi. Nitekim 97' de golü buldular. Srna'nın pasında Jadson golü attı ve takımını 2-1 öne geçirdi. Bu gol Werder Bremen'in oyun disiplininden kopmasına sebep oldu. Geriye kalan dakikalar şuursuz Werder Bremen hücumlarına sahne oldu. Son dakikada Pizarro'nun attığı golü hakem faul gerekçesi ile vermedi. Bence doğru bir karardı.



Kupayı hakeden takım kazandı demek sanırım yanlış olmaz. Shaktar takımı maç 1-1 olana kadar daha iyi oynayan taraftı. Kalecinin hediyesi olan o gol olmasa 90 dakikada kupaya ulaşabilirlerdi. Ama finalin diğer maçlardan yarım saat daha fazla oynanması futbolseverler açısından daha güzel oldu.



Hakeme gelecek olursak; Cantelejo eskiden çok kolay faul veren ve çok kolay kart gösteren bir hakemdi. 1-0 kazandığımız İnter maçını da yönetmişti. O zamanlar çok kolay faul çaldığı için o maçta çaldığı düdükler açıkçası çok işimize yaramıştı. Fakat aradan geçen sürede kendisini bu konuda geliştirdi. Artık eskisi kadar faul kolay faul vermiyor, kart göstermiyor. Bu akşamki finalde de neredeyse kusursuz bir yönetim gösterdi.

Yayıncı kuruluş Show TV'ye iki satır bir şey yazacağım. Reklam alacağım diye bir maçın içine bu kadar edilmez. 2. yarı ve uzatma devreleri 10'ar saniye geç başladı. Hadi 10 sn'den bir şey olmaz dedik geciştirdik. Tam maç bitti futbolcuların sevinçlerini göremeden reklama girdiler. Ben de direkt NTV Spor'u açtım. Belli bir süre sonra Show'a döndüm, 2. reklam kuşağını girmişlerdi tekrar NTV Spor'u açtım. Bir baktım Loran Vayloyan kupa törenini anlatıyor. İşte o anda Show TV kanalına sövmek farz olmuştu. Geçen sene finali yayınlamayıp "Var mısın Yok musun?" diye tabir edilen programı yayınlamışlardı. Daha sonra maçı banttan verdiler. Bu sene de finalin içine ederek bambaşka bir şey daha imza attılar.

4 sene önceki kadar efsane bir final olmadı bu sefer. Ama en azından Uefa Kupası adı altında oynanan son kupa finaliydi. En azından bu finalin de böyle bir özelliği oldu. Öte yandan arada Fenerbahçe tezahüratları yapıldığını duyduk. O da Türkiye'de takımsever sayısının gerçek futbolsever sayısından fazla olmasının tezahürü idi. Kupa-2'de final oynanıyor adam sezon boyunca nal toplamış takımına tezahürat yapıyor. Deli mi ne?

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Hatasız Kul Olmaz


Aziz Yıldırım Zico'yu gönderip Aragones'i getirmekle hata yapmadıklarını söylemiş. Gerekçesi de Avrupa'nın en iyi hocasıymış falan filan. Avrupa'nın en iyi hocası Aragones ise "Alex Ferguson Afrika'daki bir takımı mı çalıştırıyor?" o da ayrı bir tartışma konusu. Ya da Jose Mourinho?



İlk etapta 44 yıl aradan sonra İspanya'yı Avrupa Şampiyonu yapmış bir ismi takımın başına getirdiğinizde hata yapmadığınızı düşünebilirsiniz tabi. Ama yaşananlardan sonra Aragones'in sadece Avrupa Şampiyonu İspanya'nın hocası olduğunu ortaya çıkınca aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. Çünkü futbolun temel doğrularını bile yapamayan bir insana "İspanya'yı 44 yıl sonra Avrupa Şampiyonu yaptı." demeye dilim varmıyor.

Aziz Yıldırım bu sene Fenerbahçe'yi kendi malı gibi gördü. Her şeye kendi karar verdi. Takımın en yararlı futbolcusuna 500 bin Euro'yu fazla gördü. Oyas aynı fiyata hatta daha fazlasına oynayan fakat Aurelio'nun yaptığı işin yarısını yapmayan futbolcular var Fenerbahçe'de. Aynı şekilde Zico'yu da Avrupa tarihinin en başarılı sezonuna rağmen ligi 2. bitirmeyi bahane göstererek gönderdi. Oysa Zico kalsaydı muhtemelen Fenerbahçe bugünlerde matematiksel olarak şampiyonluğunu ilan edebilirdi. Nasıl mı?



Eğer Zico kalsaydı şampiyonluğun da çok önemli oldğunu bilecek arası da oyuncularla iyi olduğu için bu bilinci futbolcularına rahatça aşılayabilecekti. Takımın başında hoca olduğu için de transferde daha doğru işler yapılacak daha kompakt bir takım oluşturulacaktı. Ayrıca oyuncular da darbeye bağlı olmayan sakatlıklarla bu kadar sıkıntı çekmeyeceklerdi. Şampiyonlar Ligi'nde geçen seneye göre üç aşağı beş yukarı aynı denklikte olan grupta en kötü 3. olunacak Uefa Kupası'na gidilecekti. Türkiye Kupası finalde kaybedilse bile Fenerbahçe en azından bu kadar aciz duruma düşmeyecekti. Geçen sene 32 haftada 70 puan toplamış Fenerbahçe diğer takımların bu kadar kötü olduğu sezonda 3 sezondur aynı hocayla çalışmanın semeresini toplayacak belki de ligin bitimine haftalar kala şampiyonluğa ulaşacaktı.

Tabi bunların hepsi varsayım ve biz ne kadar konuşsak da boş. Zaten olan olmuş bu saatten sonra dövünmenin bir manası yok. Olan Fenerbahçe'ye oldu koca bir sezon kişisel ihtiraslar uğruna feda edildi. Sıradaki şarkı da Aziz Yıldırım için geliyor. Orhan Gencebay-Hatasız Kul Olmaz...

19 Mayıs 2009 Salı

Dinamo Kiev - Hamburg Finali

Shaktar Donetsk ile Werder Bremen bu akşam Şükrü Saraçoğlu Stadı'ndaki finalde Uefa Kupası'nı kazanmak için kozlarını paylaşacak. Bu iki takım finale gelirken kendi ülkelerinden gelen takımları elemişti. İşin ilginç tarafı ise eledikleri iki takımın yolu yarı finale gelirken İstanbul'dan geçiyordu.

Fenerbahçe ve Galatasaray her sezon olduğu gibi bu sezon da Avrupa’da başarıyı hedefleyerek sezona başladılar. Fenerbahçe geçen yıldan aldığı gazla Şampiyonlar Ligi’nde daha yukarıları hedeflerken, Galatasaray da kurduğu iddialı kadro ile Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamayı planlıyordu.



Fenerbahçe için konuşursak bunların hepsi lafta kaldı. Fenerbahçe zikri ile fikri örtüşmeyen işler yaptı transfer döneminde. Hoca gelmeden transfer yaptı. Haftalarca Senna’nın, Xabi Alonso’nun peşinde koştu sonunda gidip Josico diye bir adam aldı. Üstelik orta sahada MALdonado varken. Bu kadar yanlışın olduğu yerde başarı gelmesi mümkün değildi. Haliyle de öyle oldu. Arsenal, Porto ve Dinamo Kiev ile aynı gruptaki Fenerbahçe sadece 2 beraberlik alabildi.



Dinamo Kiev ile oynadığı maçlara bakacak olursak o maçlarda Fenerbahçe kötü olmasına rağmen Dinamo Kiev ile başa baş mücadele etti. Deplasmanda kaybettiği maçta Dinamo Kiev girdiği tek pozisyonda golü atarken golde savunmanın ciddi hatası vardı.



Galatasaray da tıpkı Fenerbahçe gibi taraftarlarına bu sezon hayalkırıklığı yaşattı. Çok güçlü bir kadro kurulmasına rağmen daha sonra Şampiyonlar Ligi'nde rezil durumlara düşecek Steaua Bükreş'e ön elemede elendi. Uefa Kupası'na giden Galatasaray burda nispeten başarılı sonuçlar aldı. Gruplara kalmayı başaran Galatasaray grubu da 2. tamamladı ve Şampiyonlar Ligi'nden gelen Bordeaux ile eşleşti. Son dakikada Sabri'nin attığı gol ile turu geçen Galatasaray bu akşam oynanacak finalde olmaya iyice inanmıştı.



Bir sonraki turda rakip Hamburg'tu. İlk maç 1-1 bitmiş Galatasaray avantajlı bir skor ile İstanbul'a dönmüştü. 2-0'lık üstünlüğü yakalayan Galatasaray Guerrero'nun gollerine engel olamadı. Son dakikalarda Olic 3. golü de atınca Galatasaray tur biletini elleriyle Hamburg'a teslim etti.

Dinamo Kiev ve Hamburg Uefa Kupası'nda yarı finalde elendiler. Ama finalde de olabilirlerdi. İşte o zaman Fenerbahçe ve Galatasaraylı yetkililer o finali ibretle izlerdi. Açıkçası iyi de olurdu. Çünkü böyle bir dersi hepsi haketmişti.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Bir Sen Eksiktin Kasımpaşa !!!


Bank Asya 1. Lig'i aslında sadece skorlardan takip ediyorum. Takımların form durumlarını falan da pek bilmem açıkçası. Gerçi bu lig öyle bir lig ki lider takım kümede kalma mücadelesi veren takımdan 5 yiyor bazen. O yüzden form durumu falan biraz hikaye burda.

Normal sezon sonunda Manisaspor ve Diyarbakırspor Süper Lig'e yükseldiler. Manisaspor zaman zaman tökezlemesine rağmen ligi lider bitirmeyi başardı. Diyarbakırspor da Kasımpaşa'nın bir ara inanılmaz düşüşe geçmesi ile ligi 2. bitirdi. Umarız önümüzdeki sezon Diyarbakır'daki maçlarda şiddetli tribün olayları görmeyiz.

Play-off'lara kalan 4 takımın 2'si İzmir'den Altay ve Karşıyaka idi. Diğerleri de Boluspor ve Kasımpaşa. Aslında Play-Off'un favorisi Kasımpaşa olsa da gönül isterdi ki İzmir'den bir takım gelsin. Fakat Türkiye'nin 3. büyük şehri bu sene de Süper Lig'e temsilci gönderemedi. Belki maçtan sonra Karşıyaka taraftarlarının yaptıklarını görenler iyi ki de gelmedi diyebilir. Ama İstanbul'dan 5 takımın olmasının hiç bir esprisi yok. 4 bile fazla zaten.

Umarız seneye İzmir takımları doğru bir plan program ile başarılı olup Süper Lig'e yükselirler demek isterdim ama plan program kelimelerinin Bank Asya ligiyle pek alakası yok gibi. Geçen sene Süper Lig'den düşerken tekrar gelmenin hesaplarını yaptığını söyleyen Kasımpaşa bile ancak Play-Off'tan gelebildiğini düşünürsek Allah yardımcıları olsun demek sanırım daha doğru olur.

KANKALAR



Ali kardeşime stad otoparkına girmemizde yardımcı olduğundan dolayı teşkürlerimi fışkırtıyorum

Konyaspor Düşsün

Ligde son haftalara girerken kümede kalma mücadelesi de iyice kızıştı. Büyük takımların özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray'ın puanları cömertçe dağıtması kümede kalma barajını da yükseltti. Ligin bitimine 2 hafta kala 16. sıradaki takım 35 puanda. Kalan 2 haftada barajın 38-40 puan civarında olacağını söylemek zor değil.

10. sıradaki 39 puanlı Eskişehir'den 16. sıradaki 35 puanlı Konyaspor'a kadar her takımın küme düşme ihtimali var. 40 puanlı Ankaraspor'un matematiksel olarak küme düşme ihtimali bulunsa da Ankaragücü-Denizli, Antalya-Ankaragücü maçları olduğundan 7takımın birden Ankaraspor'u geçmesi mümkün değil.



Eskişehirspor kendi çapında önemli bir Anadolu takımı. Kendi taraftarı olan camiası olan önemli bir takım. Uzun yıllar sonunda bu sene tekrar Süper Lig'de mücadele etme fırsatı buldular. Ayrıca kendi taraftarı olan da bir camia. Gerek oynadıkları futbol gerek şehir bakımından ligde olması gereken bir takım. Bu hafta içerde Trabzon son hafta da deplasmanda Gaziantepspor ile oynayacaklar. Trabzon'a içerde yenilseler bile iddiasız Antep'i yenip ligde kalmalarını umuyorum.



Büyükşehir Belediyespor son haftalarda aldıkları puanlarla kendilerini düzlüğe çıkardı. Son 3 maçta aldıkları 9 puanla 39 yaptılar ve fikstürleri de kolay. Haftaya küme düşmüş Kocaelispor'a konuk olacaklar. Son haftada UEFA Avrupa Ligi şansı zora giren Bursaspor ile oynayacaklar. Cıvıtmazlarsa kümede kalırlar. Oynadıkları futbolla kümede kalmayı haketseler de aslında ligde işi olmayan bir takım. Hem İstanbul takımı hem de taraftarı yok.



38 puanlı Gençlerbirliği 2.yarıda gösterdiği performansla kümede kalmayı hak eden bir görüntü çiziyor. Eğer büyük takımlar bu kadar puan kaybetmeselerdi Gençlerbirliği bir çok takım gibi kümede kalmayı matematiksel olarak garantileyebilirdi. Haftaya Sivas'ta zorlu bir maça çıkacaklar son hafta ise içerde iddiasız Kayserispor ile oynayacaklar. Son maçı kazanıp en kötü 41 yaparlar ve ligde kalırlar gibi gözüküyor.



Aslında bir Fenerbahçeli'nin Denizlispor'un küme düşmesini talep etmesi gerekir. Fakat Mesut Bakkal'ın gelişiyle yükselişte olan bir Denizlispor gerçeğini de gözardı etmemek gerekir. Açıkçası aşağıdaki takımlar arasında iyi oynayan takımlardan biri Denizli ve küme düşmeyi gerçekten hak etmiyorlar. Fakat fikstürüne baktığımız zaman sıkıntılı bir fikstürü var Denizli'nin. Bu hafta deplasmanda Ankaragücü son hafta da şampiyonluğun en büyük adayı Beşiktaş ile içerde oynayacaklar. Eğer Beşiktaş bu haftasonu Galatasaray'ı yenemezse o maçın bizi 3 sene önceye götürme ihitmali var.



Antalyaspor Mehmet Özdilek'in göreve gelmesiyle toparlandı ve 7-8 maçlık bir namağlup seri yakaladı. Özellikle kendi sahasında aldığı puanlarla 3 hafta önce çok öenmli bir noktaya gelmişti. Fakat alınan 2 mağlubiyet herşeyi alt üst etti. Antalyaspor kendini küme düşme hattında buldu. Bu hafta herkes Fener'i kesin yenerler gözüyle bakarken maç berabere bitti. Antalya haftaya iddiasız Ankaraspor'u yenmek zorunda. Çünkü son hafta içerde Ankaragücü ile final niteliğinde bir maç oynayacaklar. O maça avantajlı çıkmak zorundalar.



Ankaragücü son yıllarda olduğu gibi bu sene de sıkıntılı bir sezon geçiriyor. 3 farklı teknik direktör ile 4 ayrı dönem çalıştı Ankaragücü. Taraftar ile Cemal Aydın arasındaki gerginlik de takımı olumsuz etkiledi. Bir de bunun üzerine futbolcuların sürekli şikayet ettikleri suni çim de eklenince Ankaragücü yine kümede kalma mücadelesi veren takımlar arasındaki yerini aldı. Ankaragücü takımı Konyaspor ile beraber alttaki takımlar arasında en kötü futbol oynayan takım bana göre. Üstündeki takımların hiçbirinden iyi oynamayan bir takım. Eğer bu şekilde oynayıp da üstündeki takımlardan biri küme düşerse gerçekten yazık.



Konyaspor aslında ligin son haftalarına iddiasız giren bir takımdı. Ligin bitimine 2-3 hafta kala kümede kalmayı garantilerlerdi. Fakat bu sene Konyaspor gerçekten çok kötü durumda. Oynadıkları futbolla hiç bir şey vermiyorlar. Fakat fikstür olarak diğer rakiplerine göre avantajlı. Bu hafta deplasmanda lige havlu atmış bir Fenerbahçe ile karşılaşacaklar. Eğer Fenerbahçe maçından puan çıkartabilirlerse son hafta içerde iddiasız Ankaraspor ile oynayacaklar. Ankaraspor'u da yenerlerse en az 39 puanla ligi tamamlayıp kümede kalmayı başarabilirler. Gösterdikleri mücadeleye saygı gösteriyorum ama Giray Bulak'ı da hiç sevmiyorum. Ayrıca ligde kalmayı onlardan daha çok hak eden takımlar var. Onlardan biri küme düşer de Konya ligde kalırsa gerçekten üzülürüm.

Her şey bir yana tüm yaptığımız değerlendirmeleri ve kümede kalma mücadelesini anlamsız kılacak bir dedikodu var. O da Ankaraspor ile Ankargücü'nün birleşme hikayesi. Ankaragücü taraftarının buna karşı çıktığı söyleniyor ama böyle bir şey olursa büyük ihtimalle sadece Kocaelispor ve Hacettepe küme düşer. Tüm bu laflar da havada kalır.